Çakmağın Bende Kaldı
” Sonuç olarak sen,
hayatımın ‘Olanın var, olmayanın var ‘ cümlesinin olmayan kısmıydın… “
Çok ince bir geceye uyandım. İnce diyorum çünkü nereden tutarsam kopmaya meyilli bir gece. Dünyanın parlaklığını kısan tanrıya da teşekkürler. Dünyanın uzuvlarından tutup nefesini kesen rüzgâra da minnettarım. Kafamın içinde üçüncü dünya savaşının tanıtım filmi çekiliyordu sanki. O kadar düşmeye meyilliydim olduğum yere. Tıpkı gece gibi ben de kendimi bir hayli zor taşıyordum. Belki de kalan son gücümle buzdolabını açtım. İçinden çıkarmış olduğum limonlu soda ile ıslattım sersemliğimi. Şimdi oturdum ve şu an, evet, tam da şu an yazmaya başladım. Aslında sadece yedi adım ile ulaşabileceğim mutfakta duran sigara paketine. İçinden en el değmemiş dalı seçmek için hafif bir silkip bakacağım. Gözüme en çok ilişen, dudaklarıma en çok yakışan o sigara dalını, o yeni bir gelinmiş gibi utangaç olan sigara dalını dudaklarıma bırakmam için sadece yedi atmam gerekiyor. Ama ben çok halsizim. Aslında çok yorgun ya da cesur olmak gerekirse çok korkak. Çünkü ne zaman şu bulunduğum durumu bir saniyeliğine bile terk etsem, yazacaklarım aklımdan uçup gidiyor. Yazacaklarım sanki çişinin son damlasında eve yetişmeye çalışan bir öğrencinin, tam kapıya geldiği an dayanamayıp paçalarından damladığı gibi damlıyor. Şu an tek istediğim, sigara içmek ve o lanet olası yedi adımı atmak. Kalkmalıyım. Kalkıyorum sanırım. Kalkt…
Biliyor musun? Az evvel sigara içmek için zar zor yürüdüğüm ve zamanın sanki hiç geçmediği o yedi adımlık yolu aştığım zaman, babam uykudan uyanıp tuvalete giderken bastı, paçamdan dökülen yazılara. Ne kadar çabuk içersem o kadar iyi dediğim yeni gelin sıfatındaki sigaraya bakıp: ‘Galiba seni bu defa çabuk boşayacağım. ‘ dedim, kendi kendime. İçerken düşünmedim. Çünkü düşünsem bir sonraki yedi adım tekrar dökülecek. Sonra birden aklıma ‘terkedilen insanlar’ geldi. Terkedilen erkeklerin kambur duruşları. Terkedilen kadınların mağrur susuşları. Bu gibi birçok terkediliş işte. Sigaraya uzunca bakıp dumanına: “ Bir insan terkedilecek kadar ne günah işler ki? ” dedim. Sigara, yanmaya devam etti. Hep merak etmişimdir: “ Bir insan bir başka bir insanın kırılma noktası haline nasıl gelebilir? ” Hazır mesele kırılma noktasından açılmışken bir anım geldi aklıma:
Uzun zaman önce, yani ne kadar uzun bilmiyorum ama bu gece kadar olmadığı kesin. Çünkü onca şey yazıp, her yazdığımı yaklaşık beş dakika düşündüğüm halde üç dakikada bir dakika atan şu gece kadar uzun olamaz. Olmamalı. Her neyse. Ne için uğradığımı şu an hatırlamadığım markette bir kadına denk geldim. Aslında denk getirdi bizi, tanrı. Ha unutmadan. Teşekkürler, tanrım! Hafif dolgun, sarışın ve sol bileğinde anlamını ve ne yazdığını hatırlamadığım, aslında hatırlasam da pek umurumda olmadığı bir dövme olan kadın. Kasiyer. Ama ne kasiyer. Sürekli olarak belki de sırf onu görmek için, hatta sadece onu görmek için uğradığım markette göğüslerine düşürdüğüm gözlerimi almaya gidiyordum. Çıkarken de gözlerim dışında elimde iki çikolata alıp geri eve dönüyordum. İnsanın almak istediğinin haricinde bir şeyler alarak çıkıp gitmesi ile eli boş dönmesi arasındaki tek fark, elindekileri koyduğu poşettir. Nitekim onlarca liranın heba olmasından sonra fark etti beni. Telefon numarasını, aldığım çikolata fişinin arkasına yazıp bana veren bir kadın ile gelecek planları kuracak kadar çocuk olduğumun altını çizelim. Aslında burada telefon numarasını hoşlandığı bir erkeğe kurnaz bir şekilde veren kızın kötü olduğunu düşünmenin altını değil de bir ay içerisinde birkaç erkekten hoşlanıp bu kurnazlığı yapan bir fahişenin altını çizdim.
Yanılmıyorsam bir ay boyunca konuşup tanıştıktan sonra başladı flörtümüz. Bulunduğumuz yerde oturup –ki o yerin neresi olduğu zerre umurumuzda değildi – sigara içip en yakın apartmanın asansörüne girip delice sevişecek kadar cesur, çocuk ama aslında çok büyük bir çifttik. Aradan iki ay geçtikten sonra yine bir sevişme faslını yarıda kesip asansörün stop düğmesine bastığımız sıra yüzüme bakıp:
“ Sanırım artık bitirmemiz gerek. ” demişti. Şaşırmadım, çünkü ellerim kalçasında gözlerim göğüslerinde ateş etmeye hazır bir haldeyken onu duymamıştım bile. İşin ciddiyetine beni itip, asansörü tekrar çalışır duruma getirdiği an anladım. Toparlanıp bir sigara yaktım. Ona uzatmadım. Çünkü benden bir şeyler alacağını bildiğim bir kadına, paketteki son sigaramı uzatmak ahmakça olurdu. Zaten onun istediği de sigara değildi. Apartman girişindeki su deposunun üstüne oturduk. Çantasından slim sigarasını çıkarıp çakmak istedi. Uzattığım çakmağı geri vermeden çantasına bıraktı. Zaten ben de istemedim. İki yudum çektikten sonra:
“ Sence de yeterince saçma değil mi bu ilişki? “ dedi.
Prova yaptığı her halinden belli olan bir oyuncu kadar profesyoneldi. Sahnelerin tozunu attıran bu asansör güzeli ile amatör bir oyuncunun doğaçlaması bir ödül alabilirdi aslında, kameramız olsaydı. Başımı önüme eğip:
“ Bence yetemeyecek kadar saçma. Yetene kadar devam etmeliyiz. ” dedim.
Vay anasını, değil mi? Sanki yıllardır bu sahneyi bekliyormuş gibi fiyakalı bir cümle kurmak. Gerçekten de etkileyici. Aslında uzatmaları oynayan boktan bir amatör lig takımı direktörünün gözlerindeki o acı anı yaşıyordum. ‘Lütfen birkaç dakika daha!’ dercesine bakıyordum yan hakeme, orta hakeme, dördüncü hakeme. Aslında her maçın sonunda bittiğini bildiğim halde yenilmeyi kabullenemeyen bir taraftar kadar hırslı almıştım bu bileti. Yeniliyordum. Kıçımı kaldırıp tribünleri terk ettikten sonra dışarıda it gibi içip çıngar çıkaracak taraftar olmayı istemiyordum. Zaten kalıp hiçbir şey olmamış gibi davranmama da şartlar el vermiyordu. Ne yapacağımı düşünürken atıldı konuşmaya:
“ Bak, bence bizim yolumuz buraya kadar. Hem olmadığı yerde bırakmalıyız. Fazla zorlamanın ne anlamı var sence? Bence hiçbir anlamı yok. Hem sen kabullenmesen de ben gideceğim. Böylesi ikimiz için daha kötü olur. Bence iki medeni insan gibi konuşup ayıralım yollarımızı. ” dedi.
Kabul etmeliyim ki bu defa çok iyiydi. Sağına soluna baktım. Belki bir tiyatro teksti bulurum da oynadığı bu fahişenin sadece bir rol olduğunu anlarım diye. Sonra tekrar sekiz kat çıkar, o sıra sevişiriz. İner, tekrar sevişiriz. Ama olmadı. Herhangi bir tekst falan yoktu. Zaten ben de yoktum orada. Aklım başka yerdeydi. Aklım o an onun olmadığı bir yerde, onu arıyordu.
“ Peki. Nasıl uygun görürsen. ” diye kestirip attım.
Hafif bir gülümsedi. Asansörden çıkan bir dayıya baktığı an çektim, göğüslerinde unuttuğum gözlerimi. Tekrar cebime koydum. Kalkıp iyice silkelenip bina girişine döktü sevişmelerimizi. Bir dost gibi, iki yabancı gibi yürüdük birkaç dakika. Yolumuzun ayrılacağı noktada el ele sıkışıp birbirimize iyi temennilerde bulunduk. Birbirimizi en güzele emanet ettik. Başın sıkışınca beni ara dedik birbirimize. Anlayacağın bütün yalanları söyledik, yüz yüze. Tam elini sıkıp giderken seslendi:
“ Çakmağın bende kaldı. ”
“ Kalsın. Ben son sigaramı yanan canıma tutar yakarım… ”
Açık Kalp Edebiyatı kitabından…
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!