[section label=”Deniz”]
Deniz:
İnsanın verdiği vereceği en büyük savaş, kendine karşı verdiği savaştır. Hepimiz kainatın aynasıyız, kendimizi yenmeden bu alemi de yenemeyiz. Aslında hepimiz artı ve eksilerimizle sıfır noktasındayız, evrenin dengesi bu şekilde kuruluyor. Dünyada kimse kimseden üstün değil. Bu yüzden hem çok değerli hem de hiçiz. Kendimize karşı negatif duygular besliyorsak o duyguları nötr hale getirmemiz gerekiyor. Bunun çözümü de kendimizle barışmak. Ama savaşmadan kendimizle barışmanın adı da narsizm olur, egomuzun dengesi bozulur. O yüzden kendinle savaş ama kendini yenmeden savaş alanından geri dönme!
[section label=”Gülse”]
Gülse :
Savaşın bir kazananı bir de kaybedeni vardır, bence en büyük savaş insanın kendisiyle verdiği savaştır. Kazanan da kaybeden de sensen işler orada karışır.
İnsanoğlu doğumundan ölümüne kadar kendisiyle hesabını bitiremez. Kendimle halledemediğim her savaşta daha çok kendime kaçtım. İçimizdeki savaşı durdurmamız sona yaklaşmamız demektir, bu yüzden kendimizle savaşımız hiç bitmesin.
Kaybettiklerimizle öğrenir,kazandıklarımızla güçleniriz. Kendisiyle savaşmaktan korkan insan kaybetmeye mahkumdur. Ben en büyük kazançlarımı kendimle olan savaşlarımda kazandım. İnsan savaştan kaçmak yada ertelemek yerine savaşla yüzleşip baş etmenin yollarını aramalıdır.
Doğuyor, savaşıyor ve ölüyoruz..
Her savaşta yeni tecrübeler kazanıyoruz,kazandığımız tecrübelerle sona yaklaşıyoruz; dünya, kendimizle olan savaşımızdan ibaret. Galibiyet kazanmak için ise biraz cesaret…
[section label=”Kadir”]
Kadir :
Savaş olmayan bir insanlık olabilir miydi? Ütopyalarınızın içerisinde uçan pembe kelebeklerin sizce bir anlamı var mı? Boş hayaller kurmanın kimseye bir faydası olacağını düşünmüyorum. İnsanlık oldukça bu savaşlar büyüyerek devam edecek ve bu gerekliliğin farkında olan güçlü insanlar ayakta kalabilecek.
Bir sistemin iyiye gitmesi gibi bir düşünce söz konusu olamaz. Bu bir süreç ve insanlık da kendi sonunu getirmek için her zaman içgüdüsel olarak kötüye gidecek ve bu savaşlar daha da büyüyecek. Savaşlar bir gün taşa sopaya tekrar evrilir mi bilemem fakat tek bildiğim savaşın her zaman gerekli olacağı ve bitmeyeceği. Bu savaşlar sadece insanlar arasında değil, tüm canlılar arasında var ve her gün sürmekte. Savaş sahnesinde yer alan her insanın perde kapandığında farklı bir isteği olacak. Hepsinin bir amacı var.. Kimi kahraman olacak, kimi inandığı uğurda canını verecek.. Kiminin adı hatırlanacak, kiminin hatırlanmayacak..
Son veremediğin bir şey varken ortada iyi bir yöne evrilmesini sağlamalısın. Madem sonlandıramayacaksın ve bitiremeyeceksin o zaman akışına yön vermelisin. Savaşın kaybedeni bu sanatın önemini kavrayamamış olanlar olacaklar ve her zaman bu yükün altında kalacaklar. Bitmek bilmeyen savaşlar, toprakla buluştuğunuzda son bulacak!
Savaşın! Kendi doğrularınız, gerçekler ve değerleriniz için savaşın!
Savaş bitmeyecek ve bu sanatın en başarılıları her zaman diğerlerini sahneden yolcu edecek! Ölüm operası onları bekliyor!
[section label=”Damla”]
Damla :
İlk savaşım oydu.
Onu tanıdığımda anlamıştım büyük bir savaş olacağını; göğüs kafesimi paramparça eden,bombalayan,yakan,yıkan ilk savaşım oydu.Hiç karşılık vermedim bu savaşa, sadece durdum.
Durdum.
Aynı bir heykel gibi .
Öldürmedi bu bombalar, mermiler beni; yaşatmadı, yaralı da bırakmadı.Sınırlarıma dayandı,sınırlarımı kuşattı, benim topum tüfeğim yoktu;
Tüm benliğimle yapayalnız karşısında durdum ,kaçmadım,koşmadım,saklanmadım.
Günler geçti ,aylar,mevsimler.. Ne soğuklar, ne kavurucu sıcaklar gördü ruhum, bedenim.
O beni yaralamaya devam ederken ben hala orada dikiliyordum.
Ne kadar güçsüzdüm; ben ki karşıma çıkan her savaşı galibiyetle almışken, bu savaştan sağlam çıkamamıştım , benim de yenilgim, zaafım oydu. Sadece göğsümü değil tüm bedenimi ele geçiren bu savaş yavaş yavaş beni yerle bir ediyordu. Ve sonunda ben pes etmeden o pes etti , savaşa son verdi, o gitti ben kaldım. İki kişiydik savaş cephesinde, ne o beni öldürebildi ne de ben onu.
Yaralı olarak kurtuldum,yaşıyordum ama artık bir savaş daha kaldıramazdım, ayrıldım ordan, bıraktım kendimi,onu.
Artık ne ona ne de kendime acı çektirmeyecektim. Ellerimle attım onu, beni yaralayan zaafımı o cephede bıraktım. Şimdi bu yolda tek başıma kendi savaşımı vereceğim.
[section label=”Çağla”]
Çağla :
Nedir bizi mağlup kılan?
Galibiyet her zaman mutlu olma edimini sağlayabilir mi toplumlara ?
İnsanın savaşma ihtiyacının ana nedeni nedir ?
Savaşlar hep yıkım getirmekle mi yükümlüdür ?
Yukarıdaki soruların tam olarak kaçına cevap verebilirim bilmiyorum ama bendeki savaş soruları bunlar. Öncelikle tarihsel süreçleri göz önüne aldığımızda toplumlar dayatılmış güce ihtiyaç duymuşlar, bu bazen bir kral olmuş bazen lider bazen göklerden yahut suların milyonlarca kilometre altından çıkıp gelen bir tanrı. Toplumlar madenlerini bile bu dayatılmış olan güce göre işlemişlerdir, ‘ bakır işlenecek ‘ diyen güce karşı kimse ‘ gümüş işleyelim ‘ dememiştir sömürge kavimlerden biri çıkıp bunu söyleyene dek.
Dayatılmış gücün olduğu yerlerde özgür düşünce yok olmak zorundadır çünkü.
Savaş; var olanı artırmaktan ziyade kazanılmış olanı elde tutma isteğidir. Kazanılmış olana yazı boyunca güç diyeceğiz, dayatılmış güç. Her savaş iki alternatif doğurur; kazanmak ya da kaybetmek. Bütün savaş marşları öldürmeyi emrederken barış sağlamaktan bahseder Wilhelm Reich’in bütün küçük adamları.Savaşın kazananını görmek isteyenler çocuk cesetlerinin sayısını tespit etsin!
İlkbaharın dallarından damladığı yasemin kokan bir sabah kanser hücrelerinin vücudundaki varlığını öğrenir insan, bazen de annesi dayaktan ölmesin diye dua etmeyi.. Bazen doğayı katledenlerle, bazen cugara ile, kaygılarıyla,insanlığıyla, şizofrenisiyle, var olan tüm imkansızlıklarla, kafein ile, kılıçla topla tüfek ile, kentin dolup boşalan gürültüsüyle, felsefeyi Aristoteles edebiyatı Cemal Süreya’dan ibaret sananlarla, olur olmadık halı silkeleyen üst kat komşusu çirkef Nebahat ile, rüzgarın şarkısını dinlemeyenlerle, şiir ile gam ile, hastane koridorlarıyla ama en çok geçmişi ile savaşır insan. Ya unutmak istese de unutamaz ya da unutan yerleri ağrıyordur zat-ı muhteremin.
Nefertiti’nin lanetiyle yazdığım çilek kokulu bir günlüğüm vardı, o zamanlar dokuz yaşındaydım. Okula gittim, arkadaşım Ayşe ile kantinde tost yedik eve geldim sütümü içip yatacağım tarzında bir günlükten çok insan olmanın tüm yetersizliği ve nefretini yazdığım bir milattan önce tabletiydi benim için; yazmıyordum çünkü özenle yenmiş tırnaklarımla kazıyordum. Okuldaki tüm gürültüden kaçıp akşam yemeğinden sonra kendi gürültüme yakalanıyordum Türkçe kitabımın bilmem kaçıncı sayfasında, son derece saçma gelen bir dizi kelime ile özensizce yazılmış çocuk şiirinin üzerini elimle kapatıp, konu doğal sayılar iken ben camdan dışarıdaki ağaçların birbirine değişini izleyip özenle işliyordum kelimelerimi özensiz ve ucu kör Faber Castell kalemimle.İçinde bir parça annemin sevgisi vardı geri kalanı isyan.
Sonra bir gün sanırım on üç yaşındaydım birden bire ne olduysa konuşmaya başladım, ana rahminden çıkıp kantine Esra ile simit yemeğe inmiştim sanki. Susarak sürdürdüğüm bu savaşı kelimelerle ifade ederek sürdürmek zorundaydım artık. Yalnızlıklarımda kuşattığım kalelerim bir bir fethedilecekti tek yanlış hamlemde, bu yüzden bir söz verdim önlüğümü giyip okula gitmem gereken sabahlarda:
‘’ asla pişman olacağın bir şey yapmayacaksın. ‘’
Fethedildim yeri geldi ama savaş devam ediyordu, taarruza geçmeyi asla ihmal etmedim. Ülke sınırlarımı sadece ailemin geçebileceği bir düzlüğe kadar genişlettim, başka hiç bir sebep beni savaşımdan alıkoyamadı. Bir destek kuvvete ihtiyaç duyuyor tabi bu denli güçlü kalabilmek için insan , günlüğümü dizdiğim rafa zamanla şiir antolojilerini daha sonra ise felsefe kitaplarını dizmeye başladım. Lambada titreyen alev var etti beni, dinim imanım annem oldu, dinim imanım şiir, dinim imanım özgürlük..
[section label=”Ali”]
Ali :
Savaş dediğimde hep içim titrer,
Bir asker çocuğu olmak
savaş ve ölümün büyüsünde büyümek gibidir.
Üçüncü kata çıkmayan ölümler gördüm,
babasız kalan çocuklar..
Hep bir ezgi çalar kulaklarımda
ölüm marşının acı tınısı,
sessizce babamın gelmesini beklediğim
o uzun zamanlarda
Aydınlık karanlık olur,
karanlıkta büyüyen düşünceler
sevgisiz, ırkçı birini yaratır
haksız da değildir düşünceler
Eşini ve babasını kaybedenlerin
acı çığlıkları hala kulaklarımda..
Savaş hep var olacaktır
intikam hep gelen nesile aktarılır
gerçekçi olalım
barış içinde bir dünya asla olmayacak.
İntikam, savaş ve ölüm
7 yaşında bir çocuk iken filizlenir,
30 yaşında iken
bir kavak ağacı gibi uzar gider
durduramazsın içindeki nefreti
savaşmak istemezsin
belki de nefretin seni alır götürür.
[section label=”İlknur”]
İlknur :
Her insanın içinde kocaman umutlar ve daimi bir savaş var. Uzun zamandır içine sıkıştığım ve adlandıramadığım duygunun tam göbeğindeyim. İçerisindeki girdapta dönüp duruyorum. Daha önce inanarak çıktığım savaşın içinden, bu kez mağlup olarak çıkacağım korkusu bütün vücudumu sardı. İnanmak… Belki de bu kelime önemliydi, sanırım artık tam anlamıyla inanamıyorum.Kafamdaki düşünceler, içimdeki savaşı hiç durdurmuyor
Peki bu savaş nasıl bitecek ?
Ben de bilmiyorum.Umut dolu olmak güzel şey ama en azından bu umutlarımı kaybetmeyeceğim bir savaşın içinde olmayı isterdim. Ama yine de içimdeki kız çocuğu, çığlık çığlığa “ bu savaşı ve mevcut bütün savaşları biz kazanacağız. “ diye bağırıyor. Daha önce de söyledim, her zaman da söylerim; hepimiz kendi savaşımızın kahramanıyız, kaybetsek de kazansak da.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!