Kirayı, faturaları ve evin genel kurallarını konuştuktan sonra Perşembe günü posta kutusuna bırakacağı yedek anahtar sözü ile de el sıkıştılar. Yeni ev arkadaşları çıkar çıkmaz müjdeyi vermek için Gökhan’ı arasa da ulaşamadı ona. Sonra haber veririm diye çok durmadı üzerinde. Yarın iş çıkışı iki yedek anahtar yaptıracağını kafasına not alarak mutfağa giden ayaklarına bıraktı kendini.
Perşembe akşamı işten döndüğünde evdeki yeni arkadaşlarının ışıklarının yandığını ve o odada duran kendi kolilerinin de kapı önünde olduğunu fark ederek sevindi. Kapıyı çalıp kafayı aradan uzattığında ranzayı ve odaya yerleşen arkadaşlarının ona bakan güleç yüzlerini gördü. Onların yerleşmelerine yardım ettikten sonra birlikte pizza söyleyip yediler. Seyhan hazırlanıp çıkınca da Melik ile sohbet etmeye devam ettiler; salonda ve kahveleri ile.
Sonraki günler, Çınar’ın hayatının düzene girmeye başladığı günlerdi. Melik çok zeki birisiydi ve insan ilişkilerinde çok başarılı idi. Mesela Ahmet, eşi ile yıl dönümlerini unuttuğunda çaresizlikle Çınar’ı aramış, o da Melik’ten destek istemişti. Melik hemen bilgisayarından iki tiyatro bileti almış, Ahmet de bu sayede eşine sürprizinin olduğunu söyleyerek günü kurtarmıştı. Mailinden Melik’in yolladığı biletlerin çıktısını alıp gideceklerdi sadece. Hatta ailesi ile ilişkilerinde de Melik ona destek oluyordu. Hiçbir şeyden memnun olmayan babası, Çınar kendi ayakları üzerinde durduğundan oğlunu takdir ediyordu artık. Tabi Melik’in yönlendirmesi ile babasına ev arkadaşlarından söz etmemişti. Ayrıca nihayet annesinin de gitmekten başka çaresi olmadığına ikna etmişti ev arkadaşları onu. Kadın ruhundan neredeyse bir uzman kadar anlayan Seyhan, kadını anlamasını sağlamıştı ve hayat konusunda nokta atışı konuşmaları ile Melik, Çınar’ın adına bir çiçek bile yollamıştı annesine. Annesi de bu jeste karşılık oğluna bir kütüphane dolusu kitap ve iki kitaplık yollamıştı. Bazen Melik ile kitapçılar dolaşıyorlardı bazen Seyhan’ın çalıştığı mekana ya da başka yerlere onunla gidip eğleniyordu. Gittikleri her mekanda kadınlar etraflarını sarıyor, kapıdaki adamlar aldıkları bahşişle kapıları açıveriyorlardı onlara. İçkilerini tek bardaktan çift pipetle içecek kadar iyi dost olmuşlardı. Bayağı saygı görüyordu gittiği yerlerde ve şüphesiz Seyhan sayesindeydi. Birlikte sokak kavgasına bile girmişlerdi bir kere. İş yerinde de bu pozitiflik meyvesini vermişti. İlk ay çok yüksek bir prim almıştı ve ev arkadaşlarına yansıtmadan kiranın tamamını ödemiş, Melik için kendisinin de çok istediği bir pikap, Seyhan için de bir gömlek almıştı. Çünkü iki kardeş her konuda ona akıl hocalığı yapıyor, Melik sabır ve samimiyet konusunda onu iyi bir insan yaparken, Seyhan; kadınlar, ufak yalanlar, rekabet ve cüretkarlık konularında ufkunu açıyordu.
Bir Salı günü, yine her Salı olduğu gibi arkadaşları ile görüştükleri kafeye geldi Çınar. Ahmet ve Gökhan tavla oynarken yanlarına oturuverdi. Garson ile göz göze geldiklerinde de bir çay söyledi ve oyunu izlemeye başladı. Halide de gelince tavla kapandı ve havadan sudan sohbet etmeye başladılar. Bir yerinde sohbetin;
Ahmet bunları söylerken gözlerinde şimşekler çaktı Çınar’ın. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi ki? Gözünün önünden parça parça anılar geçmeye başladı o an. Sokakta bir sarhoşa tekme tokat dalışı geldi önce gözüne. Adamın kanlar içinde “deli misin sen be! Kiminle konuşuyorsun?” deyip koşarak uzaklaşmasını hatırladı. Bir barın girişinde, bir bodyguardın eline bahşiş sıkıştırışı – ki para da el de kendisinindi-, iki pipeti olan tek bir bardaktan içtiği içki ve etrafındaki kadınların arasında tek başına oturuşu gibi anılar hızla dönmeye başladı, etrafında dönen dünyanın duvarlarında. Evinin salonunda tek başına bir büyük boy pizzayı yediği akşamı, ketçabı uzattığında yere düşüşü, doldurduğu bardakları sonra kendisinin içtiğini hatırlayınca fırladı oturduğu sandalyeden. Gökhan ve Ahmet hiçbir şey anlayamamış gibi birbirlerine bakarken Halise taş kesilmişti. Halise o an Çınar kadar olmasa da şimşeklerle mücadele ediyordu oturduğu yerde. Onun bembeyaz yüzünü gören Gökhan’a dönüp;
Bu sırada Çınar, yolda koşar adım eve giderken kaldırımda, kafasının içinde çakan şimşeklerle bazen sendeliyordu. Tek başına kitaplığı monte ediyordu şimdi. Kitapları düzenliyordu. Melik’in annesine beyaz güllerle dolu bir demet çiçek yollaması geldi aklına. Annesi ile arasının limoni olduğu sır değildi ama en sevdiği çiçeği kimseye –özellikle Melik’e- söylediğini hatırlamıyordu. Başının dönmesi şiddetlenirken,Ahmet ve eşinin o oyunu beğeneceklerini, bileti alıp, maili atarken sırıtan kendi suratında gördü bilgisayar kucağında kanepede otururken. Nihayet apartman kapısına geldiğinde kapıyı açıp içeri girdi. Tam merdivenlere fırlıyordu ki gözü posta kutusuna takıldı. Donup kaldı bir ayağı havada. Elinin ne kadar korkunç titrediğini posta kutusuna uzanırken fark etti. Korkarak açtı kapağını. İki yedek anahtar hala orada duruyordu. Anahtarı tutan elinin titremesini kesmek ümidi ile diğer elinin içine sakladı kendinden ve merdivene bıraktıyorgunluğunu. Gökhan ve Ahmet’te o sırada girdiler apartmandan içeriye. Merdivene, Çınar’ın yanına bıraktı Gökhan kendisini. Ellerine bakan arkadaşının bu hali Ahmet’i çok korkutmuşsa da hemen toparlayıp kendisini kolundan tutup kaldırdı arkadaşını. İkisi iki yanında zorlanmadan çıkardılar merdivenden onu. Onlar eve girerken Halise de gelmişti. Kanepeye oturttukları Çınar, ellerini başının arasına almış ileri geri sallanırken, Halise eve bir göz attıktan sonra Gökhan’a yandaki odayı işaret etti. Gökhan kalkıp zaten aralık olan kapıyı açarken Çınar da oturduğu yerden fırlayıp odaya girdi Gökhan ve Halise’nin arasından. Oda boştu, babası ile oturduğu evden getirdiği işe yaramaz birkaç eşyanın olduğu koliler dışında oda bomboştu. Ahmet gelip Çınar’ın koluna girip yeniden koltuğa oturturken, Gökhan köşedeki sehpa üzerinde yarısı yırtılıp açılmış, tanıdık bir hediye paketi gördü. Kanepeye oturup ambalajın geri kalanını açtı ve Dan BROWN’un Melekler ve Şeytanlar kitabını sehpanın üzerine bıraktı.
Halise bundan sonra neler yapacaklarını anlatırken Çınar bedenine yayılan o tanıdık hssin tadını çıkarıyordu. Kafasının etrafında dönen dünya o kadar da korkunç gelmiyordu ona şimdi ve orada bıraktı kendisini günlerdir hasret kaldığı uykunun kollarına…
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!
– Deliriyor muyum Halise? (Dedi korku ile) Şizofren miyim ben?
– Hayır, aklın sen her şeyi mahvetme diye hayatını kurtarıyor sadece.
Muazzamdı, teşekkürler..