Gökhan gayretle moral vermeye çalışsa da o, bundan sonraki hayatının nasıl bir yönde ilerleyeceğini düşünüyordu. Alacağı kararları hangi özgüvenle alacaktı ki? Annesi evi terk ettiğinden beri babası zaten dengesiz bir adam olup çıkmıştı. Bu dengesizlik ile işleri buraya kadar getirmişti işte. Önce annesi evi terk etmişti sonra babasının işleri hızla kötüye gitmeye başlamıştı. Sonu gelmeyen kavgalar, evde huzuru bitirmişti sonuç olarak; zaten iş yerinde de pek sevilen birisi değildi. Yüzü gülmüyor, satış yapamıyor, prim alamıyor, para kazanamadığı için de evden ayrılamıyordu. Şu anki kazancı, bir evin kirasını ancak karşılardı. Babasına katlanmak zorunda kaldıkça da yüzü gülmeyecek ve aynı paradoks içinde çürümeye devam edecekti en güzel yılları.
– Sen beni dinliyor musun?
– Ne? Şey! Efendim? Ya kusura bakma, dalmışım.
– Fark ettim. Kaç gün oldu?
– Dördüncü gün bu gün. Arada böyle dalıyorum ama uyuyor muyum ama uyanık mıyım bilmiyorum.
– Doktora gittin mi?
– Uyku hapı verip yolluyorlar. Bir işe yarasa amenna, ama iki tane de alsam uyuyamıyorum yine de.
– Anladım. O evde olduğun sürece uyuyamayacaksın; kurtaracağım seni.
– Sen ne diyorudun?
– Diyorum ki; sana bir ev bulalım, ben destek olurum sana evi tutarken, bizimkiler de eşyalara destek olur.
– Yok daha neler? Kimseye yük olamam ben, düşünmen yeter kardeşim.
– Olmaz öyle arkadaşız biz. Kiralık bir ev bulalım sana önce, bakarsın bir de ev arkadaşı buluruz. Böylece kira bölünür sen de ihtiyaçların için para ayırabilirsin kendine.
– Bilmem olur mu ki ?
Olmuştu işte. Bir hafta içinde iki oda bir salon bir ev buldular. Araları kadının dilediği kadar düzelmese de annesi, Gökhan ve Ahmet’in desteği ile de ilk masrafları halledebildi. Gökhan’ın kız arkadaşı Halise de ilan bastırmış, yakınlardaki direklere, duraklara asmış, tanıdık kafelere falan bırakmıştı.
“Ev arkadaşı aranıyor! Faturalar ve kirayı eşit olarak paylaşabilecek, anlaşabileceğim ev arkadaşı arıyorum. Görüşmeler Salı günü 10:00-17:00 arası aşağıdaki adreste yapılacaktır. Müracaat tel: 050…”
Çınar, bir teknoloji mağazasında satış danışmanlığı yapıyordu, daha doğrusu yapmaya çalışıyordu. Ahmet, ailesinin nalbur dükkanında çalışıyordu, Gökhan da muhasebecilik yapıyordu. Halise ise psikoloji okuyordu ve içlerinde en zeki olan da oydu. İlan fikri ondan çıkmıştı. Evi tuttukları semt, genelde gençlerin sık dolaştığı yerlerden birinde olduğundan zor olmayacağını tahmin ediyorlardı ev arkadaşı bulmanın; ama tanımadığı birisi ile aynı evi paylaşmak da ona ilginç geliyordu. Gökhan ona ev hediyesi olarak bir de kitap almıştı. Yeni evinin ilk hediyesi. Nihayet Salı günü gelip çatmış ve evin salonunda gelenler ile görüşmeye başladılar Gökhan ile birlikte. Salı günü izin günüydü. Akşam saat beşe gelirken bir çok kişi ile görüşmüş fakat hiç birisi içine sinmediğinden, bazılarını da Gökhan elediğinden ev arkadaşı bulamamıştı henüz; en azından kafasına göre birini..
– Kanka ben çıkıyorum, kafam almayacak birilerini daha, dedi Gökhan saatine bakarken. Halise’yi almam gerekiyor. Sen de dinlen biraz.
– Tamam kardeşim, sağol ya sen de bir gün izin aldın hiç oldu bu yüzden.
– Senin canın sağolsun. Birini bulacağız sen merak etme. Olmadı biz o zamana kadar destek atarız sana. Kafayı takma.
– Bilmiyorum Gökhan, iyi mi yaptık kötü mü yaptık bilmiyorum. Babamın yanına da dönemem artık. Annemin kocası da pek sevdiğim bir tip değil.
– Şu kadını affedebilsen hayatın çok daha güzel olabilir ama bir şey demeyeceğim. Senin annen sonuçta.
– Aman hiç girme o konuya.
Kapıya kadar konuşarak geldiler. Gökhan ayakkabılarını giyip merdivenlerden inerken, dalgın dalgın maaşını ve kira vs. çıkınca ona kalacak parayı düşünüyordu ki, Gökhan’ın getirdiği hediyeyi fark edip açmaya girişti. O sırada kapı çaldı. Açınca soluk soluğa iki genç yüz gördü ve gözlüklü olan elini uzattı;
– Merhaba; biz ev arkadaşı ilanınız için gelmiştik.
– Buyrun, içerde konuşalım, diyip davet etti onları. (Onlar girerken de merdivenden henüz apartmandan çıkmadığını düşündüğü Gökhan’a seslendi. Ama çoktan çıkmış olmalı ki karşılığında sesi gelmedi.) Düz devam edin, salona geçelim.
İçeri geçip kanepeye yerleştiler, Çınar da karşılarındaki berjere geçti. Gözlüklü olanın ismi Melik, diğer havalı olanın ise Seyhan’dı. Melik, bir dershanede Türkçe öğretmeni, Seyhan ise barmenlik yapıyordu. Melik ne kadar sakin, güzel konuşan, papyonu ve gözlüğü ile mütevazi ise Seyhan, üzerindeki cırtlak mavi ceketi, düğmelerini göğsüne kadar açtığı beyaz gömleği ve kendinden emin ses tonu ile bir o kadar havalı idi. İkisinden de çok iyi ev arkadaşları olurdu ama sorun, ikisinin birlikte gelmek istemeleri idi.
– Beyler, ev iki artı bir. Nasıl olacak?
– Önemli değil bizim için. Zaten pek karşılaşmayız kardeşimle. Seyhan gece çalışır, ben de gündüz vakti gidiyorum ama erken dönüyorum, dedi Melik. Ve söze Seyhan girdi:
– Aynen, ben gündüz daha çok uyuyorum, gece de yokum. Ayrıca bir ranza alırız onunla idare ederiz. Senin için sakıncası var mı onu söyle sen?
– Hem daha da güzeli, kira üçe bölünmüş olur, diyerek tamamladı kardeşi sözünü.
İşte bu çok işine gelirdi; fazla düşünmek istemedi, çünkü yorulmuştu ve gittikçe umutsuzluğa düşmekten de korkuyordu.
– Madem sizin için sakıncası yok bence de olur. Hayırlı olsun.
Devam edecek…
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!
Son derece akıcı bir dil, sıkıcı olmayan bir kurgu; devamını merakla bekliyorum 🍃😌
çok teşekkür ederim… kıymetli bir yorum.
Kalemini zaten biliyorduk üstat… 🙂 eline emeğine sağlık…
çok teşekkür ediyorum… hakkını veriyorsam ne mutlu