Bİ KONUŞALIM MI YAZARLARI NE DİNLİYOR ?
Damla Doğru – Şebnem Ferah, Can Kırıkları
” Elbette ağlarım, benim ‘can kırıklarım’ var… ”
Bir yakarış, bir anlaşılma çabasıdır: Can Kırıkları.
Her dinlediğimde anlam veremediğim bir yumru oturur boğazıma ve ” dünyanın bir ucunda, tek başımayım. ” sözleri, duvarlarımda yankılanır. Küçüklüğümden gelen Şebnem Ferah hastalığı da bunu etkiliyor elbette. Canım sıkkın olsun-olmasın açarım, herhangi bir parçasını. Çakıl Taşları, Mayın Tarlası, Deli Kızım Uyan ve vazgeçilmezim Can Kırıkları…
Dalarım en derinlere; Şebnem Ferah, bütün şarkılarında öylesine haykırır ki duymamak imkansızdır.
” Senin gördüğün
Yanağımdan süzülenler
Asıl içimde
İçinde yüzdüğüm bir deniz var. “
Dinlemeyenler için aşağıya ” Can Kırıkları ” bırakıyorum. Parçaları toparlamak dileğiyle.
Sevgiler…
Şebnem Ferah- Can Kırıkları: https://www.youtube.com/watch?v=R_wqOrPpui0
Aynur Parlak- Kardeş Türküler, Gançum Em Ari Ari
‘ Gel, gel,gel. Gançum em ari ari. ‘
Terkedilmiş bir antik kentin son dinazoruyum belki de. Gündüzleri manastıra saklanıp, geceleri saat alıp başını karanlıklara vurduğunda yavaşça açıyorum manastırın iki kanatlı ahşap kapısını. Bakıyorum; kimseler yok. Yalnız kalmışım, iki üç yılan sürünüp geçiyor -sağlı sollu- yanımdan. Çorak mı çorak… Ne yemiş ne içmişler acaba burada bir kenti kuranlar ? Boğazımda bir lanet gibi bağlı duran çanı da sürüklüyorum kendimle, çan bağırdıkça ‘ yaşıyorum. ’ diyor, kalbimdeki gizli neşe.
Nehrin kıyısına oturup aşağılara bakıyorum, balıklarının yarısı Ermeni yarısı Türk. Bebek balıklar vardır belki. Koyun koyuna yüzüyorlar, birbirlerini itmeden; karşı çorak, beri çorak… Ama aşağıdan bir bereket akıyor ki, çağıltısı taş kenti dolduruyor. Sanki suyun öte tarafında kalmış gibi diğer yarım, sesleniyorum:
‘ Gel, gel,gel. Gançum em ari ari. ‘
Türkü bu ya, çiğ tanesı gibi düşüyor avuçlarıma. Ayaklarımın altında nehir, arkamda birkaç saat sonra kendimi kapatacağım manastır , karşıda diğer yarım…
Ganâum em ari ari
Yâr boyit mernem
Aes kali mukhıt mari
Asa inâ anem.
Kardeş Türküler- Gançum Em Ari Ari: https://www.youtube.com/watch?v=nRQkF0cm-NQ
Yusuf Araf- Aram Tigran, Şev Çu
Bu şehirde, sokakta ve evin duvarlarında kendini paralayan bir sesti, o şarkı. Herkesin bir şarkısı olurdu bu hayatta. Herkesi terk ettikten sonra arkasındakilere bıraktığı bir şarkı. İster sesi güzel olsun ister çirkin, fark etmezdi. Bilirsiniz işte şarkıların çıktığı ağızlar acıtmaz bizi, deştiği yürekler acıtır. Bazı zamanlarda en mutlu anda, bazı zamanlar ortada hiçbir şey yokken karşınıza aldığınız o şarkı, sizi devirecek kadar güçlüdür. Ben çok gördüm, bir şarkının karşısında pes eden insanları. Beyaz mendili gözlerine çeken koca koca insanlar. İnsanlar şarkılarla barışamaz, küsemez de zaten.
Bir şarkının kalkıp gittiğini göreniniz var mı? Bir insan gittiğinde kalır şarkı. Bana da öyle olmuştu. O, kapıyı çarpıp gittiğinde –ki dünyanın her yerinde aynıdır; kapılar çarpılır. Usulca kapananları da vardır. Usulca kapanan kapılar tehlikelidir. Sessizce alınan yollar.- Aram Tigran’dan “ Şev Çu ” çalıyordu. O çanta, o ayakkabı giyildiğinde yaktığım sigaranın dumanı, göğsünde uzandığında şöyle diyordu ustam:
“ Te ji min dil bir carek min ji ter nedigo na
Te rû kûl kir carek min ji ter nedigo na
Çima îro tu ji min xeyidî ye
Te bi min çi dikir carek min ji ter nedigo na ”
‘’Gönlümü aldın, bir kere sana hayır demedim
Yüzümü yaraladın, lakin ben hiç yapma demedim
Neden küsmüşsün bana bugün
Bana ne yaptınsa da hiç ‘hayır yapma.’ demedim.”
Bir ses bir daha duyulmamak üzere giderken, bu şarkının sözleri de her zaman bir sesi hatırlatacak şekilde yatıya kalmaya gelmişti hayatıma. Alışmıştım. Ortaokulda çalıştığım lokantada ustam bana bir şişe nasıl ciğer dizilirdi öğretmişti. Aynı şişe kendi ciğerimi dizmeyi de Aram Tigran öğretti. Ruhun ve sesin hep yaşasın usta!
Aram Tîgran – Şev Çû: https://www.youtube.com/watch?v=WHONr-g–0g&list=PLgH5Ia15VIhLvA86W3o7IHrkOszDH-Asa
Deniz Muhtar- Mor ve Ötesi, Aşk İçinde
Çünkü ben kayboldum.
Ortaokulda aldığım Dünya Yalan Söylüyor albümü ile başladı, müziğe olan aşırı sevgim. Küçüklüğümden beri severdim ama o albümü dinlediğim gün anneme gidip, “hayatımın müzik grubunu buldum!” demiştim. Özellikle Aşk İçinde, Serseri ve Son Deneme’ye bayılmıştım. Çoğu kişi gibi Bir Derdim Var’la Cambaz’ı da sevmiştim ama albümün geri kalanını gölgede bıraktıkları için biraz kızmıştım bu iki şarkıya.
Sonra bir gün TV’de Yalnız Şarkı’nın klibine rastladım, yalnızlığımın tesadüf olduğu konusunda kendimi ikna etmeme yardımcı olan şarkıya. Şehir albümünü satın aldım. Sonra Bırak Zaman Aksın, Gül Kendine… Kendimi kaybedip meydanlara karışmak istedim. O sıralarda Türk Rock müziği tüm ülkeyi rehin almıştı, eski-yeni demeden hepsine sardım. 90’lardaki Kargo’yu 2000’li yıllarda bulamamak üzmüştü.
Lise yıllarında ise farklı türler keşfetmek istedim, klasik Rock diye bir müzik türü olduğunu duyunca epey şaşırmıştım mesela. Nil Karaibrahimgil’e popçu diyenlere kızardım; çünkü onun tarzı aslında alternatifti. Papi Çülo dinleyip Orhan Gencebay’a kıro diyen tikicanlara güleyim mi ağlayayım mı karar veremezdim. Klasik müzik, sanıldığı gibi uyuz değildi; bu saçma sapan önyargılar nasıl yıkılacaktı? Apocalyptica mı sevdirecekti size illa? Kuzey Avrupa’da klasik müzik eğitimi alan bir grup gencin Metallica parçalarını yeniden düzenleyip piyasayı sallayacağı kimin aklına gelirdi?
Daha ne anılarım var da kelime sınırlaması var, ortak deneme olduğu için kısa kesmek istedim. Kaliteli oldukça türün bir önemi yok aslında, günümüz Türk popundan bile çok güzel parçalar çıkıyor. Önyargı kötüdür, kaptırmamak gerek. Ama alternatif candır. Rock da öyle. Her zaman toplumdaki çarpıklıkları yansıtmak da zorunda değil, biraz da içimizdeki irini akıtmamıza yardımcı olsun, müzik. Karabasanlar bile kesemesin sesimizi, madem anlatamıyoruz bari yeteneği olanlar yardım etsin bize. Ya da mutlu olduğumuzda bağıra bağıra söyleyeceğimiz şarkılar bestelesinler. Gerçi ben evde yalnızken söylerim de sesi güzel olan her yerde söylesin. Kendimizi müzikle bulacağız. Müzik kazanacak! <3
Mor ve Ötesi, Aşk İçinde: https://www.youtube.com/watch?v=4nvigoF4mTg
İlknur Arıkan- Mabel Matiz, Hala Haber Bekliyorum Senden
Mabel Matiz’in muhteşem sesiyle kulağımın pası silinirken içimde bir şeyler kopuyor daima .
Kaybedilmiş, bir daha ulaşılamayacak insanların ruhları oturuyor yanıma. Boğazıma da bir yumru. Yutkunamıyorum. Bazen ağlamak isteyip göz pınarında gözyaşının durması gibi, bu şarkı.
Sokakta çıplak ayakla koşmak isteyip koşamamak, sevgilinin elinden tutup özgürce şehrin bütün sokaklarında yürümek isteyip yürüyememek.
Biraz köşeye çekilip düşünmek gibi. Ne zaman dinlesem koşup boynuna sarılamadıklarım geliyor aklıma . Hiçbir şey beni böyle sarsmıyor.
Mabel’in de dediği gibi, bu şarkılar şifa duaları…
Mabel Matiz, Hala Haber Bekliyorum Senden: https://www.youtube.com/watch?v=9LtGSLsRlm4
Ferhat Nitin- Pilli Bebek, Delilik
Kısık sesler anımsatıyor, elbet bir gün güneşin doğacağını ama ben bir kelebeğim. Kaç ömür vaat edilir ki sayıklayan taraflarıma? Ara sezişleriyle kayboluşlar ardından gündeme gelen aşırı muallâkta kalma endişesi… İşte, en acı tarafı da bu tam sınır çizgisinde. Bir adım daha ve biraz daha yakın. Belki de birkaç ölümün bana yakın hissettirdiği durum vardır kim bilir? Sanrılardan bir güneş doğacak tepemize ve arayacağız ışığı, umarsız. Yankılanacak böğürmeler, sokak arası. Belki bir şişede cebimizde taşırız dindirmeyecek hüsranı, yüreğimizden.
Pilli Bebek, Delilik: https://www.youtube.com/watch?v=yHh4eVULLC0
Çağla Nalbantoğlu- Ahmet Kaya, Acılara Tutunmak
” Acı çekmek özgürlükse özgürüz ikimiz de… ”
Bundan 22 sene önce bordo fon üzerine işlenmiş kiremit ve beyaz rengindeki baklava desenleri üzerinde geziyordu ayak tabanlarım. Yoğruluyordum; babamdan nefret edişim ve anneme duyduğum büyük saygı ve sevgi ile. Her zaman bu tatta devam eden bir hayatım oldu, bugün bile; acım ve sevgim bir noktada kesişti hep. Bir yerden sonra acıyı bal eyledim, acı çekmenin dayanılmaz hazzına eriştim; acı çekmenin büyük bir özgürlük olduğuna… Altı yaşımdaydım ve acı yeşili bir saç fırçasını alır, kıt kanaat ve zar zor para biriktirip alabildiğimiz teybe kasedi koyar, annem ütü yaparken birlikte Hasan Hüseyin Korkmazgil‘in o muazzam şiirine can veren Ahmet Kaya bestesini söylerdik:
Savurmuş yüreğini
Ben bölmüşüm yüreğimi
Başkaldıran dizelere ”
Selimcan Yelseli- Dimitri Kantemiroğlu, Hüseynî Peşrevi
İnsanlığın Mahzun Hikayesinden “Dimitri Kantemiroğlu’nun Hüseynî Peşrevi” :
Bu şehrin sokaklarını adımlıyorum. Eski bir yalnızlık, fısıltı misali değiyor yüzüme… Ellerim ceplerimde, mahzun çehresiyle beni selamlayan ve benim kadar ölgün olan o evin duvarına yaslanıyorum. Önümden geçen ihtiyarlar, yorgunluğuma hayret ediyorlar. Birkaç nasihatten sonra, başları önlerinde, elleri arkalarında aheste aheste terk ediyorlar beni. Hemen sonra sarışın, cılız bir çocuk geçiyor önümden; çocukluğum geçiyor. Yokluk, varlık, hakikat, yalan, sonsuzluk, fanilik, selamlayarak geçiyorlar birer birer. Bir ömür geçiyor, soluklanıyorum. Kavuşmak istediğim ve kavuşamadığım nice şey varmış Öğreniyorum… Lâkin; “Lâ edrî nısfu’l–ilm” (Bilmiyorum demek [diyebilmek] ilmin yarısıdır.) Bilmiyorum…
Dimitri Kantemiroğlu’nun Hüseynî Peşrevi, bir bilmemek hikayesidir. Sahici bir sükut ve yalnızlık ile geçen zamanın mahzun sesidir.
İnsanlığın tarih kadar eski terk edilmişliğine saygıyla…
Dimitri Kantemiroğlu’nun Hüseynî Peşrevi: https://www.youtube.com/watch?v=HWv6X6ezCZ4
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!