Artık hayal kuramıyorsanız, bulunduğunuz yerde bir sabaha daha uyanmak gelmez içinizden. Ne olursa olsun kaçıp gitmeyi tek çare sanışınız, umuda duyduğunuz ihtiyaçtandır. Ve dünyanın hiçbir yeri, güllük gülistanlık olmadığı için kurduğunuz yepyeni hayalin kırılıp parçalara ayrıldığını, ancak eve geri döndüğünüz gün fark edebilirsiniz. Hiç kuşku yok ki geri dönmek, her zaman gitmekten daha zor olmuştur.
Boğazınızı düğüm düğüm etmeden acı tatlı sosuyla servis ediyor çaresizliği Emin Alper, “Kız Kardeşler” filminde. Zamanı resmen dilimlere ayırmış. Gitmeyi, gitmeden önceyi ve gittikten sonrasını masalsı bir dille anlatırken en çok da geri dönüşün insanda bıraktığı izlere odaklanmış. Filmin ismi üzerinde aslında. Üç kız kardeş, üç farklı pencere ve hayata karşı başlatılmış üç ayrı mücadele. Her kardeşin olumsuzluklara karşı verdiği tepki farklı ve kendince bulduğu çözüm yolları da. Ama ‘’Hikâyeyi asıl büyüten şey, ne?’’ diye sorarsanız, ana karakterlerin hepsinin de yüzlerinde kazanma ihtimaline sahip olamamanın verdiği hıncı ve çırpındıkça daha çok batmanın zehirlediği olanla yetinme duygusunun usul usul silinişini görebilmeniz. Mesele kadın odaklı gibi gözükse de aslında dört tarafı denizlerle çevrili bir ada gibi öykünün barındırdıkları. Siz de o adada kaybolmayı tercih ediyorsunuz zaman zaman, önünüzdeki aşılmaz, sonsuz engeller yüzünden. Ama filmin bazı anlarında seyircinin “Acaba?” deyişleri de hiç yok değil. Duyulmayan bir çığlık attığınız oldu mu hiç? İlla ki olmuştur. İşte “Kız Kardeşler” filminde o çığlıklar uç uca ekleniyor, sonra yol olup gidiyor.
Filmdeki kadın figürleri, oldukça derin. Her karakter, arkasında upuzun gölgeler bırakıyor. Yanaşma olmayı kabullenemeyen, olmak isteyip de olamayan, olmayı başarınca bir adım sonrası için şansını zorlayan ve hatta başına gelebilecek her sonuca razı olan kadınların çaresizlikleri için net bir formül bulunmuyor bir türlü. Aslında hayatın kendisi de böyle değil mi? Tek bir çözüm, yalnızca bir kişiye iyi gelir. Akıl verdiğiniz hiçbir insan, sizden öğrendikleriyle yetinip doğru yolu bulamaz. Çözüm de çözümsüzlük de hep varoluşumuzda gizlidir. Bu sonuçsuzluk, umut yoksunu bir film havası yaratsa da biz bunu gerçeğe karşı gözlerimizi açık tutmak gibi algılamalıyız.
Filmde kız kardeşlerin yanı sıra, üç önemli karakter de bizlere hayatı yakınlaştırıyor. Necati Bey’i izlerken hafif sosyal-siyasi içerikli mesajlar alıyoruz mesela. Film boyunca kararsız bir adam profili çizse de çok net olduğu noktalar önemli ipuçları veriyor. En büyük kızın kocası Veysel ise, her zerresinde inandırıcılığı yakalamış bir meczup. Konuşmalarındaki doğallık sayesinde en haksız olduğu noktalarda bile seyirciyi kendi tarafına çekmeyi rahatlıkla başarabiliyor. Son olarak altını ısrarla çizmem gereken kişi, ‘Şevket’ rolündeki Müfit Kayacan. Yani, kızların babası. “Aykut Enişte, Cinayet Süsü, Olur İnşallah” gibi filmlerde ortalama performanslarını seyretmiştim ama bu filmi seyrettikten sonra net biçimde karar verdim. Kesinlikle rahmetli Ali Şen ekolünden geliyor. Oyunculuğu, yer aldığı sahnelerdeki duruşuyla bile yükseliyor. Şiveyi doğru ve vurgulu kullanarak hepimizi kendine hayran bırakan rahmetli Ali Şen’i anımsattı bana. Zirve yaptığı filmlerden birisi olduğunu düşünüyorum. Film bitmese, Şevket biraz daha konuşsa ve kızlarına “Üç nankör kız kardeşin hikâyesini anlatsa artık.” dedim durdum.
Cemre Ebüzziya ve Helin Kandemir’in oyunculuklarını da beğenmekle beraber, bu paragrafı özellikle Ece Yüksel’e ayırmak istedim. 1993 doğumluymuş. Yaşına göre o kadar büyük oynuyor ki, kendisini bundan sonra yine zor rollerde görebileceğimiz için şimdiden çok sevinçliyim. Çünkü son yıllarda seyrettiğim en başarılı Türk kadın oyuncu performansıydı. Sadece konuştuğu yerleri değil, sustuğu yerleri de mükemmele yakın doldurup hayata geçirdiği ortanca kız kardeşi bizlere ezberletiyor adeta. Hani yarın yolda görsem selam vermeden geçmem, markette aniden karşıma çıksa ters ters bakar diye çekinirim. O derece kanıksadım ben, ortanca kız kardeşi.
Açıkçası bu kadar olumlu şey yazdıktan sonra filme dair en büyük üzüntüme de değinmeden edemeyeceğim. Bazı film sitelerinde okuduğum izleyici yorumları, moralimi bozdu. “Anlamsız, konusuz, saçma bir film. Boşa geçirilen iki saat.” gibi yorumlar okuyunca bu yazıyı yazmaya karar verdim. Parçalar üzerinden bütüne ulaşmaya alışık olmadığımızdan sanırım, birisi bize hedef göstermediği zaman nereye koşacağımıza karar veremiyoruz. Birinin öfkeli olduğunu anlamamız için ondan beklentimiz, bağırıp çağırması ya da kavga etmesi. Oysa algı pencereleri daha geniş tutulmalı. Esasen film, bir değil, en az beş konuya sahip fakat kolaycı bakış açısıyla tek bir konu dahi bulanamaması, filme yapılmış büyük haksızlık. “Kadın temalı yapımlar, prim yapar.” algısına da katılmıyorum. Özellikle bu film, kadını derinlemesine işlerken, kesinlikle kadın üzerinden oluşturmuyor kurguyu ve hikâyenin beslendiği yer kadın değil, çaresizlik. Ben, sinemanın kendine has bir dili olduğuna inananlardanım. Ve bu dilin tek başına seyrederek ya da tek başına dinleyerek öğrenilmeyeceğini çok iyi biliyorum. ‘’Kız Kardeşler’’, hem görselliği hem de işitselliği bir arada sunmayı becerebilen, sinemanın dilini bizlere öğreten bir öğretmen gibi. Sırf bu yüzden bile izlenmeli, mutlaka izlenmeli.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!