Çuvalın Ağzını Açma Vakti
” Üzerimde kırıklıkların boy aynası var sanki.
Hangi tarafa dönse, paramparça oluyor kalbim.”
Mesainin bitimiyle, Berna ile yemek yemek için orta halli kimselerin gittiği ve pek bilinmeyen bir yerde olan bir restoranta gittiler.
” Üzerimde kırıklıkların boy aynası var sanki. Hangi tarafa dönse, paramparça oluyor kalbim.”
‘’ Hah, ne kadar saçma! ‘’ diyip, buruşturdu elindeki kâğıdı. Bir gazete kupürünün arkasına, elle yazılmış bir dizeydi bu. Bu kâğıdı da pantolonunun kırışık yerini düzeltmek için eğildiğinde ayaklarının dibinde bulmuştu. Gürkan, bir an yemekte olduğunu unutuyordu:
‘’ Önümüz yaz biliyorsun, yıllık iznini aldığında deniz kenarı bir yeri mi tercih edeceksin yine? ‘’
Sıradan bir muhabbete giriş cümlesi için fazla zor olmasa gerek cevabı diye düşündü bir an.
‘’ Büyük ihtimalle yine aynı yer olur. Gerçi, gittiğim vakitte pek bir şey yapmıyorum. Tek yaptığım, yakamozun denize vuruşunu izlemek. Bir şey diyeceğim sana. Tuğrul Müdür, çok mu üzerine geliyor? Bu sabah, geldiğin gibi azarlamaya başladı seni. ‘’
‘’ Aman! Bilmiyorsun sanki onu. Her zamanki hali işte. Bu kadar neye şişiyor anlamıyorum, neyine güveniyorsa! ‘’
Berna, atıldı birden.
‘’ Öyle de pek umursama ama. Neyse onu boşver de yeni evi nerde tuttun? ‘’
Berna, soru yağmurlarını sağanağa çevireceğini Gürkan’a hissettirdi herhalde. Gürkan, sıkıldığını belli ettiriyordu sorulardan.
‘’ Çok uzakta değil. ‘’ diye söze girdi. ‘’ İstediğim gibi, güneş de görmüyor hem. Ev sahibi de eski ev sahibi gibi değil, biraz daha rahat. Kirayı, ne zaman paran olursa veririsin diye kaç kere tekrarladı. Demek ki bu hayatta parayı umursamayanlar da var, değil mi? Bu söz biraz iğneleyici oldu galiba. Haksız mıyım sen söyle? ‘’
‘’ Yine başlama, ne olur! Tamam, mecburiyetten çalışıyoruz. Elbette bunun bir karşılığı olacak değil mi? Sen keyfinden mi çalışıyorsun sanki? ‘’
‘’ Bak, ne kadar saçma düşünüyorsun. Herhalde karnımı doyuracağım. İşten çıkacak halim yok. Ben neyi sorun ediyorum biliyor musun? Sadece fütursuzca konuşulan, gereği hiç yoktan verilen ve ne geceye ne gündüze sığmayan sözler söyleyip, üstüne entelektüel muhabbetlere sıkıştırılmış, dili bile belli olmayan, güya gösterişsiz sözler kullanıp, diğer gün varoşça gökyüzüne bakıp umulmadık hayaller kurmaları zoruma gidiyor. ‘’
Berna, gülümseyerek Gürkan’a baktı:
‘’ Yahu, sen gece-gündüz bunlara mı kafa yoruyorsun? Bilmiyor musun sanki varoşların gökyüzü, sağanak yağışlıdır. Onlar umudu bile leğene doldurur, kalpleri varken umulmadık yerlerde yarınlarına yağmur yağmalarını isterler. ‘’
‘’ Haklısın, neyse neyse. Bunları senin yanında konuşup senin de içini karartmak istemem. ‘’
Ümidin kucağında boğulmak! Hayatın, kredi kartlarından çekilen ekmek kadar çaresiz olduğunu görmek… ‘’ Felsefe yapacak zaman değil Gürkan, kendine gel. ‘’ dedi, içindeki ses. Berna’nın umut dolu bakışlarının arasında kaybolmak istemedi daha fazla. Ne vakit göz göze gelse, gözlerini kaçırır gibi oluyor ve bunu da ona belli ettirmemeye çalışıyordu.
‘’ Kalkalım mı artık Berna? Biraz yürürüz, hava almış oluruz hem. Sahile falan da uğrarız belki. ‘’
İstediği ve içinden gelen soruları soramadığı için biraz somuttu, Berna. İsteksizce ‘’tamam’’ dedi. Hesabı ödemek için kasaya ilerleyen Gürkan’ın gözü soldan ikinci masada oturan kısa pantolonlu adama ilişti. Adamın ayağındaki çorapların birbirinin teki olmadığını, karşısında oturan kadının saatini kendine göre sağ eline taktığını, -saatinin de her halinden çakma olduğu– üstelik saatin de durmuş olduğunu fark etti. Kasiyerin Gürkan’ı birkaç defa dürttüğünü, Berna uzaktan da olsa görebiliyordu. Gürkan, kafasındakileri bir an için atıp kasadaki hesabı ödedikten sonra, Berna’yı alıp sahile indi.
Her zamanki yoldan değil, bu sefer aşağı sokaktan gitme fikrini önerdi Berna. Yolu uzatmak istediğine göre kesin başka şeyler de konuşmak isteyecekti; normal tabi, yemekte ne istediği cevapları alabildi ne de istediği soruları sorabildi. Gerçi sorduğu zaman da sürekli ben bir köşelerden bahane denizlerine atladım, geçiştirmeye çalışsam da eni sonu soracaktı; bu, onun için iyi bir fırsat diye düşündü Gürkan.
Berna, utangaçlığını bir tarafa bırakıp konuşabilse belki de her şey farklı olabilir. Gürkan, Berna için acaba bir hayal miydi yoksa imkânsızlıklar pelerini giymiş bir hayal miydi? Sakın ha, Berna’yı böyle çirkin biri olarak canlandırdıysanız hafızanızda; silin hemen. Hem bankanın hem de Gürkan’ın çevresindeki güzel kadınlardan bir tanesiydi. İnsanın içindeki o kaygı ve cesaretsizlik kıyılarında dolaşmayı tercih etti, yine de Berna’nın söylemek istediği başkaydı.
Az biraz yürüdükten sonra içini kemiren söylenti denizindeki kelimeler, Gürkan’ın ağzından döküldü:
‘’ Bana söylemek isteğin bir şey varmış gibi ? ‘’
‘’ Sana söyleyeceğim ama seninle samimi olduğumuz ve sır sakladığını bildiğim için söylüyorum. Hasan, bankadaki hesap işlemlerinde bir şeyler yapıyor dikkat et.
‘’ Nasıl yani anlamadım, biraz açık konuş. ‘’
‘’ Senin hesabındakileri başka bir hesaba azar azar aktarıp, hem Müdür Tuğrul’dan azar işitmene ortam hazırlıyor hem de kayıp olan paraların kesintisini senden karşılaması adına bunları yapıyor. ‘’
‘’ Niçin ama ve nerede, ne zaman gördün? ‘’ dedi titrek bir sesle.
‘’ Geçen Cuma günü,- hesap dökümlerini çıkardığımız vakit- sen yoktun. Dosyaları bırakmak için uğradığımda senin hesabının, Hasan’ın bilgisayarında açık olduğunu gördüm. Bunu gördüğümü görünce afallayıp ekranı kapatmak yerine, küçük olan sayfanın boyutunu daha da büyüttü. Baktım elleri titriyor, ekranın kapama düğmesine basarak bilgisayarı kapadı hemen. Ben anlamamış gibi yaptım da şüphelendi galiba. ‘’
‘’ Onun önlemini aldım, istediği kadar kurcalasın zararlı o çıkacak en nihayetinde. Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? ‘’ diye çıkıştı Berna. Sisteme giriş yapan bilgisayarlar, müdürün bilgisayarına bağlı. Zaten müdür pek anlamaz ama gerçek bu. O aptal, kendini dahi zannediyor. Programı hem kendi bilgisayarıma hem de müdürünkine kurdurdum. ‘’
‘’ Kurdurdum derken? Kafam karıştı şimdi. Sen yapmadın mı? ‘’
‘’ Elbette ben yapmadım ama yönlendirdim. ‘’
‘’ Nasıl peki? ‘’ dedi Gürkan’a şaşkın şaşkın bakarak.
‘’ Geçenlerde tamirat için ekip gelmişti, hatırlıyor musun? ‘’
Kafasını sallayarak onayladı.
‘’ Gelen ekipten bir teknisyen ile hukukumuz vardı, yıllardan beri. Onun ekibinden yardım istedim bir bahaneyle geldiler, güya arızalara bakacaklar perdesiyle. Adı Hüseyin’di, yanlış hatırlamıyorsam. Her neyse, ona söyledim öyle bir program var mı diye. O da onayladı. Var dedi. Sağ olsun, bilgisayara kurdu ama kimsenin bundan haberi yok. Çünkü beni sevmeyen çok. Kim bu ahmaklığı yapar ki zaten derken, sen söyledin. Yarın bak müdür, Hasan’a nasıl fırça atacak! Tabi bunu müdüre açıkladıktan sonra malum pek anlamaz program işinden, göstermem lazım Gerçi kanka sayılırlar pek bir şey diyeceğini de sanmıyorum. O keyifle de ev taşımak, biraz moralimi bozuyor. ‘’
‘’ Niye bozulsun ki? Sen söyledin ‘o mahalleyi sevmiyorum’ diye. ‘’
‘’ Orası öyle tabi, yoksa mahalle umurumda değil. ‘’
Bunları konuşurken sahile varmışlardı. Eliyle işaret ettiği yerde oturmak istediğini söyledi Berna. Biraz daha sakin burası, denizi seyretmek ve sesini duymak bir başka. En çok da yakamozun, dalgaların içinden sıyrılıp denize allı pullu gülüşler saçtığı o vakitlerde denizi seyretmek, duygu kuyularına atıyor beni. ‘’ dedi Berna.
Onun için sıradan bir sahil kenarı, hiç öyle allı pullu kelimeler kurmaya gerek yok. Bildiğin sahil işte. Ne gerek var sahile methiyeler düzmeye ?
” Mutlu, umutlu olmak için güzel bir gün, her şeyi bırakıp buralara gelmek bile…”
Bu sahil, evet, ruhu dinlendiriyor. Havaya bulanan yalnızlık kelimeleriyle süslenmiş ümit rıhtımına sıfır. Kendinle yüzleşmek için güzel yer gerçekten.
‘’ Yarın evi taşırlar, artık saat de geç oldu. Bu saatte gelecek halleri yok ya yardıma ihtiyacın varsa gelebilirim.’’
‘’ Yok, sağ ol deyip geçiştirdi, zaten taşıma şirketi gelecek. Çok yardım etmek istiyorsan, etrafın toparlanmasına yardımcı olabilirsin bana. ‘’ dedi gülümseyerek.
‘’ Pek bir eşyam yok zaten, kitaplarım var çoğunlukla; onların yerleştirilmesi var, pek zorlanmazsın hem.’’
Berna bu teklifi kabul etmesini, zihninde – çoğunlukla yüreğinde – canlandırdığı senaryoyu gerçekleştirecek bir fırsat olarak değerlendirdi. O mutlulukla bu gece nasıl uyuyacağını tahmin bile edemezken, o, bunu umudun köşesindeki parke taşının arasına sıkışmış değeri olmayan bir bozukluk gibi gördü.
Saatin ilerlediğini düşünürken kalkmaları gerektiğini söyledi, Berna.
Sonuçta yarın yine iş ve çoğunlukla iş ve hep iş… Nereye kadar? Ne ara biz hayatımızı yaşayacağız? Bu yaşta çarkın dişlisi olup, belli bir yaşa kadar gelip o çarkın dişlilerini kırdıktan sonra mı? Ee, bütün insanların durumu, benimle aynı şüphesiz ama neden ben başkaları gibi var olan düzene gelmek, içimdeki bastırılmış duyguların harlanmasına zemin hazırlıyor ama elimden de konuşmaktan ve eleştirmekten başka çare gelmiyordu?
Geldikleri yoldan evin yolunu tuttular. Berna, ona nazaran biraz daha uzaktan yürüyordu. Onun yanında sigara içmek istemedi, malum Berna rahatsızdı. Ne kadar düşüncesiz ve boş vermiş olsam da bunu düşünebiliyordum. Annesinin bu hastalıktan vefat ettiğini öğrendiğinden beri, bu hastalığa karşı bir nefret büyütmüştü zihninde. Bu sebeptendir, yanında sigara içmeyişi. Berna’yı evine bıraktıktan sonra o kadar saat içmediği sigaraların hıncını çıkarırcasına, üst üste içiyordu.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!