[youtube url=”https://youtu.be/L4afvtnRPJM” autohide=”0″ autoplay=”1″ hd=”1″]
ÇİKOLATALI GOFRET
” Arkadaşlar! Aranızda Ülker çikolatalı gofret sevmeyen var mı? ”
Yok değil mi? Hatırlıyor musunuz? Eskiden televizyonlarda böyle bir reklam vardı. Ben, hiç unutmuyorum. İnsan kelimesinin anlamı unutmaktır. Bunu bana dedem öğretmişti.
İnsan, sürekli bir şeyleri unutur. Okulda sıranın altında defterini, askıda paltosunu, sevdiği birinin telefon numarasını unutur. Sürekli bir şeyleri kaybeder insan, değerli bir aksesuarını, pazarda annesini, ders notlarını ve daha birçok şeyi. Ben de dedemi kaybettim. Dedemle birlikte de kendimi. Sürekli dedem ile çikolatalı gofret aramaya giderdik. O günden sonra ben bir şeyleri aramaktan vazgeçtim. Buna kendimi aramak da dahil. Dedem:
“ Seni senden başkası bulamaz. Çünkü ancak sen hatırlayabilirsin sevdiklerini ve kendini nereye bıraktığını.” derdi.
Haklıydı. Sürekli kanal 7 de haberleri izlerdik. Orada çenesinde gamzesi olan bir spiker vardı. Dedem ve ben, bu dünyada ne bok olup bitiyorsa o çenesinde gamzesi olan adamdan öğreniyorduk. Araya reklam girince hemen o reklam çıkar:
“Arkadaşlar! Aranızda Ülker çikolatalı gofret sevmeyen var mı?” diye bağırırdı.
Ben de o sıra parmağımı kaldırır:
“Ben sevmiyorum oğlum!” derdim.
Bir gün yine aynı reklam çıktığında tam parmağımı kaldırıp, “Ben sevmiyorum!” diye bağıracakken dedem başımı okşayıp:
“ Bu şerefsiz, soruyu yanlış soruyor babacım. Aslında “Arkadaşlar, aranızda fukaralık yüzünden mecburen çikolatalı gofret sevmeyen var mı?” demesi lazım. O zaman seni ve senin gibi olan bütün çocukların sesini duyar. Hoş, zaten sizden haberdar olsa böyle demezler de; neyse, gel birlikte ayran ekmek yiyelim.” demişti.
Dedem ile sürekli ayranın içine ekmek doğrar yerdik. Ninem görmesin diye de alelacele kap kacak ne varsa yıkar, yerimize otururduk. Ufakken sürekli dedemlerde kalıyordum, ortaokula geçtiğim zaman artık eşek kadar olduğumun farkına varmış ve evime gitmiştim. Nasıl olsa sürekli bayramlarda ailece hepimiz orada toplanırdık. Dedem içeri girdiğinde yediden yetmişe, kadın erkek kim varsa ayağa kalkar, o oturmadan da kimse oturmazdı. Sürekli gidip gelirdi odaya. Kimse de kalkıp oturmaktan rahatsız olmaz, olan da sesini çıkaramazdı. Koca dede ulan bu, az mı!
Yaz aylarında babam ile inşaata yahut zengin insanların evlerine gider, boya ve duvar kâğıdı yapardık. Babam, hafta sonları beni inşaata ya da özel daireye götürmesin diye bedava ders veren bir dershaneye kendimi zar zor kayıt etmiştim. Aslına bakarsanız, bahanem işten kaytarmak değildi. Sadece babamın kanı beş kuruş etmeyen zengin piçlerine ‘Abi’ demesi, çok zoruma gidiyordu. Okul okuyup onu bu durumdan kurtarabilmek yerine, her ders çıkışı şişko halime aldırış etmeden it gibi top oynardım. Dershanenin bana tek faydası, dağıttıkları yeni çorap ve helvalar olmuştu. Bütün öğrencilere bir büyük bir de küçük boy paket helva ve iki çift çorap dağıtıyorlardı. Ben ve Vedat, gücümüzün yettiği öğrencilerden helvaları topladık. Sonra çıkıp satmaya başladık. Küçük helva bir, büyük iki lira. Elimde tam yedi tane büyük helva vardı. Eve gitmeden hepsini satıp, akşamları dedemlere gidecektik. Elim boş gitmek istemiyordum, çikolatalı gofret alacaktım, hem de Ülker! Anlıyor musunuz? Bu defa ben içeri girip :
“Arkadaşlar! Aranızda Ülker çikolatalı gofret sevmeyen var mı? Varsa devam etsin, çünkü bu benim ve dedemin!” diye bağıracaktım.
İki saat içinde Diyarbakır’ın o dondurucu soğuğunda don tutmuş sokaklarında usta bir işportacı gibi gezip, yedi helvayı satmıştım. Bu benim ilk ve tek karlı işimdi, sonrası hep boka sardı. Elimde tam on dört lira para vardı. On dört ulan! Az mı? O zamanlar o parayla okuldaki kantinde söz sahibi olurduk biz. Birkaç güzel kıza çörek ve tost ısmarlardık. Kahve içerdik, karton bardaklarda. Dikkat ettiniz mi? Karton bardak ve kahve, plastik bardakta çiş rengindeki yarım doldurulan çaydan söz etmiyorum. Heyt be! Bakkala değil de markete girip altı tane çikolatalı gofret aldım. Planım hazırdı. Dedem ile haberleri izlerken reklam çıkacak ve ben de:
“ Biz de seviyoruz oğlum! Ahanda bak burada, hemi de altı tane ” diyecektim.
Eve dönerken dünyanın en mutlu çocuğu, abisi, oğlu, torunu, arkadaşı bendim. Evet, sanki benden başka herkes yas tutuyor da sadece ben gülüyordum. Kapıyı çaldım ama açan kimse olmadı. Komşu çıkıp:
“Annenler yok, gel kardeşlerin de bizde. Yemek hazırladım.” dedi.
Bu normaldi, annemler bir yere gitse biz komşuda kalır, kendi evimiz gibi takılırdık. Bu sefer beni içeri çağıran abla, sanki bir yetimi sahiplenmiş gibi bakıyordu. İçeri girip kardeşlerime sorduğumda, dedemlere gittiklerini söylediler. Ev telefonundan dedemleri aradım. Annem telefonu açtığında ağlıyordu. Zaten bir şey olduğunu anlamıştım. Çünkü telefonu hep dedem açardı ki. Annem:
“Komşuda kalın biz geleceğiz, deden ölmüş.” dedi.
Annem kendi babası kadar çok severdi dedemi, zaten hıçkırık seslerinden pek anlayamadım ya da anlamamış gibi yaptım.
“ Dedem mi hasta? E tamam ben geleyim, ona çikolatalı gofret aldım ann…”
Telefonu kapattı.
“ Anne! Anne, lütfen ben geleyim! Lütfen anne! Dedeme çikolatalı şeyden aldım, gofretten aldım!”
Komşuları dinlemeden sokağa attım kendimi. Gözlerimde yaş, ayaklarımda çorap, elimde ise o çikolatalı gofretler ile dedemlere koştum. İçeri girer girmez, dedemle haberleri izlediğimiz odaya attım kendimi. Herkes perişan halde ağlarken ben gözlerimdeki yaşları silip televizyonu açtım. Haberler yeni başlamıştı. Her zaman haberleri sunan çenesinde gamze olan o spiker gitmiş, yerine sarışın bir kadın gelmişti. Arkamdaki boş koltukta yine dedem varmış gibi kaç haber çıktı sayıp, reklamın çıkmasını bekledim. Elim havada, çikolatalı gofretler hazırda bekliyor. O çikolatalı gofret reklamı çıkmadı. Her gün çıkan o boktan reklam, bugün çıkmadı. Çenesinde gamzesi olan spiker de yoktu. Dedem de ölmüştü gerçekten. Şimdi soruyorum:
“Arkadaşlar! Aranızda Ülker çikolatalı gofret sevmeyen var mı?”
Ben sevmiyorum!
AÇIK KALP EDEBİYATI kitabından
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!