Niçin vazgeçemiyoruz karşılık bulamadığımız sevgilerden? Defalarca reddedilsek bile ölesiye bağlanmak gibi tutkuya dönüşebiliyor duygularımız. Onu tanımadan, alışmadan, beynimizle ruhumuzun yaptığı anlaşmanın bir neticesi olarak bay ya da bayan mükemmel olabiliyor karşımızdaki. Aslında formül çok basit. Hayatınızda eksik bıraktığınız her şeyi liste olarak döküyor bir kenara beyniniz. Tıpkı alışveriş listesi gibi. Sonra kendi süpermarketini bulan kalbiniz, sepeti özgürce dolduruyor. Bazen mükemmel bir sevgili, bazen yenilmez bir ego, kimi zamansa hayran olunacak bir yetenek veya zeka. Kredi kartıyla ödeme yapar gibi borçlanarak alıveriyoruz bizde olmayanı. Sonra hepsi bizim oluyor. Ve hayal kurma işlemi sona eriyor çünkü ne istiyorsak hepsi poşetimizde ve onlara dokunabildiğimize göre fazlasıyla gerçek sayılabilirler.
İşte bu gerçeklik bağını ölesiye sorgulayan bir film “The Kindergarten Teacher”, yani “Anaokulu Öğretmeni.” İnsanın çok arzuladığı bir şeye sahip olduğuna kendisini inandırması için önce başkalarını bunu ikna etmeye ihtiyaç duyduğu gerçeğini resmediyor büyük bir ustalıkla. Çünkü diğer türlüsü, yani bir şeye peşinen inanıp insanları buna hemfikir hale getirmeye zorlamak başarısız olabilir ve zaman zaman yalan söylüyormuşuz gibi hissettirir. O yüzden başkalarının gözünde mükemmelleşmeye çalışan bir kadının, aynadaki yüzünü bir süre sonra kaybetmesini biraz hüzün, biraz da gerilimle seyrettiriyor bize bu özel film.
Yönetmenliğini Sara Colangelo’nun yaptığı film; monoton bir aile hayatı olan, işinde çok başarılı ve kızları ile kocasının gözünde sıradan bir anne kimliğine sahip olmaktan bir türlü kurtulamayan bir anaokulu öğretmenin çıktığı ruhsal yolculuğu anlatıyor. Maggie Gyllenhaal ‘ın hayat verdiği Lisa Spinelli karakteri, bu sıkıcı ve kendisini evde ve iş yerinde tek bir kimliğe mahkum eden hayatına isyan bayrağı açıyor. Akşamları katıldığı şiir kursları, onun beğenilme ve takdir edilme duygularına karşı açlığını gözler önüne sererken çok istese bile bir türlü dikkat çekmeyi başaramaması mutsuzluğunu daha da görünür kılıyor. Öyle ki, aynada karşılaştığı yüz, Lisa’yı rahatsız ediyor. O da çareyi, bu yüze yapılacak en kalıcı ve tesirli makyajda buluyor.
Beş buçuk yaşındaki yetenekli öğrencisinin şiirlerine duyduğu hayranlığı, onları gasp etme iç güdüsü ile karıştırması da tam bu noktada başlıyor. Hem çocuğu Mozart’la eş tutup, onu keşfeden, koruyan ve kollayan öğretmen olmak istiyor, hem de onun yeteneğini kolayca kendi yüzüne sürüp, insanların gözünde bambaşka, takdir gören birisine dönüşüveriyor. Lisa’nın makyajındaki ustalık, onu bir süre hayal ettiği kadına çeviriyor. Ama sadece bir süre. Büyünün bozulması ve gerçekle burun buruna gelen öğretmenin yaşadığı duygusal ikilem, filmin en kuvvetli vurgusu. Çünkü bu noktada, her şeye rağmen Lisa’nın mantıktan bir an bile vazgeçmediğini fark ediyorsunuz. Kendisini tanıyamadığı ve gerçekle bağlantısını kopardığını düşündüğünüz anda bile aslında çok realist ve sakin kararlar alabiliyor. Bu da aslında hepimizin takıntılı ruh haline ne kadar yakın olduğunu ve farkında olmadan hayatımızın bambaşka noktalarında neler için ısrar ederken yüzümüzü kaybettiğimizi gözler önüne seriyor. Kim bilir? Saplantılı olduğumuz konuları görebilmek için gözlüğe değil, kırık dökük bir kalbe ihtiyacımız vardır belki de.
Hepimiz, etrafımıza hissettirmemeye çalışsak bile hayatımız boyunca gelip geçtiğimiz yollarda aldığımız yaraların izlerini taşıyoruz. Acıları tazeliğini kaybetse de baktığımız zaman görebileceğimiz kadar net çizgilerle örülü ruhumuzdaki yaralar. Bu yüzden insan, kalbine bakıp gördüğü resimden korkabiliyor bazen. Ve güzel gözükmek istiyor. Herkesin dudağını uçuklatacak kadar hem de. Sonra takdir edilmek istiyor. İnsanların alkışlamaktan elleri yorulana kadar. Yani hiç kimse, gerçek yüzünü, onu en az bir defa kaybetmeden bulamıyor. Belki de siyah beyaz yaşamımızı renklendiren en uzun yolculuğumuzdur bu.
“Kindergarten Teacher” (Anaokulu Öğretmeni) filmi, çoğumuzun iç hesaplaşması ve biraz da kaçıp gittiği evine geri dönüşü gibi. Bütün filmi omuzlarında taşımaya çalışan Maggie Gyllenhaal’ın çok kararında bir oyunculuk çıkardığını ve nevrotik kişiliğin etrafını kalın bir kalemle çizip, ortasında kocaman bir yürek bıraktığını düşünüyorum. Psikolojik tür sevenlere ısrarla bu filmi izlemelerini önerirken, aynadaki yüzüne makyaj yapmayı sevenlere de açıklayıcı bir not düşüyorum: “Henüz yeterince kaybolmadınız. İyi seyirler.”
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!