Sevgili Oğuz,
Bu yazıyı yazmak zorunda kalmasaydım, kalbimin hudutlarında boğulmasaydım ve seninle bir şekilde ayrılmasaydık bu mektup bir davet olabilirdi. Zatı şahaneni yüreğime dokundurmaya bir davet. Senden sonra insanlar birçok şey konuşuyor hakkımda. Kimisi kibarlığımı küstah buluyor, kimisi yazılarımı çöp parçasıyla eş tutuyor. Hiçbirine kulak asmıyorum. Lakin şunu söylemeliyim, sen olsaydın her şey çok daha sessiz olurdu, söylenen tüm sözler. Kendime çok yalan söyledim. Sonra o yalanları dinledim. Kendimi avutmam hiç bitmedi. Sana kızarken – o kadar çok kızdım ki- öfkem sana yaptığım yanlışlara kör etti beni. Biliyorum, mütemadiyen aceleci bir kadın oldum. Bu acelem seni yordu. Ama o kadar hızlıydım ki, seni ardımda bıraktığımı bile fark edemedim. Senin gibi beceremiyorum dünyaya çıplak gözlerle bakabilmeyi. Sevgisizliğim öyle yoğun ki kuduz köpekler gibi sağa sola çarpıyorum. İstiyorum ki sadece sev beni. Başka şekilde yaşamayı beceremem. Avuntular, yalanlar ilaç benim için. Sızılarımı geçiriyorlar birkaç saatliğine. Sonra bir daha yeniden yeniden…
Gerçekleri duymak istemiyorum. Sensizlikle yüzleşemiyorum. Beraber başladığımız hiçbir şeye sensiz devam edemiyorum. Çalışma odamın boyanmamış tek duvarı öylece duruyor. Öyle yarım, öyle manasız ki. Sanki her odaya girdiğimde gülüyor bana. Duvarın köşesinde bir kutu boya öylece, kimsesiz duruyor. Öyle kimsesiz ki gidip sarılmak istiyorum. Sanki sensizliğin farkında, acı çekiyor benimle beraber. Babam bile alay ediyor benimle, ‘Bir duvarı boyamaktan bile acizsin.’ diyor. Diğerleri gibi babamı duymamazlıktan gelemiyorum. Kalbime batıyor sözleri. Tüm bu olanlara, göğsümü deliveren acıya, kırılan heveslerime dayanabilirdim. Eğer seninle tek bir gece geçirebilseydim. Annem öldükten sonra hem babama, hem mutfaktaki yavan yemek kokusuna, evin dağınıklığına bakışım değişti. Burası artık sadece bir ev. Karnımız doysun diye yemek yediğimiz, susuzluğu hissetmediğimiz, dinlenemediğimiz uykuları uyuduğumuz ev. Milyonlar verip mobilyalar dizsek, annemin ayaklarını yere basıp, yürüdüğü zamanlar gibi bir yuva olmayacak artık burası. Annemin nefes alıp vermesi bile yeterliydi bu evi ısıtmak için. Kuşlar bile konmak için bizim camı seçerdi. Annem varken çiçekler konuşurdu, yemekler hep sıcaktı. Evimizin bir rengi vardı. Şimdi hepimiz kimsesiziz. Birkaç fotoğraf, çalmasını beklediğim telefon sesleri ve sana olan sevgimle bastırıyorum kimsesizliğimi. Senle yollarımızı ayırdıktan sonra her şey çok daha sancılı olmaya başladı.
Babamın huysuzluğuna katlanamıyorum. Her an annem mutfaktan seslenecek gibi, sabahları mutfak kapısında oturuyorum. Bu her geçen gün daha da dayanılmaz bir hal alıyor. Artık acı çekmeye ara verme zamanıdır. Bu mektuba burada son vermeliyim. Eğer bir ihtimal varsa; senin bu yazıyı okuman için, buna karşılık yüreğimi bırakıyorum içine. Cevapsız kalsa da, okumuş olman bir nebze sancımı dindirir, yüreğimdeki ferahlıktan hissederim okuduğunu. Bu sancıların sonunda sana iyileşmek varsa, razıyım senelerce çekmeye. Kendine iyi bak. Ben sana bakamazken, isterim ki sadece iyi ol. Hoşçakal Oğuz, kulağım hep telefon sesinde gözüm hep mutfağın kapısında olacak.
BİLGE.
Mayıs-1973
*Yazılarıma ışık olan canım Oğuz Atay’a ithafen.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!