yaşadıklarımızı bir araya getirmek,
bulup buluşturmak mümkün değil.
biliyorsun bu saatten sonra,
bir aralığın önemi pek yoktur.
tüm kolların sığındığı kolluk kuvveti,
yarım baretle kurtarılan iç anadolu’nun dış tarafları,
üstüme sinen sabah uyanmış olmanın halı bakışı,
bu geceden kalma yatı,
bu annemin sesini bastıran zerzevat,
peki durduk yere yüzümün yüzünü görme isteğine ne demeli ?
emel ! bunları sana söyleyemedim ama bir inme geliyor.
bu hayatın ivmesi de bu mu yoksa ?
yoksa bu göz altlarımıza sinen şey korku mudur ?
kendimizin icat ettikleri değil mi başımıza çıkan ?
bu kadar soru sormaya ne zaman başladım bilmiyorum.
ama bu hayatı çok boşladım.
kendimden boşalan her yere kendimin değilmiş gibi baktım.
hayatım dedim, nerde kaldın nerde ?
soğuk sabahlamalar ile tanıştığımız koridor, kendini mayın diye tanıtmıştı.
ağzında cımbız, lafları paket yapmış.
yaklaşık olarak şunlardan konuştuk:
1-işinden memnuniyetsiz işçilerin solgun yüzleri,
2-hafta sonuna ayarlanmış intihar metinleri,
3-toplu alanlarda bastırılmış yalnızlık,
4-bütün fotoğrafların iç karartıcı etkisi,
5-biraz sendrom, biraz katakulli.
sonra senin çıkıp boyuna boyna sarıldığın sokak,
buluşulmak için belirli yerler vardır, bilirsin.
bknz.mezarlık
bknz.morg
bknz.düğün salonları
bknz.rüyalar (burası yalınlar için)
bknz.kabuslar (burası yakınlar için)
vs.
yiten şey zaman olgusu mu yoksa bu gözümüzün ihtişamında enjekte edilmiş olan
ömür içi dolgu mu ?
yakın soruların cevapları uzak oluyor, göremediğim ne varsa adı uzak oluyor, gözlerimizin görebildiği en uzak yer neresi ise orası uzak oluyor, içimizdeki tüm kapanlar uzak oluyor, kafamızdaki tüm tuzaklar uzak oluyor.
uzak oluyor bazen insan, kendine.
kendimde, tüm bunların adını buldum : zerdeçal.
bir uzak aktar yalnızlığı.
nasıl ama ?
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!