sınırlarımı zorlayan her şeye karşı gösterdiğim müthiş bir direnç var ve bunu yenemiyorum. bu yüzden okulu yarıda bıraktım, hiçbir yolculuğu tasarladığım kadar uzatamadım, hiç adam akıllı sarhoş olmadım.
geçen yıl okumuştum sanıyorum, halen kelimesi kelimesine hatırladığım bir kitapta kaybetmenin sonradan edinilemeyecek kusursuz bir yeti olduğundan söz ediliyordu. okuduktan üç gün sonra kitabı kaybettim. daha sonra kendimi de ama bundan şimdi söz etmeyeceğim.
aslında şu an hiçbir şeyden söz etmeyeceğim. zaaflarım ve hedefi tutturamadığım atışlarım, bir de bilinçsiz bir ehemmiyeti daima bilinçli bir çaresizliğe tercih etmem meselesi dışında.
herkesin kör olduğu bir dünyada tek gören olmak yalnızlığa rütbe atlatmaktır, ama herkesin görebildiği bir dünyada görebilen olup herkesten başka yana bakmak. işte bu yalnızlıkta çığır açmaktır. ben bunu her yakın ihtimalin, uzak bir olasılıktan daha keskin oluşu biçimde tanımlıyorum. sonra dönüp içinden çıkmak için ruhumu parçalarcasına mücadele ettiğim çukura bakıyorum, mağlubiyetimin güçsüzlüğümden değil, oradan çıkmak istemeyişimden kaynaklandığını görüyorum.
aslında hepimizin ortak meselesi bu. öyle ittifakla, birlik bilinciyle, müşterek hareketle filan halledilebilecek gibi de değil. tahta bir gemiyle okyanusa açılmışız, nerede olduğunu bilmediğimiz bir delikten su alıyoruz. elimizde kalan zamanı ise geminin delinmesine neden olabilecekler üzerine tartışarak geçiriyoruz. ama batıyoruz. insan az olanı tasarrufta, sayılı olanı arttırmada en beceriksizdir.
bunu hepimiz iyi biliyoruz.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!