Elektrik Faturası
” Lan yeter tamam yatıracağım faturayı şu an param yok, param! ” deyip sağ elini hızla yandan kavis aldırarak karısının surat hizasına dek kaldırdı. Gerçekten vuracak mıydı? Emin değildi. Merhametiyle öfkesi arasında gitti geldi. (Hem merhamet de neyin nesiydi? Kendisi, bağışlayan mıydı?) Elinin, kadının surat hizasında donmuş bir film sahnesi gibi kaldığı iki-üç saniyelik zaman diliminde belleği küçük bir oyun oynadı kendisine:
Çocukluğunun bir banyo sahnesinde kaldı, gitmek de bilmedi. Sabahın köründe uyanıp tarlaya ırgatlığa gitmiş bir kadın, ailenin yıkanma günü olan bir Cumartesi günü, yorgun argın banyoyu yakmış, sokaktan üçü de küçük (en büyüğü yedi, sonuncusu üç yaşında) çocuklarına seslenmişti. Ufaklığın pek aldırdığı yoktu ama altı ve yedi yaşındaki kardeşler, hem annelerine duydukları derin sevgiden hem de babalarından çok korktuklarından hemencecik eve dönmüşlerdi. Birisi soyunurken diğeri kerevetten kirli ve yara bere içindeki ayaklarını sarkıtıp başı önde bekliyordu.
Annesi oğlunun kafasına üstü su kazanı, altı ise odun sobası olarak tasarlanmış olan hazneden bakır tasla su döküyordu. O esnada geldi babası, evin salon diye tabir edilen fakat bir kerevetten başka bir eşyası olmayan o küçük boşlukta durup, kadından yevmiyesini kendisine vermesini istedi. Elbette ki kumar oynayacaktı. Kadın, yorgunluk, bıkkınlık ve öfkeyle karşıladı bu isteği. Fakat direkt adama değil de alçak bir tahta sandalyede kendisini yıkamasını bekleyen oğlundan çıkardı hıncını. Çocuk, birdenbire anlam veremediği bir öfkenin hedefi oluvermişti. Annesi Arapça “ Hüs bedilğeno le beyyek ha! ” (Sus babanı lanetleyeceğim şimdi ha!) demişti, akabinde babası durur mu? “ Velik ene bedilğenik, bedılğen beyyik ikmeyn! ” (Kız, ben hem seni hem de babanı lanetleyeceğim şimdi!). Ortalık kızışıyordu ve çocuk, bunu içten içe geçmiş deneyimlerinden biliyordu. Annesinin ayaklarının dibine oturmuş, ne kadar hırpalanırsa hırpalansın sesini çıkartamıyordu. Kadın, babasına gelen laneti duyunca çocuğu hem sarsıyor, hem yıkıyor, hem de lanetin boyutunu arttırıyordu. “ Uvlek Allah ılğen beyyek, bey hayyek!. ” (Lan Allah babanı lanetlesin, kardeşinin babasını da!) İşte olan o cümleden sonra oldu. Adam, babasının lanetlenmesini kendine yediremeyip hınçla daracık banyoya dalıverdi. Çocuk, anne ve babasının itişme ve sövüşmelerinin arasından kendini çığlık çığlığa dışarı atıverdi. “ Babam annemi dövüyor. ” diye bağırıyordu.
Banyoda ne oldu, babası mı annesini dövdü, annesi mi galip geldi hatırlamıyordu. Yalnız, olayın kendisini ne kadar çok etkilemiş olduğunun farkına şimdi şimdi varıyordu. Kaldırdığı elini usulca indirdi. Ve elini kaldırdığı için pişmanlık duydu Karısı ise hem söyleniyor, hem de kendisine dik dik bakıyordu. Bu bakışta “ Hem kadının özgürlüğü, hak hukuk bilmem ney diyorsun. Hem de bana vurmaya kalkışıyorsun. ” bakışı vardı. Söylenmesi ise malumdu:
” Bu kış günü, elektriğimizi keserlerse ne yapacağız? Faturayı yarın mutlaka yatır. ”
Adam susuyordu, uzun zamandır işsizdi. Ayrıca solcu derneklere gidip geliyor, eylemleri kaçırmıyor; her önüne gelene eşitlikten, paylaşmaktan bahsediyordu. Kendi kendine:
“ Ulan hem ulusal hem sınıfsal olarak sömürüldüğümüz yetmiyormuş gibi bir de bu kadın susmak bilmiyor.” dedi.
Aklına yeniden banyoda kavga sahnesi geldi, utandı düşündüklerinden. Karısı haklıydı. Hadi kendi ve karısı neyse neydi de küçük çocukları vardı, o ne olacaktı? Zaten küçücük bir elektrik sobasıyla idare ediyorlardı o da olmasa çocuğun hasta olması işten bile değildi. Her şeyden habersiz, elindeki ucuz bebekle oynayan kız çocuğuna baktı; kendisine, düzene, olanaksızlığa, hayatının anne babasının yoksul yaşamına benzeyişine sövdü, sonra tuttu tüm bunları emek-sömürü ilişkisine bağladı. Ama yine de elinden bir şey gelmemesine kızdı.
Balkona çıkıp masanın üzerinde duran kaçak sigarasını dudaklarına ekledi. Sigarayı yakarken titreyen ellerine de sövdü, zaten bu gecekondu mahallesinde bilinen-bilinmeyen, var olan-olmayan her şeye söverdi herkes. Sigarayı, bir çocuğun annesinin memesini emmesi gibi hırsla emdi. Üç dört çekişte sigarayı bitirdi, yenisini yakmaya hazırlanıyordu ki karısı yanında bitiverdi:
“ Hem ne oldu o iş, hani dernektekiler sana iş ayarlayacaktı? Demiştim sana, boş bu dernek işleri. ” diye söylenmeye devam etti.
Şimdilik “ Tamam, halledeceğim. ” demekten başka bir şey gelmiyordu elinden ama kadın da bir türlü susmuyordu. Çaresizliğin girdabında gözlerini durmadan kaçırıyor, kadının söylenmelerine sabırla göğüs geriyordu. Sonunda:
“ Ver bakalım şu faturayı, bugün mutlaka icabına bakarım. ” demek zorunda kaldı. Kadının getirdiği faturayı ceketinin iç cebine koyup evden çıktı. Karısı arkasından:
“ Bugün son gün, faturayı mutlaka yatır. ” diye sıkı sıkıya tembihledi.
Hava soğuktu ve hafif çiseltilerle daha da üşütüyordu insanı. Tek katlı gecekonduların ucuz kömür yakılan sobalarından kesif bir koku yayılıyordu gökyüzüne. Ağzından eksik etmediği sigarasıyla yolda hem yürüyor hem düşünüyordu. Şimdi gitsem, dernekteki Cemal abiye desem ki:
” Abi bizim iş n’oldu? ”
Ayıp etmiş olur muyum? O da bana:
” Yahu buraya örgütlenmeye mi geliyorsunuz, yoksa iş bulmaya mı? ” dese, ne cevap verebilirim ki?
Vazgeçti. “ Söylemeyeceğim. ” diye sesli düşündü.
Fakat iş bulması da gerekiyordu. Bir şeyler yapmanın elzem olduğunun farkındaydı. ‘ Hem ne diye kadına el kaldırdım ki? Gerçi vurmadım ama olsun, el kaldırmamalıydım. Dernektekiler duysa, hele de o feminist Makbule bilse Allah’ıma eleştiri manyağı eder beni. ‘
Ara sokakların keşmekeşliğini, söylene söylene geçip ana caddeye ulaştığında direkt kahveye yöneldi. Bu da onun zaaflarından biriydi. Hoşkin oyununu çok seviyordu, oynamadan da duramıyordu. Yeniden dernektekileri düşündü. Aydın bir insanın boş vakitlerini ne ile doldurması gerektiği noktasında bir sürü şey öne sürüyorlardı – hoş haksız da sayılmazlardı – sağına soluna bakındı, kafasına göre birilerini bulamayınca vazgeçti oyun oynamaktan. Bir türlü sağlıklı düşünemiyordu. Sonra durup dururken solculukla lümpenlik arasında gidip gelen yaşam tarzına kızdı. Aklına yeniden faturanın yatırılmasının elzemliği geldi. En azından bir süre idare edebileceği, biraz para bulması gerekiyordu. Para isteyebileceği insanları gözünün önünden geçirdi:
“ İnsanın etrafındaki herkes mi yoksul olur be? ” diye hayıflanarak şansına ve sisteme sövdü saydı.
Kahveden çıkıp şehre doğru yürüdü. Bütün gün orda burda çaresizce dolanıp durdu. İçinden derneğe de gitmek gelmedi. Akşam olup da eve dönüş vakti geldiğin de ayakları geri geri gitmeye başladı. Karısı ne derse desin el kaldırmayacağına dair yeminler etti kendi kendine. Elektrik faturası sabah koyduğu yerde, iç cebinde bükülü duruyordu…
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!