Bir Garip Saltanat
” Umudu üflerdim düğümlerime.
Avuçlarımdaki hayat çizgisi, kılcallarıma sarılana dek… ”
Avuç içlerime saklanan ve uzun bir hayatın emaresi olan, elimin tabanında bir yerlerde başlayıp kafasına göre akan ve sıkıldığı noktada ise yatağını değiştirip elimin dışında bir yerlere başını alıp giden çizginin beynimdeki kuru saltanattan elbette haberi yoktu. Çünkü bu saltanatın, kendisi dışındaki her şeye kulakları tıkalıydı. Çünkü duygular yoktu, kafatasımdaki çizgilere saklanıp durmadan emirler veren hükümdardı ve umurunda bile değildi, hayat çizgimin uzunluğu. Kalp, ona anlamlar yüklerdi fakat ona göre aptaldı kalp. Eğer haberdar olsaydı kalbim ve beynim arasındaki kalın halattan kenarlıkları olan, hasır köprünün bir ucundan öbür ucuna geçmeyi; el pençe divan bekleyen ve sırf dudaklarımdan, dökülebilmek için eli maşalı hükümdardan bir parça izin koparmak için dil döken cümlelerimi de benliğine sıkıştırırdı. Daha çok dallanıp budaklanır, kılcallarıma kadar sarılırdı. Belki de bütün dışlanmışlıklardan muaf tutardı, taze duygulardan bir satır yazabilmek için. Sayfalarca mürekkebi buruşturup bir kenara fırlatan, hatta ipin ucunu kaçırıp sapla samanı birbirine karıştırıp bambaşka dertler edinen o şaşkın şairi.
Kocaman bulutların belli belirsiz ayrım çizgilerinde beliren, süzüle süzüle göle inip kanadıyla şöyle bir dokununca yeniden havalanan bir kuşun kanadından koptuğunda kendi etrafında döne döne rüzgarımda savrulup kağıdıma düşen kalemimden hiç bahsetmedim henüz ya da kalabalıklarda içinde akıl veren fakat yalnızlıklarımda ortadan kaybolan şaklaban ilham perimden. İyi ki bahsetmedim. Bana bile faydası olmayan şu şaklabanı, mantığım ne yapsın? Sadece atardamarlarım biliyordu; uçan bir halım olmasını ne kadar istediğimi. Bundandı, en uç noktaya kadar umut taşımak için hep daha çok ve hep daha hızlı atması kalbimin.
Kol saatimi duvara fırlatalı çok oldu. Düşüncem, saatlerin an kadar çabuk ve olabildiğine şişirilmiş zamanı durdurabilmek ümidi idi ve bir de saltanatın uydurduğu süreli zorunlulukları unutmak… Mitolojik bir varlık olmadığım sürece, görünmez kanatlarım olmayacaktı çünkü. Ve muhakkak görecektim ömrümde, sonbaharı. Eğer kanatlarım olsaydı; onlarca mevsim uydurur, aralarından yaz mevsimini -mesela bir Temmuz sabahını- seçer ve düşerdim yollara. Divane gibi gezerdim. Çığlık çığlığa bağırırdım umudu. Mantığımın sesini susturana dek… Durmaksızın seslenirdim dağlara, ovalara; ta ki sözlerim bir yerlere çarpıp bana dönmeyene dek. Umudu üflerdim düğümlerime. Avuçlarımdaki hayat çizgisi, kılcallarıma sarılana dek…
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!