Emanet-7.Bölüm
Kuşbazlar kahvesi, Aksaray’da Murat Paşa Camii’ nin avlusunda kalır ve İstanbul’daki namlı külhanilerin ve tulumbacıların yatak yeridir. Gün yerini kamere bırakınca kararan sokaklara yerleşen tekinsizlik de hep bu serserilerin işidir. Nerede bir kavga olsa, nerede bir ceset bulunsa ve ne zaman birisi soyulsa müsebbibi gelip bu kahvenin iskemlelerinde dinlenir. Çünkü Arap Hüsnü yada bilinen adı ile Arap Abdo onların hem haraçcısı hem de hamisidir. Arap Hüsnü, bir gözünde perde olan, karaya yakın teni ile uzun boylu ve korkutucu cüssesi ile bilinir. Çenesindeki çukur, sinirlendiğinde ya da bir şeylere daldığında belirginleşir. Bu yüzdendir ki ‘Arap’ın çukuru, hasmının mezarıdır.’ diye namını salarlar , Aksaray ve Tophane sokaklarına. Pırtık fesinin altındaki başı daima traşlı, bıyıkları seyrek ve sarkıktır. İki kulağı da az işiten Arap Hüsnü, yaz kış giydiği çizmesinde sakladığı söğüt yaprağı çakısı, tabancası ve usturpasını yanından ayırmaması ile de meşhurdu.
Önünde kahvesi ve nargile varken pala bıyıkları ile oynayan Hüsnü, az evvel aldığı haberin siniri ile bir dizini mütemadiyen sallarken etrafında çöreklenmiş külhanbeyleri ve sarhoş takımı korkuyla onu izliyorlardı. Sapı gümüş savatlı kamçısı ile salladığı dizinin topuğunu döverken usul usul, Trablus kuşağından taşan yeleğinin cebindeki kösteği çekip saatine baktı. Sarayda hayli nüfuzu olan babasının parasıyla Aksaray pavyonlarında cömertlik taslayan Mirasyedi Necip, yine para ile yanına topladığı Çerkes Ahmet ve adamlarına güvenerek kapatması Hayganuş’u kaçırmıştı. Şimdi çenesindeki çukur giderek derinleşen Arap Hüsnü, Necip’in yerini bulması için gönderdiği adamlarını bekliyordu. Erketelerden birisinin ıslığı, karanlığı yırtarken heyecanla ayağa fırladı Arap. Koşa koşa gelen delikanlı, adresi verdiği anda oturduğu yerden fırladı. Delikanlı, konakta kaç adamın beklediğini de söyledi ama Hüsnü o an onu duyamayacak kadar uzaklaşmıştı bile.
Hüsnü’yü ararken Hayganuş’u ve dolayısı ile Necip ile aralarındaki meseleyi ve tesadüfen Necip’in yerini de öğrenen Yakup, keyifle kahvesini höpürdetti. Zira onu ararken başka bir çamur yakalamıştı işte. Babasının parası ve nüfuzu ile her seferinde işlediği suçlardan ve türlü zorbalıklardan paçayı kurtaran bu züppeyi de aradan çıkarsa iyi olacaktı. Gerçi saraydaki babasından dolayı başı belaya girebilirdi ama Arap Hüsnü ile Necip’in husumeti bilindiğinden, belki Hüsnü’ye bulaşmadan onu ayak altından çekebilirim diye düşündü. Çarşamba, ayakkabılarının topuklarına parmağını sokup ayağına geçirirken kuşağın içindeki keseden iki mecidiye bıraktı masanın üzerine. Fesini düzeltip Necip’in konağına doğru yola koyuldu. Keyfi yerine gelmişti. Bir taşla iki kuş diye düşündü.
Neredeyse ağzından akan salyalarla Hayganuş’un kapısını kırarcasına içeri daldı Necip. Sarhoştu ve Hayganuş çok güzeldi. Zengindi ve ne yaparsa yapsın babası ona bir şey olmasına izin vermezdi. Ceketini ve yeleğini yırtar gibi çıkarıp attı bir köşeye. Hayganuş ise korkudan diğer köşeye sinmiş, birazdan başına gelecekleri tahmin ettiğinden olacak ki; korkudan titriyordu. Necip ve adamları, defalarca tecavüz ettikleri kadınları çırılçıplak sokağa atıyorlardı. Uğrayacağı tecavüzün mü yoksa defalarca tecavüz edildikten sonra, bu dağ başındaki konaktan çırılçıplak sokağa atılmanın mı daha korkunç olduğuna karar veremiyordu. Necip, kuşağını ve pantolonunu çıkarıp iç donunun uçkurunu çözerken pis pis sırıtıyor, bir yandan da gözleriyle yiyecek gibi kadını süzüyordu. Midesi bulandı Hayganuş’un. Başı dönmeye başlıyor ve yavaş yavaş kapanıyordu ki gözleri, o an pencerenin önünde parlayan makası gördü. Bir anda can geldi dizlerine. Sindiği köşeden fırladığı gibi kaptı makası.
– Bir adım daha atarsan saplarım ciğerine Necip,bilesin !
İstifini bile bozmayan Necip, uğraştığı düğümü olduğu gibi bırakıp attığı ceketine doğru sallana sallana gitti. Korku ile onu takip eden ve aralarında, havada tuttuğu makasın güvencesinde duran Hayganuş’un bakışları altında cebinden çıkardığı tabancasını kadına doğrulttu. Bu onu yola getirir, dedi içinden.
– Bırak elindekini yavrum. Korkma biraz eğleneceğiz, sonra özgürsün.
Çaresizlikle adamın elindeki tabancaya bakan Hayganuş, midesinden boğazına yükselen safrayı ve kusma dürtüsünü bastırmaya çalıştı. Önce Necip’in elindeki tabancaya, sonra da onun karşısında hiçbir işe yaramayacak olan makasa baktı. Kapattı gözlerini. Aslında makas hiçbir işe yaramıyor değildi. Sol gözünden, neredeyse yanağına kadar uzanan kirpiğinin ucunda bir damla yaş süzülürken teslim oldu ve sapladı makası kendi boğazına, korkudan tabancasını düşüren Necip’in bembeyaz suratıydı bu dünyada gördüğü en son şey. Necip, gömleğini ve pantolonunu giyinmeye çalışarak hızla çıktı odadan ve kapının önüne kustu, geceden beridir içtiği ne kadar rom varsa. Halının üzerine yayılırken şekerli sıvı indi merdivenlerden. Üç adamının arasında oturan Ahmet, manzarayı görünce az çok ne olduğunu anlamıştı. Daha önce de olmuştu. Bu çiçek bozuğu suratlı zengin züppesinin altına yatmaktansa kendi canına kıymayı tercih edecek çok kadının cesedi gömülüydü bu konağın bahçesinde. Sehpanın üzerindeki kadehine uzanıp bir yudum daha almak ihtiyacı hissetti.
–Berdan, Hayme ile yukarı çıkın. Kadını bahçeye gömün. Bu gece eğlence yalan oldu.
Berdan ile Hayme merdivenleri çıkarken, çenesini henüz düğmelerinin yarısı iliklenmiş ipek gömleğinin koluna sildi Necip. Ahmet’in karşısına oturup boşalan bardağını dolduran Ahmet’in önüne itti, kendi bardağını. Kusmak az da olsa kendine getirse de ayık durmak için henüz çok erken diye düşündü. Uzanıp bardağı aldı ve kaldırıp kafasına dikerken oldu, ne olduysa. Büyük bir gürültü ile kırılan kapıya başını çeviremeden Ahmet’in ve yanında dikilen adamının iki patlama ile oldukları yere devrilmesini izledi. Bardağını titreyen elleri ile sehpaya bırakırken merdivenlerin üzerinde telaşlı ayak sesleri duydu. Bu kez dört el patladı silah. Birisi merdivenlerden yuvarlanarak, diğeri ise direkt korkuluklardan düştü salonun ortasına. Bakmasına gerek yoktu, Berdan ve Hayme’nin cesetlerine. Korkarak kafasını çevirdi kapıya. Arap Hüsnü’yü bekliyordu elbette ama kapıda elinde namlusu tüten tabancası ile kendisine bakan adamı tanımadığını fark etti.
-Kimsin lan sen ?
-Bozoklu derler, Yakup. Kalk bakalım ayağa, bahçede biraz yürüyelim seninle aslan parçası.
-Benim kim olduğumu biliyor musun? Babamın kim olduğunu? Beni öldürürsen başına neler geleceğini?
Konuşma, yürü!
Duyduğu silah seslerinin de telaşı ile atladı arabadan, Arap Hüsnü. Konağın bahçesinden kapısına doğru koşarken tabancasını çekti belinden. Üçer beşer çıktı merdivenleri ve kapıdan adımı atar atmaz taş kesildi, burnuna dayalı ve henüz sıcak olan namluyu fark edince.
-Noluyo lan burda! Kimsin sen?
-Hepiniz tek tek bunu mu soracaksınız? Yakup ben ve görünen o ki sen de haftalardır aradığım Arap Hüsnü’sün. At silahını, yakarım Allah’ıma.
Namını duyduğu, tanışmak ve hesaplaşmak için sabırsızlandığı Bozoklu, karşısında olmasına rağmen şuan umurunda değildi onun. Silahını nereye düştüğüne bile bakmadan atarken, gözlerini Necip’e dikti:
-Hayganuş nerde lan?
-Yukarıda, öldü o.
Burnundaki namluya aldırmadan fırladı, merdivenlerden yukarıya. Gözleriyle onu takip eden Yakup, arada dönüp Necip’e bakıyordu. Birden kesilen ayak sesleri ve boğuk bir inilti geldi yukarıdan. Kesik kesik hıçkıran Hüsnü’yü o cüsse ve duydukları ile bir türlü birleştiremiyordu Yakup gözünde.Ne yaparsa yapsın canlandıramıyordu sahneyi. Necip’e diktiği gözlerini, yeniden merdiven başına diktiğinde ayakta dikilen ve gözlerinden ateş fışkıran Hüsnü’yü gördü. Silahını ona çevirdi Necip’i de ensesinden yakalarken.
-Bak Yakup, dile benden ne dilersen. Canım dahil avuçlarında. Lakin izin ver ciğerimi söken bu piçi ben ellerimle öldüreyim. Yok dersen çek vur ama bil ki o zaman mahşerde iki elim yakanda olur.
Jilet yarası gibi ince bir çizgiyi andıran kapalı dudaklarının üzerinden çekti bıyıklarını Yakup. Arap’ın çenesinde gittikçe derinleşen çukurla Necip’e nasıl baktığını görünce kararını verdi. Ensesinden tuttuğu Necip’i it eniği sallar gibi ona doğru çevirirken:
-Necip senindir,fakat bir şartla.
-Farz bilirim. Yeter ki onu bana ver. Günahım çoktur ama sözümü çiğnediğim görülmemiştir.
-Ben sana bu piçi vereyim, sen de bana Manol’u!
-Sen Necip’i bana ver, ben sana Manol’un kafasını kesip getiririm.
-Bana kafası değil, namı lazım.
-Senindir…
Tabancasını beline sokup bağladığı yerde otlayan atına binerken göğü kapladı, Necip’in çığlığı. Ensesinden tutup atmıştı önüne Hüsnü’nün. Kalıbından beklenmeyecek bir çeviklikle, avına atlayan aslan gibi kapanırken Necip’in üzerine. Çizmesinin boğazından da söğüt yaprağı çakısını çekiyordu Hüsnü. “Yarın” demişti sevdiği kadının katilinin boğazını sıkarken:
“Yarın gel, kan borcunu nasıl ödeyeceğimi konuşalım.”
7.Bölümün Sonu…
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!
Kaleminize saglik hic bitmese surekli okusam diyebileceğim birşey bu…
hic bitmese surekli okusam diyebileceğim birşey bu…
ne kadar kıymetli şu yorum anlatamam. yazarken bu denli keyif aldığım bir kahramanın hikayesini bitirmek benim içinde zor inan. son iki yada üç bölüm yakında…
İşler iyice karıştı, Manol’u alacak mı yoksa efsanenin sonunda Yakup mertçe savaşıp namertçe ölecek mi? Çok merak ediyorum