bu kadar geniş zamanı ne yapacağım bilmiyorum..
dürülmeli garbın hesabı pehlivanın bileği bükülmeli, diyor içimin zevzek şiiri. rüzgâr eşarbını yakıyor, fırtınaya çıkıyoruz. mahremiyetin mahrumiyete dönüştüğü yerdeyim. şişeleri kesen folyolar hazırlıyorum. camın şekil almasına büyüleniyorum. likit tadında dumanlar soluyorum. yanımdakine sağırım ama içeriden milimetrik sesler duyuyorum. iki kadın var, aslında dört. biri tipim, diğeri müsait değil. diğer ikisinden birinin gözü bende. diğeri kafasının peşini öncüllüyor. ve bacakları italyân, dönüp duruyorlar oldukları yerde.. ben ikisinin hayalini birlikte kuruyorum. kafamda köşelerinden kilitli bir üçgen yaratıyorum. jiletleri birbirine sürterek yaktığım ateş, voltrana dönüyor. zemzem umarak gittiğim kâbede taşaklarım taşlanıyor. üç taşaklı doğmuşum aslında ama kantarım haddinden fazla yük taşıyor..
bugün bozguna uğruyor, yarına yılanlar dolanıyor. kerametim arandığım hırkadan çıkmıyor. göğsümden ayrılmıyor ocağını taht kurmuş ateş. bir gıdım eksiltemiyorum göğü, bir yudum ölemiyorum rahat.. durup söyleniyorum, söylenip duruyorum. dibi görüyor bakiyem, kalmıyor gram sefahat…
harından fazlasını dumanında fitilleyen ve beni saran ateşin korkusundayım. artık eskisi gibi pompalanmıyor heves, tekliyorum. aşırı beklenti yüklemesinden çöküşe geçmiş bir hafızanın eşiklerinde, gözlerim yeni söndürülmüş yangın yeri. sıkıldım bu ab-ı hayattan, beklemeye koyuldum cesedimi.
tekledim açık meydan kapısında. düşünmeden izmir’i, düzüşmeden izinle, geldim, sırtıma duvar beğendim. çıktım kaldırımdaki arnavutlarla konuştum. sigaranın zehrini içtim alkolün vergisini yedim. ilk çıktığımda neydim ki yüksek dağlara meylettim. etim bedenime ağır geliyor artık, kabuk yarada rahat durmuyor. yaprakları konuşturan rüzgâr, esmenin ustası kadın ve dudağı paramparça bir şehir; beni ilk doğum yaptığım istasyonda karşılıyor.
baltalanmıyor bir türlü bağ, bombalanmıyor hiçbir bağcı. dünyayla aramıza tatsız bir politizasyon giriyor. güzel hatırladığımız anlar giderek; kafayı çektiğimiz, seviştiğimiz ya da kafayı çekip seviştiğimiz ve giderek can sıkan bir döngüye dönüşüyor. gövdemi destursuz bir bilme hali kaplıyor. içinden geçemediğim deliklere müdavim oluyorum, dışını görmediğim meleklerde hapis. dünyanın kanunu böyle diyorlar bu yasaları biz yaptık. bestemiz, esmer bir vivaldi’nin tıknefes konçertosundan baş aşağı dökülüyor. annen beni hiç sevmeyecek ve yönetenlerin sikinde değiliz, bu çok açık.
devrim kırıntısı deviniyor, boka sarıyor teoriler. zeki müren alkışlarla yaşıyor, zizek işine bakıyor. sac tuzağı timsah ağzında, hem çok mu yırtınıyorum adaletin kahpe soluğuna? demir kızgın pişiyor ama un ufak ediyor tüylerimi rüzgâr. en ufak fırtınada kanatlarım paramparça.. onur bu çağda tükendi diyorlar. zıbbıcı zıbbıcı müziklerle uyuşuyoruz; biraz sıvı biraz duman.. ritmini tutmayı sevdiğimiz yataklarda çokça sıkılıp, hayallerimizde başkalarının kopçalarını parçaladığımız zamanlar çoğalıyor.. sevgili ve kariyer fikri çoğumuza tatlı geliyor. yeri değişse de kalıp aynı kalıyor. düşümü hep steril tutsam da paçam hep kirli. hiçbir plan ferahlık getirmiyor. bu çağda öncelikler incelik taşımıyor.
felsefe iyi ama yoruyor. sunumdaki evreni kürdanla kaşıklamam bekleniyor. bu düzene boyun eğ deniyor, birkaç öğün düzül.. geçiyor önümden hafıza, tutmam gereken balıklar yok. fıtratıma adak yüklenmemiş, alnımdaki yazı özensiz, ucu iltihaplı divitlerle işlenmiş. nöron ısrarını kestiğinde, beynimin kemirgenleri tekrar oyun istediğinde, stratosfer kepenk indirdiğinde ve bir eşek arısı taarruzu başladığında dilime; sakso çektireceğim azraile!
ona olan heves sönümleniyor bir şeyin sınırı çizildiğinde.
bazı acılar ateşe veriyor zamanı bazıları sessizce çiğneniyor. beni tecrübeli bir dalgıç sanıyorlar, incelikli marangozum bazı dillerde. hasat bereketli olur sanıyorlar yedi öğün şiir terlemekle. güpegündüz yok imgeleriyle evliya kesiliyorlar.. bilmukabele bir ayrılık hasıl oluyor. sabrın değirmeni bozuluyor, ritim tuttuğumuz şarkı ağıda çalıyor. evirip çevirip dövüyorlar düşlerimizi. ıslatıp kurutup sikiyorlar gençliğimizi. öfke çekip duruyoruz bu ülkeden içimize içimize… kaçıp gidemiyoruz, kaçırmak üzereyiz. telaşımızı ferahlatmıyor günbatımları. hiçbir acı konuksever davranmıyor. dilimde palazlanan engereklere çok neden buluyorum. kaçak çıkılmış katlarım ne çok, büyüdükçe anlıyorum.
uğruna şanslarımı yaktığım güzel, mezarlık çiçeklerini unutturuyor. kelebekler havalanıyor tekrar, çoğu uçarken vuruluyor.. bu anı seviyorum, çekincesiz ve hoyrat…
içtiklerim eskisi kadar kırmıyor. çocukluktan kalan birkaç uçarı an, gençliğe kazınmış birkaç mayhoş insan. kadınlar, kalbi kompostoya çeviren birkaç kadın; partiler ve pislikler.. ve biraz yalnız kaçış… seyir defterim daha alacalı betimlemeleri hak ediyordu oysa. ya da her şeyin keresinde yakalandığım benlik, varlık sendromum mu? veda ediyorum şimdi hacmi çocukluğumu ağırlayan körler kentine. belki bu en buruk haftam. arada bir hüzün, arada çok geçiş, geçimsiz bir curcuna. bu sefer geriye değil ileri bakmak belki biraz. mağlupluklarımın çetelesini rahat bırakıp yeni galibiyet alanları kovalamaya falan girişmek. belki biraz boşlukta attığım voltaları azaltıp; yaramaz çocukların önceliğini kaldırmak. vaat edilen cennetleri boş verip; yok olduğum cehennemlerden uzaklaşmak. ve şimdi son kez, bu aşığı olduğum orospu semtte, yakıyorum kendimden bir yangın daha.. bir kadını yavaş yavaş soyuyorum, sert davranıyorum vücuduna sonrasında. avcumun izini etinde görmek güzel geliyor, şaplak sesini duymak kışkırtıcı. ben bir sigara daha yapıyorum, o yalamaya devam ediyor. bunlarla doluyor amel defteri.
dünün söküklerine takılmışım, yarının getireceğinden uzağım. mesafeler belirginliğini yitiriyor. hafızam kuluçkasını parçalıyor. içinden isli bir rabarba, birkaç isim, uzun bir haz, kısa bir duyum ve köklü bir ıstırap çıkıyor. kalbim kamuflajını attığında utanacak bazı ittifaklar. tören yerindeyiz, bir gören olur mu diye tetikte sirenlerimiz. kötülüğün organize olduğu bir dünyada iyiliği tartışmaya çalışıyoruz inadına. iyi gelmiyor artık yorgunluklarımız.
yüreğimin götürdüğü yer sakin. çevremin müthiş acelesi var. kaçtığımın kendim ve kaçışımın kendime olduğunun idrakının bir yenisi. aklımda kalan bazı eylemler, zihnimi kurcalayan bütün vücutlar, tatlı yatağım ve pis kanım: bu şehir. evveli bozuk resmi tarih, kavli eyyam kirli kervan, hep kafamı kollayan kuşlar, şimdilik bana tanınan sınırlar.. özgürlüğün tanımını yapmanın zor olduğu neş’esiz meşgale günlerim. keçilerinden gına gelen meşesiz bir patikadayım. boynu büklüm büklüm yerinden oynayan acılarla seviştiğimiz olmuş. bilmem bir yerden tanışıyor muyuz? geçmişimiz olmuştur, bu faslı geçelim dediğimiz. salıncağı felsefenin bacağına bağlayıp solungacı aşkın kasığına diktiğimiz. bütün bu sikişler güzel de bu sıkıştıran parmaklıklar ne, bu kaçılmaz dünya dedikleri paraperest avlu!
dünkü kıyamet detaylı olarak bir sonraki parçanın işi. ..sürprizler ve pişmanlık.. ..tesadüf ve yıkım..
açıldım mı yani şimdi, istediğim yüksekliğe saçıldım mı
bak kuş bile öğrendi, anlıyor kafesin kapağı açıldı mı
başka kimleri ağırlayacak, kimleri yoracak kalp
sonu düşünülmeden girilen yol mudur aşk?
ekim 2020/ kadıköy
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!