Bazen tüm olmazlar çevreni sarar. Hayat, her zaman doğrular üzerine kurulmaz. Boynunda bir tasmayla yaşıyorsan, tek kurtuluşun günaha bulaşmaktır. Yarın öleceksen, bugün son kez yaşayabilirsin. Kurtaranı bul.
Sabahın ilk ışıkları henüz eve dolmamışken, gördüğüm kabusla yataktan fırladım. Bahram, arkası dönük yatıyordu. Yatağın sarsılışı bile onu ürkütmemişti. Bu denli derin bir uykuya ömrümde bir kez bile yatmamıştım. Sırtımın teri, camdan esen soğukla birlikte üşütmüştü beni. Ayaklarımı çıplak zeminle buluşturup, su içmeye indim. Tavukların ve köpeklerin sesleri gelmediğine göre gökyüzü henüz gün doğumuna ulaşmamıştı. Artık yatamayacağımı anlayıp üzerimi değiştirdim.
Camları açıp, perdeleri çektim. Bahram uyanmadan çiftliğe girip tavukları besledim. Hava, karanlıktan kurtulup ışığa sarılmaya başlamıştı. Yan taraftan komşunun karısı beni görüp gülümsedi. Selam vermek için elimi kaldırdığım sıra, bir şeyleri gizlemeyi unutmuşçasına eşarbını boynuna sardı. Domuz kocası onu dövmekten vazgeçmiyordu. Hızlıca içeri kaçarken peşinden gitmek istedim. Ama inkâr edeceğini biliyordum. Sanki tüm kadınlar olarak sessiz bir anlaşmaya varmıştık.
Bahram geçen sene tarlada çalışmak için Tebriz’e gittiğinde, orada bir adamla tanışmıştı. Kendisine çok yardımcı olduğunu anlatmıştı bana. Adam, eşiyle beraber nevruz kutlamaları için Tahran’a gelecekti. Bahram da onları bize davet etmişti. Onun böylesine misafirperver olması beni şaşırtmıştı. Onunla evlendiğimden beri, ketum ve dışarı kapalıydı. Beni öptüğünü bile anımsamıyorum.
Adamın yanında karısı da olacaktı. Buna içten bir sevinç göstermiştim. Bahram, tarlalarda çalışmak için farklı şehirlere yolculuk ederdi. Ben genelde çiftliği idare ederdim. Tahran’a bile gitmeyeli aylar olmuştu. Adam ve eşi Tahran’a uğrayıp, Bahram’la Rey’e geleceklerdi. Ben de hemen hazırlıklara başlamıştım. Topladığım patatesleri kazana atarken, Bahram aşağı indi.
” Erken uyanmışsın.”
“Evet, kötü bir rüya gördüm.”
“Şehre ineceğim, bütün eksikleri listele. Oradan misafirlerimizi alıp döneceğim.”
Cevap vermedim. Başımla onaylayıp, bir liste yapıp uzattım. Gözlerimin içine uzunca baktı. Bir şey söylemeye niyetlenip vazgeçti. Tuhaf bir şeyler sezip, soracakken, arkasını dönüp kapıyı açtı. Elimde patateslerle kalmıştım. Üzerine çok fazla düşünmedim. Zira Bahram, düşünerek çözülebilecek bir insan değildi. Bahçeden biraz taze ot toplayıp, patatese tat versin diye kaynattım. Hayvanların yemini değiştirip, biraz çiçeklerle uğraştım. O sırada Alamut, koşarak üstüme atladı. İkimizde çamur olmuştuk. Sanırım beni bu şehirde seven tek canlıydı. Yukarı çıkıp üzerimi değiştirdim. Bahram’ın Tahran’dan getirdiği mavi elbiseyi çıkardım. Yakasında çiçek işlemeleri vardı. Çiftlik dışında farklı bir yerde bulunmadığım için elbiseyi hiç giymemiştim. Aynaya karşı oturup saçlarımı tararken ne kadar uzadıklarını fark ettim. Yüzüme epey bir eskimişlik çökmüştü. Bahram’la evlendiğimde on yedi yaşındaydım. Annem ve babam, ben küçükken ölmüşlerdi. Evlenmekten başka pek şansım yoktu. Başka bir ülkeye kaçmayı çok düşünmüştüm ama üzerime giyecek bir tane bile kıyafetim yokken bunu başaramazdım. Bahram, sır gibiydi. Ne sevgisini ne nefretini anlayamazdı kimse. Ama bazen öyle öfkelenirdi ki, küçük bedenim ellerinin arasında un ufak olacak sanırdım. Bazen biriktirdiğim paralarla pazara çıkardım. Orada, başka şehirlerden topladığı kitapları satan yaşlı bir adam olurdu. Onunla sohbet etmek, hayatımda yaptığım en keyifli şeydi. Birkaç kitap alırdım ve aylarca tekrar pazara dönmesini beklerdim. Bana diğer ülkeleri ve aşkı anlatırdı. O, aşkı anlatırken ben hep şunu düşünürdüm: Aşk, benim için en makul olandı.
Saçlarımı sıkı bir topuz yapacakken, vazgeçtim. Tarayıp öylece salık bıraktım. Bahçeye inip son kez eksikleri kontrol ettim. Dışarı bir masa kurmuştum. Bahçeyi dolaşırken bir çiçeği saçıma iliştirdim. Alamut, peşime takılmış benimle geziyordu. Onunla sohbet ederken, bir an bir ses duyup arkamı döndüm. Oldukça iri yarı ve bir o kadar cüssesine ters çocuksu yüzüyle bir adam, bahçemin çimlerini eziyordu. Göz göze geldik. Bir an ellerim buz kesildi ve tuhaf bir his kapladı içimi.
“This desert rose, no sweet perfume ever tortured me more than this.”
Arkadan Bahram ve kadın göründü. Bahram, ilginç bir şekilde mutluydu. Gülüyordu. İlk defa dişlerinin şeklini böylesine net görüyordum. Kadın, soluk tenliydi. Öyle ki şah damarının atışını görebiliyordum. Turuncu saçları, çilli suratıyla bana doğru gülümsedi. Adımlarını hızlandırıp elini uzattı. Ellerimiz birbirine geçince, tenimin ne kadar siyah olduğunu düşündüm. Başıyla yavaşça beni selamlayarak: “Adım Anisa.” dedi. Adının aksine bana dost olamayacağını düşündüren bir his fısıldadı kulağıma. Gülümseyip: “Yalda” demekle yetindim. Bahram, eli kolu dolu gelmişti. İçeri doğru eşyaları taşırken Anisa’nın eşi olduğunu düşündüğüm sarı dev, bana döndü. Elimi yavaşça dudaklarına götürüp öptü. Bir an bacaklarımın dizlerimden ayrıldığını sandım. Gözleri, Alamut Tepesi’ndeki gök kadar maviydi. “Ali” dedi. Böylesine büyük cüsseden bu minik ismi duymak, gülümsetmişti beni. Anisa, onları misafir ettiğimiz için şükranlar sunuyordu. Bahram, bunun bizim için bir zevk olduğunu söyledi. Tuhaf gelmişti. Sevişmek bile ikimiz için ortak bir zevk olamazdı.
Masayı hazırlarken Bahram ve Ali, koyu bir nevruz muhabbetine tutuşmuşlardı. Ali, Yahudi bir ailenin yanında büyümüştü. İran’a eğitim için geldikten sonra buraya yerleşmişti. İşin tuhaf kısmı, Anisa’dan hiç bahsetmiyordu ve eşi olarak tanıştırmamıştı bile. O sıra düşüncelerden sıyrılıp Anisa’nın sesine kulak verdim. “Eşin çok kibar. Eminim ki çok mutlusundur.” dedi. “Evet öyleyim, çok mutluyum.” deyip güldüm. İçimden, daha büyük acı bir kahkaha atmıştım. “Siz Ali’yle nasıl tanıştınız?” diye pat diye bir cümle döküldü ağzımdan. Bu kadar açık olduğum için utanmıştım.
“Biz Ali’yle evlenmedik. Ailemden işkence görüyordum ve çok bahtsızdım. Ali, babamı ara sıra ziyaret ediyordu, onun öğrencisiydi. Babam Ali’ye bayılır. Bizi evlendirmeyi çok istiyorlardı. Ali de bana acıdığı için sanırım, kabul etti. Buradan sonra Roma’ya kaçmayı düşünüyoruz. Orada evleneceğiz.”
“Peki ya ailen?”
“Onlar Tahran’dalar. Beni sorun bile etmediler. Sonuçta evden bir boğaz eksilmiş oldu.”
Çok şaşırmıştım, Ali, hiç sevmediği bir kadını merhameti için mi yanına almıştı? Ben dalıp gitmişken, erkekler sofraya geldi. Masaya geçip yemeğe başlamadan, Bahram dua etti. Yaptığım şerbetten herkese ikram edip şükranlarımızı sunduk. Ali’nin hiç yabancılık çekmeden bu kültüre ve dualara eşlik etmesi beni şaşırtmıştı. Herkes bir şeyler soruyor, konuşuyordu. Ben de olanlara anlam vermeye çalışıyordum. Onların burada ne işi vardı? Bahram neden böyle neşeli ve konuşkandı? İkimizin iletişimi evdeki tek tük sohbetlerden ibaretti. Bu kalbimi acıtmıştı. Bahram’a karşı tek bir saygısızlığım olmamasına rağmen, bana karşı olan soğukluğu acımasız gelmişti. O sırada Ali bana doğru döndü:
“Çok suskun duruyorsun, sanırım bizden rahatsız oldun.”
“Hayır, gece pek iyi uyuyamadım sadece, yorgunum.”
Gülümseyip Bahram’a döndü:
“Eşin bahsettiğin kadar güzelmiş.”
Bahram, sinsi bir gülüşle “Öyledir.” dedi. Şaşkınlıklarım çoğalarak devam ediyordu. Bahram, beni başka bir adama anlatmıştı. Anisa’yla beraber sofrayı toplayıp, yukarı çıkmıştık. Ona giyinmesi için temiz kıyafetler verdim. “Sence Ali nasıl biri?” diye sordu. O sıra çamaşırları katlıyordum. Bir an Ali’nin gözleri yüzümün önüne geldi. “Bilmiyorum. Sizi yeni tanıdım. Lakin evli olmadan ailenden uzaklaşman bana fazla cesurca geldi.” dedim. Bir an sanki gizli olan her şeyi anlatmaya niyetlenmişti:
“Ali bana yardım etti çünkü…”
O sırada Bahram odaya girdi. Benimle konuşmak istediği için Anisa’dan bizi yalnız bırakmasını rica etti. İçimdeki şaşkınlığın yerini korku almaya başlamıştı.
“Seninle açık konuşacağım. Artık saklayacak bir şey kalmadı.” dedi.
“Ne…n…nee” diye ağzımın içinde geveliyordum.
“Bugün misafirlerimizin gelme sebebi vardı.”
“Nedir o sebep?”
“Ali’yle tanıştıktan sonra, Anisa’yı gördüm. Tarlada çalışırken, sanırım hem yorgunluğun hem de açlığımın verdiği cesaretle Anisa’yla seviştim.”
Bir an kulağımda bir uğultu belirdi. Bu kadar açık ve net cümleler kurması, Bahram’ın beni aldatmış olması, Ali’nin böyle bir şeyi kabul etmiş olmasının çirkinliği… Ne diyeceğimi bilemedim.
“Ali?”
Ağzımdan bu çıkmıştı sadece.
“Ali ve Anisa evli değiller. Anisa’nın Ali’yle beraber olmasının sebebi, düşündüğünden çok farklı. Ali buna karşı çıkmadı. Ben de bunu karşılıksız bırakmak istemedim ve senden bahsettim.”
“Beni ona mı satacaksın?
“Hayır, sadece kendi rızamızla ilişkiye gireceğiz. Sen de biliyorsun ki aramızda hiçbir çekim yok. Sevişirken doymak istiyorum.”
“Ne yani öylece hiç tanımadığım bir adamla sevişirken, sen de bunu izleyecek misin?”
“İzlemekle kalmayacağım, Anisa’da benimle beraber olmak istiyor. Eminim ki Ali’nin hoşuna gitmişsindir. Herhangi bir erkeğin arzulayacağı bir kadınsın.”
Herhangi bir erkeğin beni arzulayabilmesine sevinmeli miydim? İşin gülünç tarafı kocam beni arzulamıyordu. Evet, ben de onu sevmiyor ve arzulamıyordum. Lakin bana beş senedir bir kere bile nasılsın dememişti. Gülümsememişti. İlk evlendiğim zamanlar hayat doluydum. Bahram’a gülümserdim, kitaplardan öğrendiğim şiirleri okurdum. Zamanla kendi gibi benim de ruhumu emdi. Beni kendine benzetti. Hayat, umudumu söküp aldı.
“Ben üzerimi değiştireceğim, bana izin verir misin?”
“Tamam aşağıda bekliyorum seni, misafirlerimizi bekletme.”
Misafirlerimiz… İnsan, cinsel arzuları için böylesine yasak duyguları nasıl bulaşabilirdi ki? Farklı cinsel ilişkileri olan aileleri duymuştum. Midem bulanırdı. Bahram’ı bile öpmeye çekinirken, Ali’yle nasıl ten tene geçebilirdim ki? Hiçbir şey algılayamıyordum. Gizlice merdivenlerden indim. Kapıyı açtığım gibi bahçeye koştum. Ali’nin adını mırıldanıyordum koşarken, dengemi kaybedip kafamı bir taşa vurmak istedim.
“I dream of love as time runs through my hand.”
En sonunda Alamut’un göründüğü tepenin aşağısında kalmıştım. Gökyüzü nefes kesiciydi. Bir taşa çöküp düşünmeye başladım. Dakikalar geçtikçe, Bahram’ın beni aldatması yumuşuyordu içimde. Başka bir kadını arzulamasını anlıyordum. Ben de hayallerimde hep başka adamları arzuluyordum. Kitap okurken kadın karakter oluyordum, istediğim adamla sevişiyordum. Ali’yi düşündüm. Bu his neydi bilmiyorum. Karnımın üzerinde soğuk terler vardı. Anlamsız bir mutluluk çöküyordu yüreğimin damarlarına. Ali’yi arzuluyordum. Bu kadar kısa sürede bu nasıl mümkün olabilirdi? Sonra yaşlı adamın aşk hakkında anlattıkları geldi aklıma:
“Aşkı bulamazsın. O isterse seni seçer. Sen seçemezsin. Bazen karşımızdaki insanları bile seçemiyoruz. Anlık hislere kapılıyoruz. Öyle ki suyun kuvveti, akıntının şiddetine bile aldırmıyoruz. Aşkta boğulmak mesele değildir, hislerin seni çektiği arzudur mühim olan. Aşkın günahı yoktur. Gerekirse en tehlikeli haramı bile bir kaşıkta içersin, aşk için.”
Ali’ye âşık olamazdım. Söz konusu bile olamazdı. Bir an kollarımda bir el hissettim. Bahram kollarımı olağan kuvvetiyle sıkıyordu.
“Kaçmaya mı çalışıyordun? Aklından bile geçirme. O adama nasıl baktığını gördüm. Kabul etmekten başka çaren yok. Bu sefil hayatında yaşayabileceğin en heyecanlı an, budur. Ya kabul edersin ya da kemiklerini ellerimde ezerim.”
Hiçbir şey demedim. Ellerinin arasından kurtulup, elbisemi düzelttim. Botlarım ve eteğimin uçları, çamura bulanmıştı. Gözlerime doluşan öfkeyle Bahram’a baktım. Ona olan tiksintimi anlamıştı sanırım. Bir an öfkesinden ayrılıp, olduğu yere sindi. Adımlarımı hızlandırıp, eve doğru yola koyuldum. Bu gece Alamut ve tüm Rey, hissettiğim duygulara tanık olacaktı.
Odaya çıkıp, siyah bir elbise çıkardım. Bu elbiseyi küçük bir kızken halamdan almıştım. Beni o büyütmüştü. Kendisi olağan dışı alımlı ve arzuların ötesinde bir kadındı. Beraber yürüyüşe çıktığımız zamanlar, her yerden çiçekler ve davetler gelirdi. Ama o hiçbirini kabul etmezdi. Ona nedenini sorduğum zaman, birini beklediğini söylemişti. Beklediği gelmedi. Halam bunu anlayınca Alamut ‘un tepesinden aşağı bir kuş olup uçmuştu. Eğer hayatta olsaydı, Bahram’la beraber olmayacaktım. Ailemden geriye bir tek o kalmıştı. Son sahip olduğum şey, ellerimin arasından kayıp gitti.
Elbiseyi üzerime geçirdim. Yakası arsız bir açıklıkta, yan yırtmacı yeterince edepsizdi. İstedikleri buysa, onlara istediklerini verecektim. Bu sefil hayatımda yaşayacağım en heyecanlı an, bu olacaktı. Saçlarımı boynumun hizasından bir topuzla birleştirdim. Bugün taktığım çiçeği fırlattım. Fazla masum ve güçsüz gösteriyordu beni. Dudaklarımı pembeleştirip, merdivenlerden aşağı süzüldüm. Bahram, elleriyle Anisa’nın saçlarını okşuyordu. Bir an dolan gözlerimle Ali’yle göz göze geldim. Elinde tuttuğu şarap şişesiyle kalakalmıştı. İnanamamış gibiydi. Bu zavallı köylü kızından bunu beklemiyordu. Yavaşça yanına çöktüm. Bahram beni görünce şaşırdı ama bu şaşkınlığını umursamazlığa vurdu. Hiçbir şey demedi. Beni gözleriyle süzmedi bile. Kadehleri Ali’ye uzatıp doldurttu, bir bardağı Anisa’ya uzattı. Havaya doğru kaldırıp “İran’ın en tutsak ve en günahkâr gecesine.” deyip kahkaha attı. Anisa, ona doğru güldü. Ali ve ben birbirimize döndük. Kadehini yavaşça kadehime vurdu. Yarım yamalak gülümsedim. Eteğimi çekiştirip bir yudum şaraptan aldım. Yüzümü ekşitmiştim. Ali güldü:
“Sevemedin galiba tadını.”
“İlk defa deniyorum. Pek anlamam şaraptan.”
“Avrupa’da çok daha iyilerini içtim bu konuda iyiler.”
“Çok şehir gezdin sanırım.”
“Evet, hayalim hep gezmek üzerineydi. Hem gezdiğim yerlerin görkemli kütüphanelerini ziyaret edebiliyorum.”
“Ara sıra ben de kitap buluyorum. Pazara gelen yaşlı bir sahafçı var, onunla sohbet etme şansı da buluyorum.”
“Evet Bahram bahsetti. Sana bir şiir kitabı getirdim. Okumak ister misin?”
Çok şaşırmıştım. Hakkımda bu kadar şey bilmesine ne tepki vermeliydim?
“Zevkle.” diyerek cevap verdim.
Ali ayağa kalkıp, eşyaların arasından bir kitap çıkardı. Rastgele bir sayfa açıp yüksek sesle okudu:
“Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben
Bu muammayı ne sen okuyabilirsin ne de ben
Perde ardında sen ben dedikodusu var amma…
Perde kalktı mı ne sen kalırsın ne de ben
Ey dünyanın işinden haberi olmayan sen yoksun
Dünya esen yel üstüne kuruldu…
Varlığımız iki yokluk arasındadır
Çevrendekiler de hiçtir sen de bir hiçsin
Medresede söz vardır tekkede de hal
Fakat bu aşk sözden de dışarıdır halden de
İster şeriat müftüsü ol ister şehir vaizi
Aşk mahkemesine gelindi mi dilsiz kesilir
Bugün zevk etmek elindeyken zevkine bak
Yarını düşünmen beyhude bir heves
Bir çok kişiden arda kalanlar
Sana da kalmayacak sen de göçüp gideceksin…”
Rastgele seçilen bu şiir, tüm geceyi anlatmıştı haykırışlarımda. Bugün Ali’yi öpebilirdim. Eğer yarın şehri terk ederse, o zaman ömür boyu boynu bükük kalırdım. Kendimi kandıramıyordum, bu adamı istiyordum. Ali’ye doğru eğildim. Karşılık verip bana doğru geldi. Anisa bizi görünce Bahram’ın kucağına tırmandı. Şarap yavaşça aramızdan sızıp bizi sarhoş etmişti. Ama beni sarhoş eden tek şey, Ali’ydi.
“I dream of gardens in the desert sand.”
“Bunu yapmak istediğine emin misin?” diye sordu Ali.
Bunu yapmak istediğime emin miyim, bunun için cevabım yoktu.
“Bilmiyorum. Üzerine düşünmek istemiyorum. Zira düşünerek alınacak bir karar değil.”
Yavaşça elini saçlarımın arasına doğru taradı. Gözlerimi yavaşça kapadım. Bahram’ın inlemelerini duymazdan gelmeye çalıştım. Ali bana doğru iyice eğilip, dudaklarını alnımla tanıştırdı.
“Düşlediğimden çok daha güzelsin. Buraya yalnızca yeni insanlar tanımaya ve heyecan aramaya gelmiştim. Bana hissettirdiğin heyecan, kalbimi patlatmaya yetiyor.”
Gözlerim kapalı gülümsüyordum. Yavaşça ayağa kalktım. Üzerimdeki şalı aşağı ittim. Elimi Ali’ye doğru uzattım ve onu ayağa kaldırdım. Bahram Anisa’nın elbisesini çıkarıp hızlıca yere itmişti. Sandığımdan daha aceleci ve tutkulu gözüküyorlardı. Ali’nin kalbine doğru elimi koydum. Elimi yumruk haline getirdim.
“Neden böyle bir şeyi kabul ettin?” diye fısıldadım.
“Hiçbir kadına âşık olamıyorum, belki bir şeyler değişir.”
“Saçma, çok saçma.” diye mırıldandım.
Çenemi tutup başımı kaldırdı. İlk defa böyle yakın ve göz gözeydik. Daha fazla dayanamayacağımı anlayıp, dudaklarına yapıştım. Şaşırdı ama beni bırakmadı. Belimi kavrayıp sağa doğru döndük. Öpüşürken, öleceğimi hissettim. Ömrüm boyunca bir an olsun böyle heyecanlanmamıştım. Geri geri yürürken duvara yasladı beni. Elbisenin askılarını geriye doğru itip, omzum ve boynum arasında öpücüklerle yol çizdi. O böyle yaptıkça, tırnaklarımı beline geçirmiştim. Bir an Ali’yi geriye ittim. Göz göze geldik. Yanlış bir şey yaptığını düşünüyordu sanırım. Nefes nefese birbirimize baktık. Anisa yerdeydi, Bahram ise üstünde. Anisa’nın bacaklarını ayırdı. Gözlerimi hemen ayırdım onlardan. Ellerimi gömleğine yapıştırıp, düğmeleri çözmeden parçaladım. Beni adeta duvara yapıştırdı. Kafamı sert vurmuştum. Tam elimi kafama doğru götürecekken, beni havaya kaldırdı. Duvara yaslayıp, kucağına çıkardı. Elbisemin askılarını kolumdan indirdim. Artık memelerim özgürdü. Ali’nin çıplak tenine sarılmışlardı. Bu denli güzel hissetmemiştim kendimi.
Öpüşmeye devam ederken beni büyük sedirin üzerine yatırdı, bir eliyle hızlıca elbisemi indirirken, diğer eli saçlarımın arasındaydı. Elbisemi itmekten vazgeçip, fermuarını indirdi. Bir an duraksadı, gözlerimin içine baktı:
“Bilmeden canını yakarsam beni durdur.”
Elbisemi indirip, çorabıma bağlı olan ipleri çözdüm. Ellerini belimin altına dolayıp bağcıklarımı çözdü. Beni sertçe kendine doğru çekip doğrulttu. Uzandığım yerden kalkmıştım. Arkasına yaslanıp oturdu. Elini bana doğru uzattı. Elini tuttuğum gibi beni kucağına aldı. Yavaşça ellerini karnımın aşağısına doğru götürdü. Parmaklarıyla okşamaya başlarken, gözlerimi kapatıp başımı arkaya doğru attım. Kendimden geçtiğimi hissediyordum. Elini ıslaklığımın arasından çıkarıp, fermuarının arasına soktu. Kasıklarımın içine doğru sert bir şey hissettim. Hafifçe yukarı doğru kalktım. Bir anda kendimi kucağına bıraktım. İçimde hissettiğim sert şey, gözlerimi sımsıkı kapattırmıştı bana. Bahram ve Anisa’nın iniltilerini artık duymuyordum. Yavaşça oturup kalkmaya başladım kucağında. Ellerini belimden kalçalarıma doğru süzdü. Burnum burnunun ucuna değiyordu. Terlemiştik. Bana bir şeyler fısıldadı:
“This is desert rose.”
İniltisi kulağıma dolmaya başladı. Ona daha güzel cümleler kurmak istiyordum. Ama bu an doğru an değildi. Bir türlü ona söylemek istediğim iki kelimeyi çıkaramamıştım ağzından. Kucağında hızlanmaya başladıkça kendimi kuş gibi hissettim. Her içimde hissettiğimde daha da özgürleşiyordum. Meme uçlarımı ağzına aldı. Tükürüğünü tenimde hissedince, bunca yıl aslında hiç sevişmediğimi anladım. Çenesinden tutup ağzımı ağzına götürdüm. “Daha önce hiç böyle hissetmemiştim.” dedim.
Yavaşça gözlerimi açmaya çalışıyordum. Pencereler açıktı, içeri güneş ışıkları doluşuyordu. Sanki dün gece Ali’yle seviştiğim rüyasına uyanmıştım. Sedirdeydim. Yavaşça doğruldum. Kollarım uyuşmuştu. Yanımda yatan kişiyi algılamaya çalışıyordum. Hayır, bu her sabah yanında uyandığım sevimsiz adam değildi. Bu hayalini kurduğum adamdı. Kollarını bana dolamış ve seviştiğimiz yerde uyuyakalmıştık. Etrafıma bakındım. Bahram ve Anisa yoktu. Şarap şişeleri etrafa saçılmış, oda darmadağındı. Üzerimde Ali’nin yırttığım gömleği vardı. Neredeyse çırılçıplaktım. Ali’ye sarılıp uyumaya devam etmek için direndim. Ama bu gece yola çıkacaklardı. Onunla gitmenin bir yolunu bulmalıydım. Yavaşça merdivenleri tırmandım. Gömleği kapatmaya çalıştım ama çıplak memelerimi kapatmak zordu. Yavaşça odanın kapısını araladım. Bahram ve Anisa yatağımda uyuyorlardı. Bir an çığlık atıp ikisini de korkutmak istedim ama arkama bakmadan Ali’nin yanına koştum. Yavaşça yanına süzüldüm. Ellerimi şekilli çenesinde gezdirdim. Kirpikleri öyle uzundu ki, yeni bir bahçe kurabilirdim üzerinde. Hatta birkaç gül. Bahram’a yalvarıp onları burada tutmayı deneyebilirdim. Belki Ali razı gelir beni buradan kaçırırdı. Ağzına doğru eğilip öpecekken, gözlerini araladı:
“Uyanmışsın.”
“Şimdi uyandım, güneş ışıkları uyandırdı.”
Yattığı yerden doğrulup, yanıma oturdu. Ellerini meme uçlarıma dokundurup, boynumdan yukarı doğru gezdirdi. Gözlerime baktı:
“Çok güzelsin. Gitme…”
“Yalda, bunun konusunu dahi açma, Bahram’la anlaştık. Tek bir kelime edip kafanı karıştıramam. Eğer ona bu konu hakkında ısrar edersen, beni öldürür, seni de incitir. Tek gecelik bir şey olarak anlaştık. Ve Avrupa’ya kaçabilmemiz için bize para verecek. Üzgünüm seni yanımda götürmek için her şeyimi verirdim. Ama Bahram bu eğlencenin seni ona yaklaştıracağını düşündü. Senin hakkında farklı ufak bir fikre kapılırsam beni de Anisa’yı da öldürür. Anisa bana babasından emanet.”
“Ondan nefret ediyorum. Ben… Ben onunla yaşamak istemiyorum. Ufacık bir sevgi yok aramızda. Ne olur beni burada bir ömür bu çiftliğe hapsetme.”
Ayak sesleri duyuldu. Bahram aşağı inmişti:
“Yalda, kalk misafirlerimiz için kahvaltı ve yolluk hazırla.” dedi.
Hızlıca kalkıp acı ve öfke içinde suratına baktım. Ona doğru hızlıca koşup tam ellerimi göğsüne vuracakken, kollarımı tutup sıktı:
“Aklından bile geçirme, seni de bu adamı da öldürürüm. Hiçbir yere kaçamazlar. Gerekirse Avrupa’da bile peşlerine adam takarım. Ve ömür boyu seni onun acısıyla yaşatırım.”
Biliyorum. Bahram’ın bunu yapacak gücü olduğunu biliyorum. Hınçla yukarı çıkıp giyindim. Anisa uyanıp Ali’nin yanına inmişti. Onun yanında olmasına tahammül edemiyordum, bir şeyler bulmalıydım. Bunca kısa zamanda içime dolan bu his, ömrüm boyunca peşimi bırakmayacaktı. Ve biliyorum eğer Ali giderse, onu bir daha asla göremeyecektim. Bahram beni bu bok çukurundan dışarı asla çıkarmazdı.
Herkes bir şeyler yerken ben de yolluk hazırladım. Bahram, eşyaları at arabasına yerleştiriyordu. Ali, yanıma geldi. Mutfağın kör bir yerine beni çekti. Bahçeden kopardığı kırmızı gülü saçlarıma taktı. Ellerimi tuttu:
“Ömrüm boyunca yalnız bir kez tadacağım bu hissi, seninle yaşadığım için ölene kadar mesut kalacağım. Hangi ülkede, hangi kitabı okursam aklımda yalnız sen olacaksın.”
“Yalvarırım beni de götür.”
“Yapamam, Avrupa’ya kadar peşimde adamlar olacak. Seni tehlikeye atamam. Anisa’nın babasına söz verdim. Kızını da alıp buradan gitmem gerek. Ailesi tehlikede. Bunu sana anlatamam. Ama bana inan ve yılda bir kez de olsa, en uzun gecede beni hatırla.”
“Seni nasıl unuturum, bu yoksul ömrüme kattığım en zengin hissin. Ali, ben yıllarca kitaplardan aşkı dinledim. Dün gece ellerim ellerine ilk kez değdiğinde anladım ki dinlediğim aşk buymuş. Bahram’ın çekilmez öfkesi ve sertliğine küçük bedenim artık dayanmıyor.”
“Güçlü kal, bir gün seni bulmak için döneceğim. Çöl gülü. Solmadan bekle beni.”
Dudaklarıma ufak bir öpücük kondurup, ellerimden ayrıldı. Bahram içeri daldı. “Araba hazır, sizi şehre taşıyacak.” dedi. Ali kapıdan çıkarken göğsüme saplanan hançer beni nefessiz bırakmıştı. Bahram’a dönüp ayaklarına kapandım. Kollarımdan tutup kaldırdı, hızlı bir tokat inmişti suratıma. Beni yere fırlatıp kapıdan çıktı. Belinde silahı vardı. Elimi ağzıma götürüp kanı emdim. At arabasının peşinden koşmaya kalkmıştım ama öylesine hızlıydı ki, kuvvetsiz bacaklarım beni yarı yolda bıraktı. Ardından bakakalmıştım. Şehre tek başıma inmeye çalışmalıydım ama Bahram adamlarından birini dikmişti kapıya.
Bahçeye çıkıp bir gül daha kopardım. Alamut, taşların kenarında uyuyordu. Hafifçe tüylerini sevdim. Gülü yanına bıraktım. Saçımdakine dokunup gülümsedim. Arka yoldan gizlice çıktım. Hızlıca Alamut’un Tepesi’ne doğru yol aldım. Gözyaşlarım rüzgârın aksine deli gibi akıyordu. Rüzgâr kumla karışıp gözlerimi acıttı. Aldırmadan, saçımdan düşmekte olan gülü kucakladım. İlk defa Alamut’a bu kadar yaklaşmıştım. Üzerimde şalı fırlatıp, elbisemi yukarı kaldırdım. Olağan gücümle tırmanmaya başladım. Ne kadar sürmüştü bilmiyorum. Ellerim taşlara tutunmaktan yırtılmıştı. Elbisem, ayaklarım çamura bulanmıştı. Ama işte oradaydım. Göğün ve bulutların arasında. Tüm İran ayaklarımın altındaydı sanki. Taştan kalenin kraliçesi gibi hissettim kendimi. Bahram, haklıydı. Bu sefil hayatımda hissedebileceğim en güzel anı yaşamıştım. Ama biliyorum bundan sonra yeniden zindanıma dönecektim. Bahram hayatıma girene kadar çok yoksulluk çektim. Hiç bilmediğim evlerde pislik temizleyip, tecavüze uğramıştım. Bir kez olsun başımı okşayıp beni öpmesini dilemiştim. Bu kadar gaddar olmasını hiç anlamamıştım. Gözümün önüne o güzel gülümsemesiyle halam gelmişti. Sanki yanımdaydı ve elimden tutuyordu. Şimdi anlıyorum, bir ömür boyu bekleyip, gelecek olanı bulamamak neden bu kadar zordu. Ayaklarımı uçuruma yaklaştırdım, yükseklik başımı döndürmüştü. Yorgundum. Ali hayatıma çok geç girmişti ve ben yorulmuştum. Şu zavallı kalbimin sevdiği tek şeyi benden almıştı. Yeniden o eve girip Bahram’ın koynunda yatamazdım. Kollarımı açıp gökyüzüne kaldırdım başımı. Ali’nin mavi gözleriyle birleşip gülümsedi bana, artık gerçekten bir kuş olmuştum. Yavaşça hayallerimi sakladığım Alamut’a doğru süzüldüm.
“Those dreams are tied to a horse that will never tire,
And in the flames
Her shadows play in the shape of a man’s desire
This desert rose
Each of her veils, a secret promise.”
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!