Namüsait Zamanlama
Yabancılaşıyorum kendime. Galiba bu ben değilim ya da hep bendim lakin farkına varamadım. Bu ben isem, bankada Berna‘yla konuşan, eski ev sahibine söven, mahalleli hakkında olur olmadık düşünen kim? Bu bir muamma değil, aslında hakikat gözlerimin önünde. Hangi gün, hangi gece uyku kaçırır bu düşünceler? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey; aklımın bir köşesinde her yerimi kemiren bir soru olduğu:
‘’ Ben kimim? Neyim, başkalarına göre? Neyi ifade ediyorum? ‘’
Bunları düşünürken sigaralar kendiliğinden yanıyordu. Gürkan’ı hiç böyle düşünceli görmemiştim. Neyi kafasına taktığını inanın ben de anlamış değilim.
Mahalleye yaklaşınca bir gürültü… O da ne! Yokuştan aşağı baktığımda gördüğüm manzara karşısında donup kaldım. Hava kararmıştı. Mahalledeki marketin sahibi Seyfi, kanlar içerisinde yerde uzanıyordu.
Nasıl gelmişti acaba buraya? Silahla vurulmuş gibi görünmüyordu ama polisler gelmeden de dokunmak istemedi. Nabzına baktı fakat adamda en ufak bir kıpırtı göremiyordu. Daha da endişelendi. Polisi arayacaktı, zaten bunu yapması gerekiyordu da bir an aklına lise yıllarında yaşadığı buna benzer bir olay geldi. Bir gece, Şevket’in, babasından gizlice aldığı arabayı –bir bahane bularak- Şevket’ten almıştı. Polislere ehliyetsiz yakalanırsa, hem Şevket’ten yiyeceği fırça hem de Şevket’in babasından yiyeceği dayağı hesap etmişti.
Ana yolun sağından dönen yola doğru sürdü. Önündeki araç, hızlı bir şekilde uzaklaşmaya başladığı anda ani bir fren tuttu adam. O anki çarpmayla, yolun kenarına savruldu. Adama çarpan araç, adamı orada bırakıp hızlıca uzaklaştı. Tereddüt etti ama arabadan atlayıp adama bakmaya gitti; kanlar içindeydi. Alelacele taşıyıp hastaneye yetiştirmesi gerekiyordu. Vücut ağırlığından dolayı oldukça zorlandı. Hastaneye yetiştirmek için acele etmesi gerektiğini biliyordu. Yoldaki küçük çöp konteynırını görmedi bile, o çarpmayla çöpü ezdi geçti. Arada sık sık ‘’amca bir ses ver.’’ diyordu. Sanki o adamın yerinde babası varmış gibi titriyordu. Hastaneye geldiklerinde yaralı ve baygındı. Doktorlar adamın etrafında pervane olurken Gürkan, daha da heyecanlandı. Tabi böyle bir olayla ilk defa karşılaşıyordu. Onun yerinde bir başkası olsa belki de oradan kaçmıştı. O anki durumdan mı yoksa yüreğinde halen var olan vicdandan mı bilinmez, belki de sorumluluk.
Gürkan, hastane koridorunda endişeli bir şekilde beklerken polisler gelmişti. Polislerden birinin komiserim dediği kişi, Gürkan’ın yanına yaklaşarak ona bir şeyler sormaya başladı:
-Kaç yaşındasın? Gecenin o vakti orada ne işin vardı? Bu olayla ilgili bir bağlantın var mı? Eğer varsa ve söylemiyorsan senin için hiç iyi olmaz.
Gürkan, heyecanını biraz olsun hafifletmiş olsa gerek polise soğukkanlılıkla cevap veriyordu:
-Ben çarpmadım. Lüks bir araç yanımdan hızlıca geçerken yolun karşı tarafına geçmekte olan adama çarpmamak için frene bastı fakat yine de kazaya engel olamadı. Araç, hızla uzaklaştı. Ben de alıp hastaneye getirdim.
-Bak oğlum. Birincisi ehliyetin yok, ikincisi de bunları uydurmadığın ne malum? Senin aracının önünde de hasar var. Belki sen çarptın ve böyle bir senaryo uydurdun.
Gürkan, sinirlenmeye başlıyordu. Öfkesine yenik düşmemesi gerekiyordu. Delillerden hareket edersek şayet senden ala suçlu yok ve adam ölürse direkt kodese gidebilirsin. Sana yardım edeceğiz, sana zarar gelmeyecek laflarını duyacağını biliyordu bu konuşmalardan sonra. Yani izlediği o kadar filmden sonra bunu tahmin edebiliyordu.
Bunları sakinken bile düşünemezken nereden geldi aklıma? Polis, sakin bir şekilde konuşmasına devam ediyordu. Dua et de ameliyattan sağ çıksın, yoksa kurtuluşun olmayacak. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde kaza olmuş, arabanın da önünde hasar var; kurtulamazsın bu işten. Bunları söyledikten sonra yüzündeki ekşimeyle Gürkan’a taraf bakarak dediklerini yeniledi:
‘’ Kurtuluşun olmayacak, Gürkan Tahsin. ‘’
O daha hasarı arkadaşına nasıl açıklayacağını düşünemezken adam ölürse nasıl açıklayacaktı suçsuz olduğunu? Kim inanacaktı ona?
Büyücü duaları mırıldayarak şans tekerleğini çevirirken, içeriden doktor seslendi: ‘’ Hasta yakınları kim? ‘’ diye. Gaz alevinin ıslığı misali doktor görünüverdi ve yaklaştı. ‘’ Şu an için hastanın durumu iyi. ‘’ dedi. Doktorun bu sözleri, ömrünün bütün sorunlarına manzara kapatan Gürkan’ın yüreğine su gibi serpilmişti. Ardından derin bir nefes aldı. ‘’ Ne zaman ayılır? ‘’ diye hiddetlenerek sordu polis. Nefret dolu bakışlarını polise dikti, Gürkan.
‘’Bir saate kalmaz uyanır.’’ dedi,doktor. Polis, doktora imalı ve sert bakınca doktor: ‘’ Çenesinde kırık var, ondan.’’ dedi. Bir müddet uyanmasını bekleyerek hastane terasına gidip bir-iki sigara içtikten sonra sabredemeyerek hastanın odasına daldı ve uzun uzadıya ifadesini aldı. Veda edilenin sevinmesi, ne kadar kolaydır. Gürkan’ın suçsuz olduğu anlaşılınca yaptığı fedakârlık karşısında -her ne kadar legal olmasa da- ehliyet cezası yazılmadı.
Güneşsiz köşelerden ve yaşadığı bu geceden sonra Gürkan, arabanın görüntüsünü bile hayal ederken ürker olmuştu. Çarptığı adamın da var/yok arası sallanan bez parçasının beslediği alev gibi, kim olduğunu hiç bilmeyecekti.
***
Seyfi’nin bu durumuna daha fazla dayanamayıp ambulansı aradı lakin ambulansın gelmesi de pek bir şey değiştirmedi. Doktorun dediğine göre dört yerinden yara almıştı. Polis araştırıyordu fakat bir sonuca varamıyordu. Yarın işe gideceğini unutuyordu Gürkan. Bir de ev taşıma mevzusu vardı başında.
Evde yiyecek bir şey olmadığı geldi aklına. Markete uğrayıp bir şeyler aldı. Çıkarken teşekkür etti, oradaki eleman.
‘’ Niye teşekkür eder ki insan? Bunun nedeni ne olmalıydı? Gerçekten yardım mı yoksa söylenmesi mecbur kılınan sözlerden bir tanesi miydi? ‘’
İki eliyle taşıdıklarını, tek eliyle almaya çalıştı; sigarasını yakmaya çalışırken ama çakmağını da düşürdü. Ayağıyla tutmaya çalıştıysa da çakmak, daha da ileri fırladı. Hal bu ya; çakmak, su tahliye ızgarasının içinden girip gözden kayboldu. Umudunu kesti çakmaktan.
Kelebeğin ömrüne sığdırılan neşeler kadar kısa ve içli olmalı insan. İnsan dediysem, kendinden gidip ardında bıraktıklarının silik çığlıklarıyla kentin kalabalığına karışıp kaybolanlardan bahsediyorum. Bir trajedi oyununun önermesi gibi düşündürücü şeyler, bunlar. Köşeye biriktirdiklerini artık salonla ya da beni bırakmayan mor kutuyla paylaşma vakti. Uzun gecelerin sabahında duvar manzaralı pencerenin önünde anlatırım bir avuç insana. Niye bu kadar zalim, niye bu kadar çalkantılı fikirlerin? Duyguların ardında saklananlar, geceleri uykularımı bölüyor. Penceremin kenarında süslü bir gelin gibi duran ama içi çokça lanetlenmiş yaprağın büzüşünü hissettiren birkaç sigara…
Evinin önünden geçen köpeğe bir tekme salladı, köpek uzaklaştı hemen. Uyuz komşusunun köpeğiydi bu, geçen sene ısırmıştı onu. Köpek, hastalığından mıdır nedir bilinmez; tüy döküyordu. Yanından geçerken, mahalle berberinde tıraş olmuş çocuklar gibi tüysüzdü. Cebinden anahtarını çıkardı. Kapıyı zorlarcasına çevirdi anahtarı. Birkaç defa denedikten sonra genişleyen anahtar deliğinden hıncını, elindeki poşetlerden çıkarırcasına kapıya vurdu. Bir hafif dokunuştan sonra kapı açıldı ve içeri girebildi nihayetinde.
‘’ Neredesin? Kaç gündür yoksun? ‘’
Masanın üzerindeki roman, hesap sorar gibi yüzükoyun ortadan ikiye bölünmüş şekilde duruyordu. Marketten aldıklarını dolaba yerleştirdikten sonra, salonun sol köşesinde bir ayağı kırık sehpanın üzerindeki çakmağı alıp bir sigara yaktı.
‘’ Hiç konuşacak halde değilim. ‘’
‘’ Niye ki? Bu akşam Berna’nın yanındaydın ve sanırsam güzel bir gün geçirdin ama niye havanda değilsin? ‘’
Cevapsız bırakılıp tamamlanmayanlar… Tamamlanamayanlar…
Pek umursamaz biri olsa da bazı sorumluluklarının farkındaydı ve bir an önce ev taşıyacaktı. Çok geç olmadan uyumak istediği her halinden belli oluyordu. Gıcırdayan kapısını, sertçe kapattı.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!