Kusurlu Cinayetler Senfonisi- 3. Bölüm
Güneşli güzel bir gün, hava açık; ama yer, bir insanın bulunmak isteyeceği türden değil. Ruh ve sinir hastalıkları hastanesinin bahçesinde çardakta oturuyor Niçe ve – üvey – ablası. Öğle arasının bitmesine beş dakika var. Niçe, fıskiyelerin çimenleri ve ağaçları sulamasını izliyor; çaresizce. Bir elinde ablasının dosyası, diğer elinde ablasının eli. Ablasının elleri titriyor; aklı mı başında değil, yoksa psikolojisi mi bozuk. Bilemiyor,üzülüyor. Vicdanlı bir insan sonuçta. Üvey ya da öz, fark etmiyor onun için.
Ablası, içtiği sigaranın izmaritini ağzına atıyor. Çiğniyor ağzındaki izmariti, ablasının bir şeyler çiğnediğini görünce ağzını açmaya çalışıyor; fakat ablası buna karşı bir direnç gösteriyor. Derken, parmaklarını ısırıyor Niçe’nin. Zor da olsa ablasının ağzını açıyor ve ağzındakini tükürmesini sağlıyor Niçe. Ablasının yere tükürdüğü şeyin sigara izmariti olduğunu görünce şaşırıyor, sigara külünü yutmasına alışkın; ama izmarit yediğini bilmiyor. ‘Ablam ne zamandan beri izmarit yiyor?’ diye kendi kendine soruyor.
Agresif ve sert bakan ablasının titreyen elini tutup, hastane girişine yöneliyor. Aldıkları fişten doktorun adına ve poliklinik numarasına bakıyor. Girişte bir güvenlik görevlisi var. Güvenlik görevlisini geride bırakınca hemen sağ tarafta, fiş verilen yerdeki hastane personelinin kahkahaları çalıyor kulaklarına. Dönüp bakıyor, böyle bir hastanede nasıl gülmeyi başarıyor bu insanlar diye bir düşünce daha ekliyor zihnine. Ardından başını önüne eğiyor. Ablasının elini hiç bırakmadan karşılıklı odaların arasından geçip, üst kata çıkıyorlar. Kafasını yerden kaldırıp doktorun adını ararken küçük tabelalarda, tek tük hasta olduğunu fark ediyor. Biraz ilerledikten sonra doktoru buluyor; ablası, nerede olduğunun farkında değil gibi. Birden ablasının ne düşündüğünü, şu an aklından ne geçirdiğini merak ediyor. Ablasının yüzüne tebessüm ederek bakıyor, ama hiç beklemediği bir cevap geliyor karşıdan:
“ Bana deli maaşı çıkarmak için beni buraya getirdin değil mi? Ben deli değilim, seni şikâyet edeceğim doktora. Ben okudum, avukat oldum. Sen bana deli raporu çıkaracaksın, sanki bilmiyor muyum niyetini? ” diyor ablası. Ablasının söylemleri karşısında afallıyor ve gülümsemekle yetiniyor sadece. Başka ne yapabilir ki?
Sonunda aradıkları doktor odasını buluyorlar. Doktorun kapısını çalıp “gel” ifadesini duymadan içeri giriyorlar. Odada doktor ve önündeki bilgisayara yoğunlaşmış tıbbi sekreter var. Tıbbi sekreter, tesettürlü bir kadın. Siyah, uzun bir etek, beyaz gömlek, beyaz önlük ve beyaz bir eşarp… Doktor ise balık etli, kıvırcık saçları omuzlarına geliyor. Üstünde turkuaz rengi bir kısa kollu elbise, yüzü kırmızımsı bir ifade olan bir kadın. Ablası, tıbbi sekterin yanına gidip kafasını iyice monitöre gömüyor. Tıbbi sekreterin yüzünden endişe okunuyor. Niçe, hemen gidip ablasını alıyor oradan:
“Buyurun beyefendi? Sizi dinliyorum.” diyor doktor. Ablasının kimliğini ve aldıkları fişi, tıbbi sekretere verdikten sonra cevaplıyor soruyu Niçe:
-Ablam, geceleri sabaha kadar uyumuyor. Bazen üç gün bile uyumadığı oluyor, evde sürekli yürüyüp duruyor, tavana bakıp gülüyor, kendi kendine konuşuyor. Bazen öfkelenip hırçınlaşıyor. Bazen de hiçbir şey olmamış gibi durgun ve sakin. İçtiği sigaranın külünü yutuyor. Okulu bitirmeyi başaramadı ama kendini avukat sanıyor; oysaki üniversite bile okumadı. Misal buraya gelirken otobüste hakaretler yağdırdı hükümet başkanına, ağza alınmayacak şeyler söyledi. Radikalci terör örgütlerinin en büyük destekçisi olduğunu bağırıp çağırdı.”
–Tamam, siz dışarı çıkabilirsiniz beyefendi. Ablanızla biraz ben konuşacağım.
Niçe, ablasını bırakıp kapının dışına çıkıyor ve siyahtan başka bir renge sahip olmayan bekleme koltuğuna oturuyor. Ablası, içeride doktorun karşısında.
–Adın ne kızım?
–Aliye. Şey, ben… Ben, deli değilim. Kardeşim paragöz olduğu için deli raporu çıkarmak istiyor. Ondan getirdi beni sizin yanınıza. Ben deli değilim, avukatım. Öğretmenim bana avukat olduğumu söyledi.
-Demek avukatsın. Peki hangi üniversitede okudun?
-Üniversite mi, ben okumadım onu ama öğretmenim bana ‘aferin, sen avukat oldun.’ dedi. Yalan söylüyor kardeşim.”
-Anladım kızım. İstersen git kardeşini çağır, gelsin.
Aliye, oldukça zayıflamıştı. Yüzüne bakınca insanları ürküten bir simaya bürünmüştü. Saçları dağınık bir halde, üstü başı da saçından pek farklı değil. Niçe’nin annesi, hiçbir zaman sevmedi onu ve tahammül dahi göstermedi. Aliye’nin annesi, babasından ayrılıp gitmiş; yeni evlendiği adam ise Aliye’yi istememişti. Niçe’nin babası ikinci evliliğini yaparken, Aliye’nin varlığını ve ilk evliliğini saklamıştı. Evlendikten birkaç ay sonra gerçekler ortaya çıkınca olanlar olmuştu ve Aliye, Niçe’nin annesinin gözünde bir düşmana dönüşmüştü. Daha küçük bir kız çocuğuyken annesi onu bırakıp gitmiş, babasının yeni eşi onu kabullenmemiş ve amcası, belli bir yaşa gelinceye kadar ona bakmıştı.
Aliye, kapıyı açıp:
“Doktor seni çağırıyor, içeriye gel; senin nasıl paragöz bir insan olduğunu anladı.” dedi. Niçe, içeri girip kapıyı kapattı. Doktorun gözlerinin içine baktı:
-Ablanı bir süre misafir edeceğiz. Bu durumda onu göndermem çok zor. Betül, sana bir kâğıt verecek, onu alıp beşinci servise gideceksin.
-Nesi var ablamın doktor hanım?
-Bipolar duygulanım bozukluğundan şüpheleniyorum şimdilik. Birkaç test uyguladıktan sonra kesinleşir.
Niçe, tıbbi sekreterin verdiği kâğıdı alıp çıkıyor odadan Aliye ile birlikte. Aşağıya iniyorlar, hastaneden çıkıp sağ tarafa dönüyorlar. Her tarafı ağaçlarla çevrili ince-uzun kaldırıma yöneliyorlar; çünkü bu ince-uzun kaldırımın sonunda üstünde beşinci servis yazan iki katlı, pembeye boyalı binayı görüyor Niçe. Binanın giriş katında, üstünde kırmızı zemine beyaz harflerle beşinci servis yazan siyah kapının önünde duruyorlar. Kapının sağ tarafında, yıldıza bastıktan sonra bir tuşuna basınız yazan kâğıdı okuyor. Ardından dia fona benzeyen cihazda talimatlara uygun şekilde davranıp tuşlara basıyor. Kısa bir süre bekledikten sonra siyah kapının kilitlerinin açıldığını haber veren ses çıkıyor. Kapının ardındaki kadın güvenlik görevlisi, kapıyı açıp onları içeri alıyor.
İçeri girer girmez bütün hastaların kadın olduğu ve tek tip kıyafet giydiğini fark ediyor. Kadınların başı açık, siyah eşofmanın üstüne beyaz elbise giymişler. Yüzlerinde korkutucu bir hissiyat, ama oldukça sakinler. Ağır konuşup, ağır hareket ediyorlar. İçlerinden biri Niçe’ye düşmanca bir bakış atıyor; her an dövecekmiş gibi. Niçe, bir garip hissediyor. Bunun kadının bakışıyla ilgisi yok. Gördüğü manzara, içinde burkulmalara neden oluyor. Güvenlik görevlisi:
“Erkekleri sevmiyor, ondan bu bakışlar. Korkmayın bir şey yapmaz; ama yine de sen uzak dur ondan.” diyor Niçe’ye.
Hemşire, odasına doğru giderken devam ediyor:
“Kocası, onu, kendi öz kardeşi ile aldatmış; bu da yetmezmiş gibi bunu öğrendikten bir hafta sonra karısını döven adamı uyaran kız kardeşini, karısını döven adam öldürmüş. O gün bu gündür erkeklerden nefret…” cümlesini bitiremeden hemşire odasına varıyorlar.
Hemşire odası… Birkaç hemşire ve iki kadın güvenlik görevlisi… Kahverengi masanın üstünde beyaz bir telefon, kalemler ve dış kabı siyah olan bir dosya… Uzunca bir kanepe ve içinde dosyaların klasör şeklinde sırayla dizildiği, dört raftan oluşan bir dolap…
Niçe, elindeki kâğıdı hemşireye uzatıyor. Yeni bir dosya çıkardıktan sonra Aliye’nin kimliğini istiyor hemşire. Kimlik bilgilerini uygun yerlere doldurduktan sonra, Niçe imza atıyor kâğıdın altına:
-Neyin oluyor?
-Ablam.
-Kıyafetlerini değiştireceğiz. Takısı falan varsa sana versin. Sorun çıkabiliyor aralarında. Bazen tel toka için bile sıkıntı yaşıyoruz. Herhangi bir takısı var mı?
Hayır, takısı yok.
Tamam, ben onunla gidip üstünü değiştirmesine yardımcı olacağım.
Hemşire, Aliye’yi alıp başka bir odaya götürüyor. Aliye’nin kıyafetleri değiştirilirken, Niçe de hastaları gözlemliyor. Bunu yapmak istemiyor aslında ama büyülü bir güç, onu bu davranışı yapmaya itiyor. Baktıkça ruh sağlığı bozuk olan insanlara, içinden bir şeyler kopup gidiyor. Ve tuhaf, kaldırılması ağır duygular yükleniyor iç dünyasına; çünkü romantik bir bakış açısıyla bakıyor hayata. Niçe, duygusal bir delikanlı.
Ablası Aliye ve hemşire, diğer odadan çıkıp Niçe’nin önünden geçiyorlar. Ablasının kıyafetleri değiştirilmiş, diğer kadın hastalar gibi olmuş. Üzülüyor, kelimelerle tarif edilemeyecek bir üzüntü bu.
Veda vakti, gelip çatıyor. Aliye’yi orada bırakıp gitmek zor gelecek ona, hissediyor. Kapının önüne gelince Aliye, ağlamaklı bir şekilde:
“Beni burada bırakıp gitme.” diyor ve der demez, -bir saniye geçmeden- hiçbir şey olmamış gibi yürüyüp gidiyor yanından. Aliye’nin yaptığı bu davranış, Niçe’de büyük bir yıkım yaratıyor; algılamakta güçlük çekiyor. Ağzından şu cümleler çıkıyor:
“İyi, tamam da şimdi ne olacak? İyi, tamam da şimdi ne olacak?”
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!