Kelebeğin Ölüm Dansı
” Hayat, ne kadar boş, berbat ve hiçlik dolu olsa da yaşanmaya değer. ”
Schopenhauer
Kelebekler, son uçuşlarını geceleri büyük bir sokak lambası önemde yaparlarmış. Her şeyden habersiz, uçarlarmış. Kelebekler gibi ben de son uçuşumu pencerenin önünde yapmak istedim. Ölüme bir şenlik havasında giden başka bir canlı var mı ?
Schopenhauer, ” Hayat, ne kadar boş, berbat ve hiçlik dolu olsa da yaşanmaya değer. ” diyor. Yaşama istenci, her zaman ölüm istencine galip geliyor. Eğer öyle olmasaydı, her gün toplu intiharlara aşina olabilirdik. Kaybedeceği bir şey olmayınca, ölüm, çok cazip geliyor insana. Keşke biz de son uçuşumuzu bir şenlik havasında geçirmiş olsaydık diye düşündüm bir an. Söylenmemiş sözler, ifade edebilmeyi bekleyen duygular denizinde boğulurken.
Bunca hayal kırıklığından sonra, ölümü nasıl bir şenlik havasında bekler insan?
Usulca yanıma sokulup:
“ Merhaba abi, şu beyaz tülbentli hani uzun boylu mavi bir elbise giyen var ya, tanışmak istiyorum onunla.
Geçen gün sahildeki kitapçıda dükkanında kitaplara -şiir kitaplarına- bakarken gördüm. Bukowski ,Cemal Safi , Cemal Süreya , Nazım Hikmet , Mehmet Uzun , Ahmed Arif kitaplarına… Sonra sahildeki bankta kitap okurken gördüm ama utandım. Yanına yaklaşıp konuşamadım. Bilirsin abi, bizim buralarda sevginin dilini pek bilmezler.
Üstelik, edebiyatı seviyor. ”
” Nereden biliyorsun oğlum? ” dememe fırsat vermeden:
“ Şiir seven biri kötü olamaz değil mi abi? “ diyince ‘iyi ki demedim.’ dedim, isyan eden iç sesime.
Cevabını bildiğim soruları cevaplamamak, ilk defa huzur veriyordu sanki bana. Kendime bile söyleyemediğim sırları, bugün yüzüme vurmuştu Asım.
Asım, okumak için şehre gitmiş, sonra üniversite eğitimi için de Ankara’ya. Ankara’da birçok kez eyleme katıldığı, çok kez dayak yediğini, hatta nezarethaneye girdiğini de duydum. Köy kahvesinden kötü düşüncelerin peşinden gittiğini, bir keresinde polis tarafından yaralanıp uzun zaman hastahanede kaldığını, okula gitmediğinden konuşuyorlardı. Yalan-yanlış söylemler kol geziyordu, özellikle böyle kalabalık, bayatlanmış ve Allah’ın unuttuğu yerlerde. İnanamıyorum bu söylenenlere, Asım’ı en iyi ben tanırım. Bana her şeyi söylerdi çünkü.
” İnsan , bilmediğinin düşmanındır. “
Bilmediğimiz/tanımadığımız ideolojilere, dinlere, hayvanlara, insanlara ve dünyaya…
Asım, kasabada üniversiteye devam eden tek kişiydi. Oğullarından konu açılınca göğüsleri kabarırdı, Ahmet amca ile Zeliha teyzenin. Oysa Asım’ın ne durumda olduğunu onlar da bilmiyordu. Asım, Neriman’ı tanımıyordu. İlk defa görmüştü. Asım’ın sorusuna, ‘bilmiyorum,git başımdan; tanımıyorum.’ diyemedim. Bunları diyemediğim için kendime çok kızgınım ve kendimi affetmeyeceğim. İnsanın kalbini burkan şey, zamanında yapması ya da söylemesi gerekenlere geç kalmasıdır. Ve geç kalmışlığın bedeli, hep ağırdır. Biz geç kalmalarda birinciyiz, ondandır ki bu kadar çok ölüyoruz. Bir şiire, bir türküye, bir kitaba, legal/ illegal bir insana, bir acıya, bir şehre, bir ülkeye, bir hayvana, bir çiçeğe… Ve sırf bu yüzden, her gün biraz daha eriyoruz. Bu ağırlığı, iliklerime kadar hissediyorum şimdi. Üzülüyorum, ağır ağır eriyorum. Ölmek istiyorum. Sonra kelebekler geliyor aklıma, şenlik havasında ölüme dans eden kelebekler… Yok olmak istiyorum.
Asım, Neriman’ı seviyor.
Kendime söyleyemediklerimi Asım, söylemişti. Buna şikayet edemezdim. Asım, çocukluk arkadaşım-dı sonuçta. Birlikte evlerin camlarına taş atıp kaçardık. Ayşe teyzenin bahçesine girip elma toplar, birlikte okuldan kaçıp ceviz ağacına çıkıp topladığımız elmaları ve erikleri yerdik. Sonra da birbirimize atardık.
Doymuşluğun verdiği bir yaramazlıktı bu.
Asım, her şeyini söylerdi bana. Babasının geceleri eve geç geldiğini, sarhoşken annesini dövdüğünü, ses çıkarınca kendisine ve kardeşi Halife’ ye vurduğunu… Geçen gün göz altlarının mor oluşu da ondandı. Söylemedi ama ben biliyordum. Gözlerindeki derin acı, kendini ele veriyordu. Asım’ı çok iyi tanıyordum. Benden iki yaş küçük olduğu için ‘abi‘ derdi. Aslında çok belli etmesem de hoşuma giderdi öyle demesi. İşte bu yüzden ona sessiz kaldım.
Asım, Neriman’ı seviyor.
Neriman’ı ilkokuldan beri sevdiğimi, ona isimsiz mektuplar yazdığımı ve ders aralarında kitabının arasına koyduğumu hiçbir zaman söyleyemedim. Beni tanımadı hiçbir zaman. Mektuplarım gibi, ona olan sevdam da kaçak ve isimsizdi. Cesaretimi topladım, her şeyi göze alıp Neriman’ın camının önünde son uçuşumu yapmak istedim bugün. Ona yazdığım son mektupta yazdığım dizeleri tekrarladım:
”Neriman… Seni sevmek, maviliğe kanat çırpmak gibiydi. Cesaretsizliğimi, muazzam gülüşlerine konarken yenecektim. Seni ilk sevdiğimde sadece sana kanat çırpacak, sadece senin gökyüzünde uçacaktım. Fakat kanatlarım kırıldı , tutunamadım, düştüm…
Kelebekler gibi ben de son uçuşumu pencerenin önünde yaptım.”
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!