Çıkmazlar Senfonisi (6.Bölüm)
Gölgeler içinde bir alev patladı gün yüzüne, yalnız insanlar daha da karardı gözünde. Bir yokluk senfonisi çaldı kimsesiz sokaklarda. Kendini aramaya koyulmadı henüz. Yalan, ağacın dalları gibi sarıyor etrafını. Acaba yalan demese miydim buna? Yolda gördüğüm adam ve çocuk gülümsedi, ben somurttum; acaba gülmek için geç mi kaldım? Bir haltı becerdiğim yok, olan da şans eseri oluyor. Hiçbir şeyi hak etmiyorum. Güne böyle başlamak da pek gülünecek bir tarafını göstermiyor hayatın. Bunları bir tarafa biriktireyim de sonra karşılaşırız belki. Hiç kesin konuşmadan.
-Üstümü giyineyim de pek temiz olmasın.
-Niye ki sanki sen mi taşıyacaksın?
-Doğru. Anahtarı verdim yeni evi de gösterdim, artık iş onlara kalmış. Derlemesini de sonra hallederiz bir şekilde.
-Kahvaltı için biraz daha yeseydin hiç değilse.
-Nereden gördün öyle çok şey yediğimi ?
Dış kapıya varır varmaz, çıkardı cebinden insanlığını. Dudağının kenarından yakarak yürüdü, yol boyu. Saatine baktı ve kendi haline acıdı. ” Bu saati yapacaktım kaç gündür. Neyi unutmuş olabilirim? ” diye düşünüyordu. Hayret, demek buymuş deyip o anki durumunu içten bir gülümsemeyle kapattı. İş yerine varana kadar yolda onu gören kimseye selam vermeden hızlıca yürüdü. Suçlu olduğundan değil elbet, kimseye çatmamak ve selamdan öteye bir muhabbet kurmak istemediğindendi bu.
Karşılaştık ve konuştuk diyelim, selamdan öte hal hatır sormalar belki de. ‘ Öyle selama, böyle muamele! ‘ Hoş karşılamak gerek. Halen ilgisini çeken felsefik ve sosyolojik bir iki çıkarım yapmaya çalıştı ayaküstü, kimseye sezdirmeden. Bu adamın bana bir yararı yok, ben niye konuşup kendimi yorup üstüne vaktimi öldüreyim bunun gibilerin yanında. Sonra içindeki ses, bir tokat gibi yanağını kızarttı:
-Dur orada, sen öyle biri değilsin ki faydacı yaklaşıyorsun insanlara. Ki sen kimsenin ne olduğunu, neyi savunduğunu, neyi kendine merkez seçtiğini sorgulamazken, ne kendine ne de bir başkasına üzerinden durum ve olgulara pragmatist bir şekilde yaklaşmıyorsun. Kaldı ki bu çıkarımlarının boşuna olduğu kanaatindeyim. Kafa ütüleme yahu.
Bankanın önüne geldiğinde yüzünü ekşitip oflayarak içeri girdi. Günaydın patlaması, her zamanki gibi kulaklarında çınladı ama ses etmeden yerine geçti. Gelen müşterilerle yüz göz olmadan işlerini halletmeye çalışırdı. Ama emekli maaşını çekmek için gelen yaşlı adama içi ısınmıştı. İşini hallederken arada sorular sorup, onun hakkında birkaç bir şey öğrenmek istedi. Yakınlarda oturuyormuş, oğlundan başka kimi kimsesi yok. Oldukça da cılız biri, saymaya kalksan kemikleri bile sayılırdı. Derken işini hallettikten sonra içten bir gülümsemeyle Gürkan‘a dönerek:
” Teşekkürler evlat. ” dedi ve bankadan ayrıldı.
” Her gün binlercesi geliyor, bu da bunlardan biri. Ne diye düşünüyorsun adamı? ”
”Haklısın ama o adamda bir şey var, çözeceğim. ”
” Ne olacak yahu! Kendi halinde birine benziyordu. Hem buradan çıkıp, ev dışında bir yere gittiğin nerde görülmüş, duyulmuş bir şey? ”
Berna, Gürkan’a telefondan ‘ öğle yemeğinde beni bekle, senle konuşmam gereken önemli şeyler var. ‘ diye bir mesaj attı. Gürkan, umursamadı. Ne diyebilir ki? Öğle arası Gürkan, beklemeye başladı Berna’yı.
” Biraz geciktim kusura bakma. ”
” Sorun değil dinleyeceğim seni. ” diyerek ayaküstü konuşmaya başladılar. Berna söze girmek için ve kendi heyecanını bastırmak için kendi konuşacağı konuyla alakasız sorular sorarak kendini özgüvenli hissetmeye çabalıyordu.
” Evi ne yaptın, taşındın mı? ”
” Dedim ya sana bugün gelecekler daha. ”
Berna’nın heyecanlı olduğu her halinden belliydi. Daha sözünü bitirmeden:
” Müşterilerle aran nasıl? Problem yoktur umarım. ”
Berna’nın bu sorularına anlam veremiyordu. Ya kendisi çok büyütüyordu, ya da o, iyi değildi.
” Bir şey diyeceğim. Hani bir günlük ömrü olan kelebeğin avuçlarının arasından kaybolup gitmemesi için ayrı bir yerde saklamak istersin ya. İşte ben o kelebeği, kalbimde taşıyorum uzun bir zamandır ama o kelebeğin kim olduğundan bir haberdirler. Kelebeğin kendisi bile. ”
Gürkan, Berna’nın ne demek istediğini anlamıştı lakin anlamazlıktan gelerek onun açıkça bunu dile getirmesini istiyordu. Gürkan, ‘neyse söylerse söyler artık, üzerine gitmenin manası yok.‘ diye düşündü içinden. Berna, zor yutkunarak söze başlayacakken telefonu çaldı. Arayanın kim olduğunu merak etti Gürkan. Berna, çığlık atmaya başladı.’ Ne oldu, ne oldu? ‘ diye titreyerek yanına yaklaştım. Bir şekilde üst üste soru yağmuruna tuttum onu. Berna, kollarında bayılıverdi birden. Birkaç kere uyandırmaya çalıştıysa da kendine gelemedi. Telefonu çıkarıp ambulansı aramaya koyuldu. Hemen bu titrek ürperişiyle bulunduğu yere ‘ ambulans,acil! ‘ deyip kapadı telefonu. Az buçuk onun ağzını okuyabiliyordu ama o durumda onu duymuyordu, ne yazık. İçinden ona sarılmak geliyordu ve öyle de yaptı. Ambulans geldiği gibi hızlıca hastaneye götürebilmek üzere sedyeye koyuldu.
Hemşire, bir serum taktı herhalde tam hatırlamıyorum. Çok geçmeden kendine geldiğinin farkına vararak:
” Babam nerede! Babam nerede? ” diye hiddetlenmeye başladı. Kendi acizliğinin dışa vurumunun tatminini de ona bağırmakta buluyordu nice çaresiz ve çırpınışlarda boğulan insanlar gibi. Ne olduğunu anlayamamıştım.
Berna’yı alıp hızlıca onun dediği yere gitmeye koyulduk, elindeki bitmiş ama kelebeği hala ellerinde olan serumla. Oradan oraya, sokaktan sokağa girdik.
” Çocukluğumun geçtiği sokaklar, niye şimdi bana çok yabancı ve hiç yaşanmamış izlenimi veriyor? Gerçekten burası benim çocukluğumun kraliyet müzesi miydi yoksa sokak köpeklerinin bile aç gezdiği sokaklardan mıydı? Buhranlarla dolu yaşamın, bir kesitini bile buralardan geçerken anımsayamıyorum. Ya buralar çok değişti ya da ben artık tanımak için yüz çevirmediğim ben değilim. ”
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!