Kemanın sesiyle adımlarım yavaşladı. Uzakta trenin görüntüsüyle birleşen kar kokusu. Ben öldüğümde bile o garda seni bekliyorsam, ben yaşamın bilinmezliğinde tanıyıp seni, yanımda sürükleyip getirdiysem öteki tarafa. Bir garda kırmızı paltonla belirdiysen kar taneleri arasında. Keman sesine karışan gürültüsü treninin. Hangimiz hoşça kal diyecekti bu aşka? Önce hangimiz ölüm kapısında bekleyecekti? Dünyada biriktirdiğimiz ne kadar güzellik varsa, ne kadar kitap, film, müzik, eşya, nesne varsa, en önemlisi de insan… İnsanlar bizim yakamızda değil miydi hep? Bizim ayrı ayrı intiharlarımız o simalar. Kırmızı şehirde son kadeh ve karlı bir gül gibi kaldın, ben öldüm sen kaldın. Ben geldim, sen gittin. ‘’Ölüler her şeyi bilir.’’ demişti Bilge Usta. Bin yıllardır söylenenler, bu kadar özel bir duyguya aşk sığdırılmışsa ve basit bir gara, bir tren garına öteki taraf denmişse. Öğrenmenin yolu, bu trene binmek olmamalıydı. Dişlerinle koparıp o gülü getirmeliydin, ayaklarımın dibine sunmalıydın, tanrı… Bir sıcaklık belirince bütün vücudunda, benliğinde, titrerken kemanın telleri. Ben titrerken, giderken, sesler yükselirken. İnsanlar bize yükselirken. Yaşamın bütün kapılarını kapıyorum. Seni de çekerek, seni de ezerek, gülü de ezerek. Dikenlerinin buyruğunda tek tanrılı dinlerin. Bitecek bu günah. Yaşamdan başka hiçbir şey hakkında bilgisi olmayanlara ceza olarak sunulan bu temelsiz düşünceler, aklın ve bilimin sırrını aşka yükleyecek. Aşkla ölümsüzlüğün dinamoları.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!