Bir… İki… Üç…
Yağmur vuruyor cama, sobanın üstündeki çaydanlığın fokurdayan sesi çığlıklarla karışırken. Ve bahar yağmuru hiç var olmamışçasına yok sayarak yaşananları, ağır ve gururlu. Yağıyor. Yağmur hızlandıkça, elin şiddeti de artıyor. Yağan yağmura eşlik eden fırtına gibi.
İçeride ağlayan bir bebek sesi, televizyonda günün haberleri, dışarıda çatının altındaki sardunya saksılarının arkasında miyavlayan kedi. Yaşamak, sesleri duymaktır belki de. Ve sanırım hala yaşıyorum.
Büyük, şeffaf ve sert bir kabuğun içindeyim. İçeriden bakıyorum. Etrafa, insanlara, bitkilere, böceklere, mutfak tezgâhının üstünde yürüyen kara sineğe. Görüyorum. Fakat kimse görmüyor beni. Belki de yaşamak, görmektir. Ve sanırım, hala yaşıyorum.
Yağmur damlaları, vurmuyor artık cama. Bahar, yoruldu yağmaktan. Elin şiddeti yoruldu. Soba yanmaktan, su kaynamaktan. Yoruldu. Sardunya saksılarının arkasındaki kedi de gitti. Bebek, ağlamaktan yorulup uyudu.
Güneş var dışarıda. Belki gökkuşağını görürüm ümidiyle pencereden bakıyorum gökyüzüne. Gökyüzü gülümsüyor. “Bekle.” diyor. ”Gelecek güzel günler için bekle.”
Bekliyorum. Yaşamak, beklemektir belki de. Ve sanırım, hala yaşıyorum.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!