1.Merhabalar hocam, öncelikle sizi tanıyalım. Nevroz Serhat Odabaşı kimdir? Biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Bu soruyu yanıtlamak çok zor. Çünkü insan, kim olduğunu bildiği gün artık pişmiş demektir. Ve pişmek, çoğu insana nasip olmaz. Bu yüzden hala yanıyorum. Kim olduğumu aramaktayım. Ancak kendi hakkımda şunları söyleyebilirim:
Nevroz Serhat Odabaşı, edebiyata gönül vermiş bir sözcük işçisidir. Anadolu coğrafyasının acılarını, umutlarını ve hep unutulmuşluğunu içinde yaşarken, aynı zamanda öğretmenlik mesleğiyle yeni nesile umut aşılamaya çalışan biridir. Ve en önemlisi Çınar ve Rüzgar adında iki güzelliğin babasıdır.
2. Klasik fakat her yazarın cevabını bulması gerektiğine inandığım bir soruyu sormak istiyorum. Yazmak sizin için ne ifade ediyor?
Yazmak, benim için birçok şey ifade ediyor. Yazmak, dış dünyanın iç dünyamda oluşturduğu vurgunların sonucunda döküntü olarak sözcüklerime yansımaktadır. Ancak bu döküntü, olduğu gibi değildir. Bir süzgeçten geçtikten sonra şekillenerek oluşturulmuş bir döküntüdür. Ve bu döküntüler, toplumsal bir yoldaki bireysel adımlardır. Topluma hiçbir zaman sırtımı dönmedim. Çünkü acılarımın da mutluluklarını da kaynağı toplumun yüklemiş olduğu zihniyettir. Ancak toplumu olduğu gibi değil de belli noktalarda sorgulayarak kucaklarım.
Yoğun bir duygu hali yaşadığım zaman, mutlaka yazarım. Yazmamak bir kalp krizi gibidir. Sarsıcı ve yıpratıcı.
Yazmak, bir bebeğin acıkınca annesinin memelerinden süt içmesi gibi doyuran ve zamanla yoğuran bir süreç. Ve unutulmaması gereken bir nokta var: Herkes, yazmalı. Kimisi şiir, kimisi resim, kimisi heykel, kimisi müzik… Çünkü yazmak (sanat) insanın doğasında var.
3. Dünya mahallesinin edebiyat hanesine ‘’Ah Samira‘’ ve ‘’ SUS/ADI ’’ isimli iki adet kitap bahşettiğinizi biliyoruz. Kitapların oluşum süreci hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Yaklaşık yirmi beş yıldır yazıyorum.
SUS/ADI, yaklaşık on iki yılın birikimidir. Bir kitap çıkaracağım düşüncesinden çok uzak, kendi kendime yazdığım şiirlerdir. Değerli dostum, şair Murat Bozkurt’un ısrarı sonrasında kitaplaşmıştır. Bu şiirlerde Anadolu coğrafyasının on iki yıllık izlerine rastlarsınız. Konya’da fakir olan bir ailenin, evinin penceresinin camı yoktur. Bu yüzden Ayaz bebek, donarak ölür. Ya da Erzurum’da zor şartlarda çalışan bir öğretmenin nidaları, Avnik Kalesi’nden duyulur. Ya da Diyarbakır’da Dörtayaklı Minarenin önünde bir kent vurulur kimliğinden…
AH SAMİRA ise açıp da kapayamadığım bir kapıdır. Bu yüzden hece akrostişiyle başlayan(sa__, mi___,ra___) kitap, hece akrostişiyle mısra sonlarından ( ___ar, ____im___as) Samira’yı başa taşımaktadır.Bu Türk Edebiyatında örneği olmayan özgün bir yapıttır. Buradaki mesaj: Her sevda, ne kadar bitti desen de başa sarar. Hep içinde onu yaşatır ve hiçbir zaman bitmez. AH SAMİRA, otuz beş bölümden oluşan tek şiir tek kitaptır. Duygu, sözlük çalışmaları olan toplumsal mesajların yanı sıra sanatsal estetiği de göz ardı etmemiş bir kitaptır. Yaklaşık sekiz aylık bir süreçte Samira üzerinden Anadolu insanının sevdaya (hayata) bakışını anlatan bir kitaptır.
4. Neden başka bir edebi tür değil de şiir? İnsan, yazacağı türe karar verme konusunda hür müdür sizce?
Şiirin ahengi, sözcük oyunları, çoğu aza sığdırma yönü hep beni cezbetmiştir. Nesir ise daha çıplak bir türdür. Şiirde imgelere yaslanırken, nesirde cümlelere yaslanırsınız. Şiirde anlatmak istediğinizi imgenin çoğulluğunda anlatırken, nesirde cümlenin çoğulluğundaki konulardan anlatılmak istenen düşüncenin tekilliğine ulaşırsınız. Bu açıdan baktığımızda insan yazacağı türe karar verme konusunda hürdür. Yani aynaya düşmüş kendinizi anlatabileceğiniz gibi aynaya bakan kendinizi de anlatabilirsiniz. Hayata nereden bakıyorsanız, kaleminiz de o tarafa düşer. Ancak bu dönemde şiir adına yaşadığımız bir sorun var. Yayınevleri, şiir dosyalarını kabul etmemektedir. Bu da okuyucusu az olan şiirin yazgısından kaynaklanmaktadır. Bu durumu aşıp şiiri bir şekilde topluma sevdirmeliyiz.
5.Şiire aşina olan herkesin bildiği gibi şiirdeki en önemli hususlardan biri de ‘dil’ dir. Şiir dilinize etki eden faktörler sıralamasında ilk sırayı kapan faktör nedir?
Şiir dilimde ilk sırayı, ahenk alır. Yazarken duygunun akışıyla birlikte sözcükler de akmalıdır. Duygular bir nehir ise sözcükler o nehirdeki yataktır. Bu yüzden akışkan olmalıdır.
6. Edebiyatın genelinde olmakla birlikte şiirde daha sık gördüğümüz ‘değersizleştirme’ konusuna nasıl bakıyorsunuz? Neredeyse her gün, bir kitap basılıyor. Bu durum, genelinde sanatın manasını, özel anlamda ise şiiri nasıl etkiliyor sizce?
Birçok eserin verilmesi, aslında büyük bir hazinedir. Buradaki temel sorun, hazineyi değerlendirememektir. Yani az eser verilirse değerli, çok eser verilirse değersiz diye bir bakışın yanlış olduğunu düşünüyorum. Buradaki temel sorun, edebiyatın eleştiri türünden uzaklaşmış olmasıdır. Tahlil edilmeyen kitaplar, tahlil edilmeyen başka kitapları doğuruyor. Bu durum da her yapıtı yalnızlaştırıyor. Çünkü tahlil edilmeyen kitaplar, okuyucusuna kavuşamıyor. Bu durum da toplumun zamanla şiirden uzaklaşmasına sebep oluyor. Edebiyatımızda nesnel bir bakış açısıyla şiir tahlilleri yapılıp kitaplaştırılırsa, şiirin gücünün ortaya çıkacağını ve toplum tarafından şiirin sevileceğini düşünüyorum. Sanat, estetiği ön planda tuttuğu için her eserin kendine has bir duygu yoğunluğu ve estetiği vardır. Bu da sanata katkı sunar.
7. Günümüz Türk şiirinin en büyük sorunu ya da sorunları nelerdir?
Günümüz Türk şiirinin birçok sorunu var. Bunlardan en önemlisi; şiir eleştirisinden yoksun bir edebiyatın varlığıdır. Çünkü eleştiri ne kadar çok olursa, kendinizi o kadar iyi tanırsınız. Türk edebiyatında şu anda şiir eleştirisi neredeyse yapılmıyor desem yeridir. Bu da olduğu yeri bulamayan bir yapıt ortaya çıkarıyor. Sonrasında da süzgeçten geçmeyen eser, topluma ulaşamıyor. Toplum tarafından okunmuyor. Bunun sonucunda da yayınevleri, şiir dosyalarına pek sıcak bakmıyorlar. Bu durum da Türk edebiyatının yeni Nazım’larını, Cemal Süreya’larını engelliyor.
Türk şiiri , Türk edebiyatının yetimidir.
8. ‘’ Ah Samira’’ isimli kitabınızda ismi geçen Samira’nın ne anlama geldiği ve kitaba neden bu ismin verildiği, eminim birçok okurunuzun da merak ettiği hususlardan biri. Bununla ilgili kısa bir bilgi verebilir misiniz?
İsim, benim için çok önemli. Çünkü yaşama göz açan bir canlıya isim verirsin. Ve bu canlı, o ismin ruhunu yaşamı boyunca taşır. Bu, isimle ruh arasındaki derin ilişkidir.
Samira; gece arkadaşı, gece toplantıları, sabah yıldızı gibi bir çok anlama gelen bir sözcüktür. Kitabın bu adı almasının birçok nedeni var. Birincisi, gecelerime dost olmuş, bendeki bene dokunmuş ve sabah sözcüklerle içime doğmuş bir kitap olması. İkincisi, Samira’nın okunuşundaki ezgidir. Sözcüklerdeki ahengi önemserim.
Kitabım, Anadolu coğrafyasının kültürel, siyasi, sosyal izlerini kendi iç düşüşlerimde kurgusal bir sevdaya taşıdığı için Samira, kitabım için en uygun isimdi. Anadolu ne kadar Samira’ysa, Samira da o kadar Anadoludur. Ve Samira’nın önüne düşmüş ‘ah’, hepimizin ahıdır. İsteklerimiz, arzularımız, hayallerimiz,sevdalarımız, vazgeçişlerimiz, kırgınlıklarımız ve hep eksik kalışlarımızın ahıdır.
9. ‘Ah Samira’ ve ‘SUS/ADI’ yı okurken özlem ve sitem temaları baş gösterse de yer yer daha ağır ve daha toplumcu bir üslup kullandığınız görülüyor. Merak eden okurlarınızın olduğunu düşündüğüm şu soruyu sormak istiyorum: Acaba Nevroz Serhat Odabaşı’ndan birkaç mısrada gördüğümüz tarzda daha ağır ve gerçekçi bir üsluba sahip bir eser okuyabilecek miyiz ileriki zamanlarda?
Kendimi toplumsal gerçekçiliğe yakın hissediyorum. Sus/Adı adlı şiir kitabım daha gerçekçi bir yapı taşırken, Ah Samira adlı şiir kitabım hayal ve gerçekçiliğin iç içe girdiği bir yapıda. Ağır bir üslubun toplumdan uzaklaşmak olduğunu düşündüğüm için ağır üsluba uzak durmaya çalıştım. Ahmed Arif, bu konuda en kıymetlimdir. Yerelden evrensele uzanan sağlam sözcükler… İnsan, daima değişime açık bir yapıda olduğu için mutlaka üslupla ilgili değişimlerim olacaktır. Ancak bu değişimler kendi özgünlüğümü belirleme ve güçlendirme adına olacaktır. Şu anda bir roman yazıyorum. Çok yakın zamanda okuyucularımla buluşacak.
10. Edebiyat dünyasının can damarı olan dergilerin görevi sizce nedir? Bu görevi, layığı ile yaptığını düşündüğünüz ve takipçisi olduğunuz dergiler var mı?
Dergiler, edebi türleri topluma taşırlar. Şairin ya da yazarın topluma ulaşmasının aracıdır. Tanzimat edebiyatında gazete ve sonrasında Servet-i Fünun’la birlikte günümüze kadar dergi, bu görevi üstlenmiştir. Takip ettiğim birçok dergi var. Kafa, Bavul, Düşünce, Masa, Kafkaokur ve Ot, düzenli takip ettiğim dergilerdir.
11.‘’ Kitap yazarken uyanıksınızdır; zamanını, uzunluğunu, her şeyini seçebilirsiniz. Ben sabahları dört-beş saat yazıyorum ve zamanı gelince duruyorum. Gerçek bir rüya olsa bunları yapamazsınız.’’ diyor Haruki Murakami. Buna katılıyor musunuz ? Kitap yazmak, bilincin devrede olduğu ve kontrolünüzde olan bir uyanıklık mıdır? Yahut hayali bir akışın içinde olduğunuz ve yönlendirildiğiniz bir rüya hali mi ?
Kitap yazmak, duygulardan yola çıkarak bilincin akışı belirlemesiyle oluyor. Sadece duygulardan yola çıkılarak kitabı oluşturursanız eksik kalırsınız. Çünkü una suyu katıp yoğurarak haamuru elde etmişsinizdir. Ancak şekil vermemişsinizdir. İşte bu şekli veren, bilinçtir. Bu noktada bir kitabın serüveninde akışkan duyguları denetleyen bir bilinç olmalıdır diye düşünüyorum.
12.Kitaplarınız haricinde sizi görebileceğimiz mecralar var mı?
Şiir dışında bir gazetede köşe yazarlığı yapmaktayım. Bunun dışında tiyatroyla ilgilenmekteyim. Düşünce adlı dergide de yazmaktayım.
13. Sanatta ‘olmak’ nedir? Bir yazarın/şairin ‘olmak’ kıstası sizce ne olmalıdır?
Duygularınızı yansıttığınız madde, yüzyıllar boyunca ilgi çekebiliyorsa sanatta olmuşsunuzdur. Bu şair için de geçerli bir durum. Bugün Yunus Emre ya da Fuzuli’nin şiirlerini okurken kendimizden bir şeyler bulabiliyorsak, Yunus Emre ve Fuzuli olmuştur demek. Ancak buradaki olmak, tamamlanmak anlamında düşünülmemeli. Çünkü tamamlanmak mümkün değildir. Sonsuzdur. Buradaki olmak, kendinden sonraki yüzyıllarda da okunabilmektir.
14.Yazmak tek uğraşınız mı? Söz etmek istediğiniz başka uğraşlarınız da var mı?
Yazmak, tek uğraşım değil. Bunun dışında resim, fotoğraf ve tiyatroyla ilgiliyim. Ve en önemlisi, öğretmen olduğum için bir nesli suluyorum.
15.Son olarak buradan okurlarınıza, henüz kitaplarınızı okumamış olanlara ve insanlığa iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Hayata bakış açımızı gözden geçirmeliyiz. Hayatı, birilerinin istediği gibi değil kendi istediğimiz şekilde yaşamalıyız. Herkesin bir yaşam hakkı var. Kimseye ikinci yaşam hakkı verilmedi ve verilmeyecek. Kendimizi olduğumuz gibi en çıplak halimizle sevmeliyiz. Mutlaka sanatın en az bir alanıyla ilgilenmeliyiz. Çünkü insan, doğuştan en az bir sanat dalında yeteneklidir. Sanat, ruhu besler. O yüzden çoğumuzun ruhu aç. İnsan yeteneklerini keşfedemeden, kim olduğunu bilemeden bu dünyadan ayrılıyor.
Ve en önemlisi umudu gözlerinizden, sevdayı yüreğinizden, düşü yarınlarınızdan eksik etmeyin.
Samimiyetiniz için çok teşekkürler, edebi hayatınızda başarılarınızın daim olmasını diliyorum.
Size de bu değerli sorularınız ve ayırdığınız zaman için teşekkür ederim.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!