Nuri Bilge Ceylan’ın Uzak filmini izlerken acıktığımı fark ediyorum. Usulca mutfağa yönelip en basit yoldan bir makarna yapmak istiyorum. Soyut olmayan tenceremizin içine son derece somut olan ve hiç sofistike olmayan musluk suyunu doldurma işlemine başlıyorum. Tencereyi su ile doldurduktan sonra, ateşi bulan mağara adamını anarak, tüpü yakıyoruz. İnanmayacaksınız ama Tüpün yarısı dolu. Bu bize bir kaç gün daha gider. Suya bir parça çubuk makarna yardımı ile sevdiğimizin adını yazma çabamızın da başarısız olması nedeniyle fazla uğraşmayız. Su ısınana kadar, biz de ne yapıyoruz? Tabii ki filmimize dönüp, kaldığımız yerden izlemeye devam ediyoruz. Size burdan filmi anlatmak isterdim ama 15 dakika karda yürüyen bir adamın heyecanını anlatacak doğru cümleleri bulamıyorum yani hafif kalıyor fani kelimelerim,cümlelerim
Filmi dondurup, suya bakmak lazım. Kaynayan suya çubuk makarnamızı kırıp, fazla sıçratmadan doldurduktan sonra, sossuz olmaz diyerek hemen, 49 yıldır yapılan ve her yapanın “benim icadım” dediği domates sosunu hazırlamaya başlıyoruz. Kapı kapı dolaşıp, zorla tencere, tava satmak isteyen bir satıcıdan aldığım, ucuz ve banal olan tavayı ocağa koyup altını yakıyorum. Yağı ısıttıktan sonra bir sanat eseri gibi ince ince doğradığım domatesleri, yavaş bir akım ile tavaya doğru kısa ama ses getiren bir yolculuğa çıkartıyorum. Pişmiş yağın, domates ile buluşunca ortaya çıkan enfes ses. Domatesleri iyice ezerek tavanın altını kapatıyorum. Makarnalarımızda enfes bir şekilde piştikten sonra, üzerine özenle pişirilmiş, ayrıca kendi icadım olan domates sosu ile birleştirdikten sonra ortaya, en harika tasarımcıların bile elde edemeyeceği bir görüntü çıkar. Afiyet olsun… Tuz atmadık ama olsun. Tuzluğun yarısı dolu. Hayata sanatsal ve pozitif bakabilmeniz dileklerim ile tarifime son veriyorum…
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!