Sakin- 2.Bölüm
Dirseklerini dayadığı masanın üzerine yayılmış fotoğrafları, bir fiskede dağıtıverdi. Öfkeden gözü dönmüş, kime çatacağına ise karar verememişti. Masanın hemen önünde ellerini bağlamış ve yerden başını kaldıramayan adamların suratlarına çevirdi başını, sakalını sıvazlarken. Öfkeli iken ağzı çok bozuk olduğundan konuşup konuşmamak arasında gidip gelirken gözü, odanın köşesinde duran ITT marka televizyonun siyah-beyaz ekranına kilitlendi:
-Aç bakim şunun sesini!
Serdar, hemen televizyona koşup ses düğmesini kıvırdı ve odanın içerisine İl Emniyet Müdürü’nün, seyyar bir kürsü arkasından önündeki gazetecilere seslendiği konuşması doldu:
-… Yapılan tahkikat sonucu, bu operasyona karar verilmiş ve ekiplerimiz derhal harekete geçmiştir. Yapılan çeşitli baskınlarda eser miktarda uyuşturucu madde ve kaçak alkol ele geçirilmiş olup, yakalanan bu maddelerin İstanbul’umuzun gece mekânlarında satıldığı tespit edilmiştir.
-Sayın Müdürüm, bu mekânlar hakkında bilgi verir misiniz? Hangi mekânlar kaçak alkol satıyormuş? Tespit edilebildi mi?
-Evet arkadaşlar. Bilumum kulüp ve lokantanın da içerisinde bulunduğu bir satış ağı çökertilmiş ve mesulleri hakkında cezai işlem başlatılmıştır.
Emniyet müdürü konuşurken Omar’ın bakışları, müdürün hemen yanı başında duran ve kalın çerçeveli gözlüklerinin arkasından gazeteci kalabalığını seyreden ve sorulara cevap vermek için sırasını bekleyen Başkomiser İhsan’a odaklanmıştı. Emniyet Müdürü İhsan’ı takdim ettiğinde Başkomiser, sorulara kısa ve net cevaplar verip basın toplantısını bitirdi:
-Kıs şunu Serdar, kıs! Adamın suratını televizyonda görmekten bıktım. Zaten nefesini ensemde hissetmekten geceleri uyuyamaz oldum.
-Ne yapacağız abi? Her sevkiyatta peşimizde, nerede teslimat varsa herif orada bitiyor. dedi Serdar, televizyonun sesini kısarken.
-Bana Jilet’i bulun, bu İhsan’dan kurtulmanın başka yolu yok.
-Polis mi öldüreceğiz abi? Hem unuttun galiba, Sakin her yerde onu arıyorken Jilet töbe ortaya çıkmaz.
-Ben çağıracağım, Jilet gelmeyecek öyle mi? Söyleyin, Sakin’i ben hallederim. O beni İhsan’dan kurtarsın.
-Tamam abi. Sakin için aklında bir şey var mı?
-Var, var aslında. Yarın akşama uyduruk, ufak bi sevkiyat ayarlayın. Bir de bu sevkiyat için Beyoğlu’na bir iki kuş çıkarın. Bir de sansar lazım bana.
-Aklındaki ne abi?
-Sansarımız, Sakin’i sevkiyatın olduğu yere çekecek. Kuşlar da haberi İhsan’a ulaştıracak. İhsan, Sakin’i alacak, böylece Jilet boşa çıkar. Sonra Jilet, İhsan’ı yer. Sakin üç beş gün yatar, çıkınca Jilet’i yer.
-Yani abi?
-Anlaşılmayacak bir şey yok; önce Jilet Sakin’den, biz de peşimizdeki İhsan’dan kurtuluruz. Sakin çıkınca Jilet’i temizler, biz de polis cinayeti ile bizi bağlayacak tek kişiden kurtuluruz.
-Tamam, abi ben malı ve hayvanları hazırlayayım.
-Bana bak! Ağzı sıkı çocuklar bul. Ortalıktan da kaybolsunlar hemen.
-Merak etme abi. Bizzat ben ilgileneceğim.
Başkomiser İhsan Kuloğlu, adının yazdığı kapıyı tekmelercesine açıp peşinde Arman ve Rüveyda olduğu halde odasına girdi. Önce ceketini özenle çıkarıp kapının yanındaki dilsiz uşağın ahşap omuzlarına bıraktı. Sonra kemerlerindeki kopçaları çözüp, koltuk altı kılıfını ve silahını çıkarıp çekmeceye koydu. Gıcırdayan koltuğuna oturup yarım tur atarak masaya vurdu sinirle!
-Tamam başkomiserim, olan oldu.
-Ne demek Rüveyda? Ben bu mala dedim ki açıklama yapma, uyandırma adamları dedim. Dinlemedi. Ne kadar gazeteci varsa, duyan gelmiş bir de.
-Abi, plan tıkır tıkır işliyor. Ne olmuş uyandılarsa. Zaten ne bildiğimizi henüz kimse bilmiyor. Yakalarız yine ne kadar kaçakçısı varsa kentin.
-Ya Arman, sen de müdürün gibi mal mal konuşup benim canımı sıkma. Birini yakalamanın en kolay yolu, kovalandığını çaktırmamaktır.
Kapı tıklanınca oturuşunu düzeltti herkes. Rüveyda da ayakta durduğu cam kenarından Arman’ın oturduğu koltuğun karşısına geçti. Açılan kapıdan içeriye genç polis memuresi Ebru girdi:
-Başkomiserim müsait misiniz?
-Gel Ebru, gel. Ne vardı?
-Bunu size bıraktılar.
Ebru’nun uzattığı ve üzerinde adının yazdığı zarfı açan başkomiser, kısa notu okuyunca bakışlarını yeniden Ebru’ya çevirdi hızla:
-Kim getirdi bunu?
-Postacı kıyafeti giymiş birisi başkomiserim.
-İlk başta önemsemedim ama adam gittikten sonra kafama takıldı. Kıyafetleri özensiz ve brövesi eksik postacı olmaz, Postaneyi arayıp sordum. Ne postane bize bir evrak çıkarmış ne de tarif ettiğim tipte bir postacıları varmış. Ne oldu ki?
-Arman, Rüveyda. Sakin’i bitirmek için fırsat çıkmış olabilir desem ne dersiniz?
Üçünün sakin bakışları üzerindeyken keyifli ama düşünceli bir şekilde geriye yaslandı İhsan. Aylardır açığını aradığı Sakin, bu isimsiz zarfla avuçlarına düşebilirdi. Kimin yolladığını şu an için önemsemediği – çünkü öncelik Sakin’i yakalamaktı– ihbar mektubu, bir kehanet gibi önünde duruyordu. Mektubun içeriğini, meraklı bakışlarla kendisinden açıklama bekleyen memurlarına anlattı. Rüveyda ve Arman, hemen fırlayıp akşamki baskın için hazırlıklara koştular. Ebru, zarfı eline alıp kısa bir tereddütten sonra:
-Başkomiserim, müsaadenizle bir şey söyleyebilir miyim?
-Tabi kızım.
-Bu Sakin’i daha önce hiç uyuşturucu işi yaparken duydunuz mu? Yani onu arama sebebimiz sadece kaçak, kumar ve içki… Yanılıyor muyum?
-Devam et Ebru, yani?
-Yani diyorum ki başkomiserim, siz aylardır hiç uyuşturucu işi yapmamış bu adamın birkaç cinayet ve kaçakçılıkla ilgili açığını arıyorsunuz. Hem de bu adamın suçlandığı cinayetler namlı uyuşturucu tacirleri iken, birden isimsiz bir mektup geliyor, uyuşturucu satışında bulunacağına dair. Size de garip gelmiyor mu bu?
-Sana hem aferin hem de zayıf not veriyorum. Aferin, çünkü geriye çekilip bakmayı öğrenmişsin. Detayları değerlendirmeyi beceriyorsun. Zayıf not ise bu tip adamları henüz tanımamandan kaynaklanıyor. Dün yakaladığımız adamların hepsi, önce cinayet işlediler hem de onlardan önce bu işi yapan adamları. Sonra ufak tefek işlerle başladıkları ağı, tüm gece hayatına yaydılar. Sakin’e o zamanı vermeyeceğim, küçükken ezeceğim başını.
-Ama başkomiserim, bir şeyi kaçırıyorsunuz.
-Nedir?
-Sakin, sevdiği kadını yeni kaybetti. Cenazedeki halini gördünüz. O gün, gün boyu hatta gece bile mezarın başından ayrılmamış diyorlar. Yeni böyle birisi hemen, hem de daha önce girmediği bir işi yapar mı? Hadi yaptı diyelim. Sizin gibi başarı oranı rekor düzeyde birisi bile şimdiye kadar Sakin’in açığını yakalayamamışken, sizce böyle bir hata yapar mı?
-Haklısın ama bak ne diyeceğim? Neden bunu yarın sabah sorguda Sakin’e sormuyoruz? Çünkü bu ihbara itibar edip peşine düşeceğim. Ufak bir ihtimal de olsa Sakin’i yakalayacağım ve içeri tıkacağım onu. Ama söz; eğer bu ihbar doğru çıkar ve Sakin elime düşerse, bu hatayı nasıl yaptığını bizzat birlikte soracağız.
-Akşam operasyona ben de katılabilir miyim peki?
-Yok kızım. Sen eve git, oğlunla ilgilen. Sana burada ihtiyacım var, dışarıda riske atamam seni. Hadi sen işlerine bak, sonra çıkarsın.
-Baş üstüne.
Ebru çıkarken onun söylediklerini düşündü, İhsan. Aslında mektubu okur okumaz bunların hepsi onun da aklına gelmişti ama Sakin onu öyle çaresiz bırakmıştı ki, en ufak bir ipucuna sarılması bu yüzdendi. Mektubu tekrar inceledi. Sonra masanın üzerine bırakıp silahının koltuk altı kılıfını yeniden kollarından geçirip kuşanırken, pencereye döndü ve yavaş yavaş çöken akşamın altında bir ormanı andıran kalabalık şehre baktı. Çekmeceden aldığı silahı, kolunun altındaki kılıfa yerleştirirken söylendi dişlerinin arasından:
-Ben avcıyım. Benimle bu ormanda avlanan aslanlar, çakallar, kurtlar var. Peki, sen Sakin Efendi! Aslan mısın, kurt mu, yoksa çakal mı? Yakında anlayacağız…
2.Bölümün Sonu
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!