Umut Mevsimi
” Umut; fakirin ekmeği değil, kabusudur. ”
Matem rüzgârlarında bölündü, uykular. Yarım gecenin üstüne, yaldızlı yalnızlıklar. Ürperiş denizinde, vicdan yeleği giymiş insancıklar. Daha saymalı mı bu düzeni kahreden ve içinde sarmaşıktan başka bir şey bulunmayanları? Ne yana dönse, ayağına dolanan yüklü sevda omurgaları. Üzüntü mevsimi, yaklaşmakta. Üstüne sıkı bir şeyler al, yalandan perdelerini mesela. Sök at pencerenden gerçeği ve yok âleminde kalp kırarken zamandan yaralar. Empatiden yoksun molozlar arasında tükeniyoruz umarsızca. Can kırığı doluşmuş sayfalara, yapışkan objelere mahkûm olan bizler iken. Anlatılmış sayılır belki de bunlar ama sözden öteye geçmeyecek , biliyorum. Koltuklanmış gerçeklere bir yalan daha eklemeli mi? Ya da bir gazelin girizgahı gibi kafiyeli mi olmalı yalnızlıklar?
Bilmiyorum, bilemiyorum, bilemeyeceğim; asla…
Kışın gelişi, baharından belliydi. Bulanık fikirleri ve hayâsız hayatıyla, yine monotonluğa devam ediyordu. Bankada mesainin bitimiyle soluğu, –evinin biraz ötesinde olan– Mete abinin yerinde aldı. İki tek attıktan sonra oradan ayrılıp, evin yolunu tuttu. Evle arasında az mesafe olmasına karşın, ona yol çok uzun geliyordu. Hatta yolda o kadar derin düşüncelere dalmıştı ki, yan sokağa geçtikten sonra kendi kendine gülüp: ‘’ Yahu, ben bunadım mı ne! ‘’ dedi ve geri gelip evin önünde anahtarını çıkarıp, usulca çevirdi. Anahtar deliği o kadar eskimişti ki, bazen kapıyı açmak çok zahmetli oluyordu onun için. En sonunda kapıyı açıp içeri girdi. İçeri girer girmez, burnuna üşüşen birkaç sinek… Yine bıraktığı gibi ev kokuşmuş ve geçen gün yediği yemeğin bulaşıkları kalmıştı. Sehpanın üzerindeki meyve tabağına sinekler üşüşmüş, salon ise berbat bir haldeydi.
Mor kutusuna gözü ilişti. Malum, tekin bir mahallede oturmuyordu. Yerinde olduğunu görünce derin bir ‘oh’ çekiyordu ki… O da ne? Astığı gemi motifli tablosu yan yatmış, duvarlar da epey nemlenmişti. Belki de evin o kadar kötü kokmasının sebebi de buydu. O, bunlara aldırmadan üst kata çıktı.Üzerindekileri çıkarıp duş alacaktı ancak iki gündür suların kesik olduğunu anımsadı ve ‘aman, boşver.’ edasında bir hareket yaparak yatağına girdi. Üzerine çöken yorgunluktan mıdır nedir, kıyafetlerini bile çıkarmaya fırsatı olmadan sızmıştı yatağa. Üstündeki hissiyata bulanan birkaç söz ve birkaç düşünce, heceledi yalnızlığını. Tam da gökyüzüne umutla bakmak gelmişken, cebine doldurduğu hayal kırıklıkları geldi aklına. Cebindeki sigarasını yokladı fakat bulamadı. ‘’Herhalde evde unuttum, ya da bitmiş.’’ diyerek, her zaman gittiği ve yüzüne baktığında acıdığı ve bir o kadar da iğrendiği mahalle dayısının marketine girip her zamanki sigarasından aldı. Sigarasını unutmuştu fakat çakmağı montunun cebindeydi. Marketten ayrılıp sigarasını usulca yakıp yürüdü; içindeki umutları boşaltacak ve hiç gelmeyecek o umutla beklenilen yolcu peronuna doğru. Bir an geldi aklına. Şayet ölüm varsa –bu olması gereken diye kabul edilen-; kahır, dert, uzaklara dalmalar niçin?
Beynine dolanan niyeler, nasıllar, nedenler sıralandı; birer birer. Evine varmıştı bunları düşünürken, tabi ne kadar ev denilebilirse. Ağzının kenarından tüten hislerini, duvar manzaralı penceresinin önündeki tabakta söndürdü. Hafta sonu, çok sıkıcı geçiyordu onun için. Yalnızlığından mı yoksa her yalnız kaldığında daldığı ve uçurumlara sürüklenen fikirleri düşünmekten kendini alıkoyamadığından mı? Sakinliğini -her zamanki gibi- koruyup, artık bir duş alma vakti geldi diyerek, üst kata yöneldi. Gözü, bir an kutusuna ilişti; yerinde olduğunu görünce, tedirginliği geçti birden. Ağızlarda sakız olan, ‘’el alem ne der?’’ düşüncelerini çiğner gibi, ağır ağır çıktı merdivenlerden. Üstünü çıkaracakken, dış kapıda bir ses işitti. Kapı çalıyordu ısrarla. Aşağı indi. Pencereden kim olduğuna baktı ve yüzünü ekşiterek: ‘’ Geldi, lanet karı. Ne istiyor yine? ‘’ diyerek kapıyı açtı:
-Merhaba Gürkancığım, geçen günkü şikâyet için geldim. Çok düşündüm. Evi hem bakımsız bırakıyor, hem de pis kullanıyorsun. Buna müsaade edemem. Senden daha iyi para veren biri yok şimdilik ama bugün-yarın kendine ev bulsan iyi olur. Çünkü, evi satmayı düşünüyorum.
-Ama ben bu kış kıyamette nereye giderim Nemika Hanım? Lütfen biraz daha zaman verin. Bari bu kış bitsin.
-Hayır, komşular da senden şikâyetçi.
-Neyimden şikâyetçi olacaklar ha? Onlarla iletişim kurmadığımdan mı yoksa her türlü pisliklerini örttükleri o sokaklarda yaptıklarını gördüğümden mi?
-Ee, yok; ondan değil.
dedi Nemika Hanım, titrek ve doğruluğunu kabul eden bir edayla.
-Neyse tamam be, yemedik evini! Ev bulunca hemen çıkarım zaten.
diyerek, kapıyı hızlıca çarpıp ve biraz da kendi kendine söylenerek:
‘’ Biri bitmeden, biri başlıyor. Sabır ver, Allah’ım. ‘’
Oflayıp puflayarak üst kata çıktı. Duş aldı, ılık olan suyla. Odasına geçti, masa üzerinde birkaç buruşturulmuş kâğıt ve dökülen kahve duruyordu masanın üzerinde. Zemin sert olmamasına rağmen, sevdiği bardağı kırılmıştı. Büyük parçaları alıp çöpe attı, ardından loş ışık altında büründüğü koyu ve derin düşüncelere boğuldu. Sahi, bu karda-kışta nereye gidecekti? Ne doğru dürüst bir arkadaşı, ne de bir ailesi vardı. Bulurum illaki, diyerek paltosunu alıp ev aramaya koyuldu. Aşağı semtte bir ev buldu ama içine sinmedi. Güneş görmeyen ev istiyordu. Gündüz, pek dışarı çıkmıyordu zaten –işi dışında.- Yok, yok olmaz bu diyerek, tekrar aramaya çıktı; istediği evi bulmaya. Cebinden bir sigara çıkarıp, ağzının kenarından yavaş yavaş içine çekip yürüdü. Biraz ilerdeki kuruyemişçinin camında bir ilan gördü ve içeri girdi. Kuru yemişçi, yolu tarif etti. ‘’ Buradan düz devam et, soldaki ilk ev. ‘’ dercesine, el-kol hareketleriyle bir yeri işaret etti. Evi iyice bir süzdükten sonra, ev sahibini aradı. Ev sahibi, kadındı. Evin önünde beklediğini söyleyerek, kadını eve çağırdı. Ev sahibi, görünüşüne aldanıp: ‘’sağlam ayağa benzemiyor.’’ dedi, içinden. Lakin güzelliğine diyecek yoktu. Sokağın ters tarafından gelen kadını fark etmemek mümkün değildi. Yürürken ayakkabılarının çıkardığı ses ve sokağa yayılan kokudan, gelenin bir kadın: olduğu anlaşılabiliyordu. En nihayetinde kadın, usulca geldi Gürkan‘ın yanına:
-Beni arayan sizdiniz, değil mi?
-Evet, ben aradım. Şu an kaldığım evden memnun değilim, değiştirmeyi düşünüyorum. Tabi, kira da uygunsa.
Ev sahibi ile; kirayı, günü, şartları, sözleşmeyi vs konuştuktan sonra oradan ayrıldı. Güzel bir ev bulmanın sevincine mi yoksa yarın sabah o hiç görmek istemediği insan görünümlü varlıkların beyinlerinde yer eden gereksiz ve sıkıcı plan, düzen, evlilik gibi konuların tekrar konuşulacağından mı ya da gerçekten onun için imkânsıza boyanan çerçevede -yani ‘olmadık’ diye tabir ettiği dünyada- mutluluğu mu tatmıştı? Kim bilir, belki de bu kadar derin düşünmek yersizdi. Sıradan bir gülümseme ya da iç kıpırtısı… Yok, yok… Mutluluk bu, hem de en basit haliyle. Rüyalarındaki gibi değil de biraz daha basit olanından.
Ev sahibi ile anlaştıktan sonra, ‘’bugün-yarın eşyaları taşırım.’’ dedi, kendi kendine. Tabi ki de kendi kendine söyleyecekti bunları. Zaten kendisinden başka kimsesi olmayan, olmasını da istemeyen biriydi. Biraz da tuhaf bir kişiliğe sahipti. Belki de ev sahibi, onunla konuşurken ondaki tuhaflığı ve gözlerindeki çıkmazı ve yalnızlığı görebiliyordu. Kendisini ne kadar saklamaya, kara kutu gibi görünmeye çalışsa da gözlerindeki afili yalnızlığı saklayamıyordu. Yola serili muşambanın üzerinden yürüyormuşçasına,– ayaklarını yere sürte sürte- eve doğru yol aldı. Bir sigara çıkardı, usulca ağzının kenarından yandı; acı acı. Sigarası bitmeden, eve varmıştı bile. Kapının önüne geldiğinde -biraz da içten bir böğürmeyle- balgamını attı, saksıların olduğu yere. Kalan sigarayı da yere atıp ayağıyla ezdi ve içeri girdi. Montunu astı, kapının solundaki askıya. Ev arama telaşından ve koşturmacasından yorgun düşmüştü. Saat ilerlemişti. Yatağında kıvranıyordu yine. Bir sağa, bir sola dönüyordu. ‘’Yok, olmadı.’’ diyip ters-düz yatmaya çalışıyordu. Yorgundu, lakin uyuyamıyordu. ‘’Bari bir şeyler atıştırayım da belki uykum gelir.’’ diyerek mutfağa yöneldi. Koca bulaşık dağının arasından bulduğu bıçağı ve tabağı yıkayıp, bir şeyler hazırladı yemek için. Yemeğini alelacele yedikten sonra: ‘’Yahu demek benim karnım açmış, ondan uykum gelmedi.’’ diyerek kendine güldü.
Bankadaki mesai arkadaşı Berna‘nın hediye etmiş olduğu, afili saatinin durduğunu fark etti. Zamanın her ne kadar onun için durduğunu zannetse de zaman seyirdeydi, geriye kalanlar için. Aldırmadı. Masadakileri bile toplamayıp, üst kata çıktı. Bu sefer uykusu gelmişti. Sabaha kadar kımıldamadan uyudu.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!