” Tüm savaşlar iç savaştır, çünkü bütün insanlar kardeştir. ”
-François Fenelon
I. Dünya Savaşı, son bulur. Birileri kazanır, birileri kaybeder. Asıl kazanç güç gösterisiyken, asıl kaybeden halklar olmuştur. Ölen milyonlarca insan…
Her şey, Avusturyalı köylü bir kalp yoksunu canlının Almanya’nın başına geçebilmek için 1932’de Alman vatandaşı olmasıyla başlar. 1939 senesinde Büyük Savaş patlar ve 5 sene içerisinde önünde ne varsa yıkıp geçer. Tarihler 30 Nisan 1945’i gösterirken o enteresan bıyıklı Avusturyalı adam ortadan kaybolur, eşi ve köpeğini de beraberinde götürür. Ülkesi ise ideolojiler tarafından ikiye bölünür. Yıl 1947, 12 Mart 1947. Yaşlı gezegenimizin pis çocuğu, Amerika Birleşik Devletleri… Başkan Harry Truman, açıklama yaparak bir hedef gösterecektir. İnsanlar gergin, meraklı ve şaşkındırlar. – Savaş daha yeni bitti yine neler oluyor? – Saray, hazırdır. Başkan, koltuğuna kurulur, takım elbisesini düzeltir ve başlar: ‘’Sevgili dünya!’’ der. Başlangıcı gibi sonu da ilginçtir. Ve bu ilginçlik, komünizm ile mücadele eden ülkelere para ve askeri yardım yollamasından kaynaklanmaktadır. Truman, ‘’Komünizm ile mücadele eden ülkelere maddi ve silahlı yardım yapılacaktır.’’ der. Ama bir dakika… Daha iki sene evvel bir komünist ülkeyle ittifak içerisinde değil miydi Amerika? Neyse, işte devletler ve siyaset… Kongreden çıkan izinle beraber Türkiye’ye yüz, Yunanistan’a ise üç yüz milyon dolar ‘yardım’ yapılır.
Dünya tarihinde sadece iki yüz yılın barış içerisinde geçtiğini biliyor muydunuz? Devletler barışı sevemediler bir türlü, yazık oluyor insanlara ve bastonuna güvenen şu yaşlı gezegene.
Doktrinin nedenlerinin başında gelen Sovyet Rusya’nın güneye yayılma politikası, aynı hızda devam ediyordu. Yunanistan’ın başına komünist gerillaları yapıştıran Stalin, koltuğuna kurulmuş votkasını yudumluyordu. Şımarık çocuğumuz Birleşik Devletler ise rahattı. Kendine olan güveni sonsuzdu ve ‘’En güçlü, benim.’’ diye böbürlenip duruyordu. Ama karşısında hiç hesaba katmadığı bir gerçek vardı. En büyük düşmanı, – girdiği ortama göre şekil alan – KGB(Devlet Güvenlik Komitesi) idi. Ekim Devrimi sonrası, – proletaryanın yarım kalmış türküsü niteliğindeki – emperyalizme karşı tek farklılık: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği.
Bölüm 1
Yalta Konferansı
4 Şubat 1945, yer SSCB’ nin güneyinde yer alan Kırım’ın yazlık cenneti: Yalta. Üç büyüklerin kapışması… Yedi saatlik yolculuk ve 39 derece ateşle çok gergin duran Winston Churchill ve yine yorgun olmasına rağmen sakinliğini koruyan Roosvelt , karşılarında ise onları gayet sıcak karşılayan ‘demir adam’ Stalin…
Uçaktan inen liderler ve beraberlerindeki tasmasız köleleri ilerlerken, bir şey dikkat çekiyordu. Çocuk felci geçirdiği için rahat yürüyemeyen Roosvelt araba ile ilerlerken, Churchill arabaya tutunarak ilerliyordu. Bu garip durum, İngiltere’nin masada en zayıf halka olduğunu ve acilen eski görkemli günlerine dönmesi gerektiğini gösteriyordu. Bu tuhaf ve komik duruma içerleyen Churchill’in doktoru Lord Moran, ‘’Eskiden Hintli bir kölenin Kraliçe Victoria’nın peşinden yürümesi gibi, Başbakan da onun peşinden yürüdü.’’ diyerek sitem ediyordu günlüğünde. Fakat bu, İngiltere’nin ne ilk ne de son aciz haliydi. Savaş daha bitmemişti. Ve Yalta, Churchill için son hayatta kalma mücadelesiydi. Yalta Limanı’na 3 km güneyde bulunan Livadia Sarayı’nda yedi gün süren toplantılar sonucu bazı kararlar alındı ve soğuk savaş dönemi başlamış oldu.
Yalta Kararları:
– Birleşmiş Milletlerin eline veto yetkisi geldi.
– İsrail toprak yapısının coğrafi düzenlemeleri yapıldı.
– Almanya’yı bölme planları düzenlendi.
– SSCB, Japon İmparatorluğu’na resmi olarak savaş ilan etti.
– Bu üç büyük ülkenin hegemonya alanlarındaki ülkelerin iç ve dış siyasetleri güncellendi.
Bölüm 2
Nazilerin Çöküşü ve Doğu-Batı Almanya
Koskoca Nazi İmparatorluğu’nda son bir aya girilirken elde kalan tek şehir, Berlin’di. Şehrin altında tamı tamına 149 km’lik tüneller vardı ve bu, kısmen güçlü kalmasını sağlamıştı. Ama zaman daralıyordu. Kızıl Ordu, Frankfurt, Cottbus ve Dresden’i geçmişti. Batıdan ise Leipzig ve Magdeburg’u geçen İngiltere ile ABD geliyordu. Nazilerin çocuk birlikleri, ana askeri birlik, kadın birlikleri, sokak hareketleri… Hepsi başarısız olmuş ve artık yoktular. Führer, kızgındı. En büyük korkusu, Kızıl Ordu’nun onu sağ yakalamasıydı. 30 Nisan 1945 tarihinde karısı Eva Braun ve köpeğiyle beraber sığınaklarında intihar etti. Ama dikkat çekilmesi gereken bir konu vardı. Bu tarihten iki hafta sonra Rusların eline düşen Führer’in yaveri, ‘’Ben ceset görmedim.’’ demişti. Birçok araştırmaya göre de Hitler intihar etmeyip Arjantin’e kaçmıştı. Neyse, sonuç olarak bu tarihten itibaren bu adamdan bir daha haber alınamadı. Aslında Berlin, ne Batılı güçlere ne de Sovyetlere sınır değildi. Ama stratejik ve siyasi açıdan büyük önem arz ediyordu. Savaş sonrası Stalin’in emriyle Berlin’e Batı’dan giriş, Sovyet güçleri tarafından kapatıldı. Bu olay, 29 Haziran 1948’de yaşandı ve Berlin’de yaşanan ilk kriz oldu. Sovyetler, kendi bölgesinin içerisinde yer alan bu şehre de sahip olmak istiyorlardı lakin bu istekte yalnız değillerdi. 4 Mayıs 1949’da imzalanan New York Antlaşması ile kriz sona erdi. Bu olaylardan sonra ABD, İngiltere ve Fransa birleşip Federal Almanya’yı yani Batı Almanya’yı kurdular. Bundan kısa bir süre sonra ise Sovyetler, Alman Demokratik Cumhuriyeti’ni yani Doğu Almanya’yı kurduklarını ilan ettiler. Berlin, dünyadaki komünist ve kapitalist gösterilerin ana merkezi olurken, 1952 senesinde Doğu ve Batı alanlarının giriş çıkışı yasaklandı.
Bölünme Sonrası Sonuçlar:
-Soğuk savaş, yeni bir boyuta taşındı.
-Komünizm ve kapitalizm, arkalarında bıçak saklayarak birbirlerinin yüzlerine güldü.
-Birçok aile dağıldı.
-Ülkenin etnik, coğrafi ve siyasi yapısı bozuldu.
-İdeolojilerin ana merkezi, Berlin oldu.
-Berlin, iki tarafın da kuklası haline geldi.
-Doğu’dan Batı’ya, Batı’dan Doğu’ya kaçmalar sonrası toplam 2,5 milyon insan hapse girdi.
Bölüm 3
Füze Krizi
Tarihler, Ekim 1962’ye çevrilmişken – krallar, vezirler, piyonlar – hepsinin yüzleri, görünmeye başlamıştı. Dünya halkı, tedirgindi yeniden. Bunun sebebi ise bir nükleer savaş olasılığıydı. 1 Ocak 1959’da gerçekleşen Küba Devrimi sonrası, ABD kıyılarının tam karşısında komünist bir devlet oluşmuştu. ABD, bunun ardından SSCB’nin yakınlarında hareketlilik göstermeliydi. 1950’li yılların sonundan 1962 senesine kadar – ABD tarafından – İtalya ve Türkiye’ye orta menzilli balistik füzeler yerleştirildi. Bunların asıl nedeni, John F. Kennedy’nin Küba’yı bir düşman olarak görmesiydi. Çünkü üç sene önce ABD kontrolündeki Batista rejimi son bulmuş ve Fidel Castro başa geçerek gözdağı vermişti. Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) tarafından Küba’yı işgal etme girişimi olarak yapılan Domuzlar Körfezi Operasyonu başarısızlıkla sonuçlanınca ABD, füzeleri devreye soktu. Çünkü SSCB, Küba’ya tam koruma sözü vermişti. SSCB tarafından 1 Mayıs 1960’da düşürülen ve dünyaya açık bir konferansla Nikita Kruşçev tarafından servis edilen U-2 casus uçağı, bu iki ülke arasındaki ilk somut gerginlik oluyordu. Akabinde SSCB ve Küba’nın arası çok sıcak ilerlerken, SSCB tarafından 1962 sonbaharında Küba’ya füzeler yerleştiriliyordu. Bu, aslında güçlü bir gözdağıydı, çok güzel bir senaryoya sahip bir kısa filmdi. John F. Kennedy zorda kalmıştı ve Kruşçev’in bazı talepleri vardı: Küba’nın işgal edilmeyeceğine dair bir garanti ve Türkiye’ye yerleştirilen füzelerin sökülmesi gibi. Bir süre sonra Kennedy bir liste yaptı ve bu durumların gerçekleşmesi halinde Küba’ya müdahale edileceğini belirtti. Küba’da bulunan Guantanamo Üssü ve Panama Kanalı, diğer Latin Amerika ülkelerinde bulunan ABD vatandaşlarının hayatlarının riske girmesi durumu, Cape Caneveral İstasyonu’na müdahale ve SSCB’nin Küba’da saldırgan bir üs kurması listenin ana başlıklarıydı. Bunun üzerine Kruşçev ve Kennedy arasında mektuplaşmalar başlar ve istekler ile yapılanlar değiştirilir. SSCB füzelerin yönünün Washington’a çevrildiğini açıklar ve alttan alttan gülümser. ABD ise isteklerini yineler. NATO’nun asıl korkusu, SSCB’nin Türkiye’yi işgal etmesi durumunda kendilerinin de savaşa girmesidir. Bu nedenle sessiz kalırlar. Son olarak ABD başkanı Kennedy, Türkiye’deki füzelerin eski olduğu ve kapakların kapalı olduğunu Kruşçev’e ispat eder. Ardından 28 Ekim 1962 tarihinde karşılıklı verilen sözler sonucu, bunalım sona erer.
Kriz Sonuçları:
-SSCB, ilk somut eylemini yapar.
-İki tarafın da destekçileri belli olur.
-Dünya, nükleer bir savaşın eşiğinden döner.
-Kruşçev, iktidardan düşürülür.
-Gerilim sonrası Moskova’da 5 Temmuz 1963’te nükleer silahların yayılımını önlemek amacıyla nükleer silah denemelerinin kısmi olarak yasaklanması antlaşması imzalanır.
Herhangi bir bunalım sırasında Washington ve Moskova’yı direkt olarak bağlayacak bir telefon ağı (hotline) kurulur. Bu olaydan sonra, soğuk savaş dönemi durulur.
John F. Kennedy suikastı, Papa suikastı, Moskova’da bulunan ABD elçiliğine lazer silahla kanser saldırısı, iki ülkenin de birbirlerinin elçiliklerini basması… Daha öncesinde ise Kore Savaşı, dış siyasetlere karışma, darbe girişimleri, uzaya çıkma yarışı, uluslararası spor rekabeti, satranç krizi…
Bölüm 4
SSCB’ nin Çöküşü
Amerika’ya gezi düzenleyen ilk ve tek Sovyet başkanı Mihail Gorbaçov, 25 Aralık 1991 tarihinde istifa eder. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, yerini Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’na bırakır. Sonu gelmeyen, önüne geçilemeyen bir parçalanma öyküsü…
Afganistan hezimeti, ülkede art arda gelen darbe girişimleri ve halkların özgürlük talepleri… Sovyetlerin bitişinin en temel direkleri. 1988 yılında Gorbaçov, bu süreci durdurmak amacıyla önlem paketleri hazırlar. Temelde Glasnost (açıklık) ve Penestroyka (yeniden yapılandırma) üzerine olan bu paketler, işi bitirmek yerine, bitişi daha da hızlandırır. Bu iki paketin yarattığı özgürlüklerden faydalanan bastırılmış görüşler, rahat bir biçimde liberal bir ortam kurdular. Bu durumdan rahatsız olan ve Sovyetlerin eski haline gelmesini isteyen generaller ve politbüro üyeleri, Gorbaçov’a karşı darbe girişiminde bulundular. Boris Yeltskin tarafından durdurulduğu iddia edilen bu darbe girişimi sonucu, birliğin aylar içinde dağılması sağlandı. Aralık 1991’de bir araya gelen Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya başkanları; Sovyetler Birliği’ni feshedip Bağımsız Devletler Topluluğu’nu kurduklarını açıkladılar.
Buradan güç alan diğer halklar isyana başlarken; her yerdeki heykeller, bayraklar, rozetler yıkılır ve yakılır. Halklar, özgürlüklerini alırlar. Ekim 1917’de temelleri atılıp 1922’de resmen kurulan proletaryanın türküsü, 1991 güzünde son bulur. Hiç kazanan olmamasına rağmen kaybedenin çok olduğu bir soğuk savaş dönemi de böylece biter. Ölen, halklar olduğu sürece; gülen, yüzler olmayacaktır. Yarım kalan hikayeler, elbet tamamlanacak ve dünya, bastonunu kırıp tabuta girecektir.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!