Gözümü açtığımda saat, 07:32 idi. Yataktan fırlayış, işe gitmek için hazırlanış ve kapıdan çıkışım arasında sadece altı dakika vardı. Otobüs de kaçmıştı. “Ulan” dedim. “ Ulan Fikri, bu ayın yarısından çoğunda işe geç kaldın be olum.. ” Taksiye binecek para da yok cepte. Zaten geç kaldık, bir de pahalıya patlamasın diye bir sonraki otobüsü bekledim. İşe vardığımda saat 08:25 olmuştu, patrona gözükmeden masama oturup bilgisayarımı açmıştım ki, Mert seslendi :
“ Patron, seni bekliyor Fikri. ”
Kocaman bir “ siktir ” çektim içimden. İşe gireli altı ay olmuştu. Çok izlenmeyen bir kanalda, çok başarılı olmayan bir muhabirdim. Tencere- kapak misali kanal ile birbirimizi bulmuştuk. Kapıyı tıkladım, gel komutunu beklemeden yavaşça içeri girdim.
“ Günaydın Ethem Bey ” diye masumane bir giriş yapmaya çalıştım, olduğu kadar artık.
“ Olum, bu kaçıncı işe geç gelişin? Bak zaten işler kötü, reytingler sürünüyor. Şimdi kanal binasından çıkıyorsun, doğru dürüst bir haber bulmadan gelmiyorsun,elin boş gelecekse gelme! Muhasebeye git, çıkışını al. ” dedi eliyle kışt kışt yaparak.
“ Peki patron ” diyerek çıktım odadan. Yanıma kameraman Murat’ı alıp, kanalın bize zimmetlediği Clio’ ya binip klimayı açtık.
– Murat ? Kanka ne haber bulacağız?
-Kardeşim, annem mesaj attı. Pazardan alınacaklar varmış. İstersen pazardaki fiyatları konu alan bir haber yapalım. ”
– Bi siktir git ya, oldu amına koyim gidip bir de emekli maaşı kuyruğunda ilginç haber kovalayalım; belki ölen biri olur!
-Olum, o da eskidendi artık kuyruk yok; emekliler, maaş çekme işini telefonlarıyla bile hallediyorlar.
-Kahvaltı bile yapmadım, gel bir şeyler yiyelim.
Börekçiye gittiğimizde her yer doluydu, tek başına oturan yaşlı bir amca vardı. Amcanın yanına gidip :
‘’ Amca, burası müsait mi? Oturabilir miyiz? ‘’ dedim.
Başıyla ve eliyle senkronize bir şekilde onayladı. Ben, amcanın yanına Murat da karşımıza oturdu. Muhsin’miş amcanın adı. Ne iş yaptığımızı falan sordu, sohbet muhabbet derken elini cebine götürdü:
-Gençler, sizi sevdim. Mademki patronunuz size böyle bir şey söylemiş alın bunu, diyerek bir kumanda uzattı.
-Bu nedir amca?
-Bu, paralel evrenler arası geçiş kumandası.
-Nasıl yani?
-Bununla herhangi bir paralel evrene geçip orada bir kaç saat kaldıktan sonra geri döneceksiniz.
-Amca, paralel evren nedir?
-Şu an yaşadığımız evrenin, sonsuz seçenekli farklı farklı boyutları var. Ve evet, gerçekten varlar.
-Eee, biz ne yapacağız bunu?
-O evrenlerin görüntüsünü çekip, hem bana hem de diğer insanlara izletebilirsiniz. Daha önce böyle bir haber yapıldığını zannetmiyorum..
-Sen niye gitmiyorsun amca?
-Yaşlandım artık, bu kadar heyecan bana fazla geliyor.
Kumandayı aldık ama Murat :
-Amca, peki kesin geri dönebilecek miyiz?
-Tabiki evladım, bu bir ‘Yo-Yo’ şeklinde tasarlandı. Gidiyorsun ve seni geri çekiyor.
-Eyvallah, diyerek çıktık yanından. Murat ile şüphelerimiz vardı. Yani dalga mı geçiyor acaba, diye düşünmedik değil. Merakımıza yenik düştük, elimizde kamera ve mikrofonla bastık düğmeye. Bir portal açıldı; beyaz desen beyaz değil, gri hiç değil. İkimiz, birden içeri atladık. Çıktığımızda aynı sokaktaydık.
-Bu ne olum sokak aynı sokak?
Amcayı bulup bizle dalga geçtiği için güzelce azarlamak için börekçiye geri döndük ve asıl şoku o zaman yaşadık. Herkes çıplaktı. Birden bütün gözler bize döndü. Yani nasıl anlatayım size.. Hani, kendi evrenimizde mini etekli taş gibi bir hatun geçer ve bütün gözler ona kilitlenir ya; aynı o durumdaydık. Bize çevrilen gözler, daha çok ayıplar gibiydi. Murat’a baktım, ağzından salyalar akıyor pezevengin. Tabi, tam onluk ortam! Hemen soyunduk, eşyalarımızı bir poşete koyup gezinmeye başladık. Murat’a kamerayı açmasını söyledim ve karşısına geçtim :
-Evet sevgili izleyicilerimiz, şu an ilk paralel evren gezimizdeyiz. Bu evrendeki herkes çıplak. Giyinmek yok ve bu görüntüleri maalesef size sansürlü izleteceğiz. İşte bir sanat galerisi.. Hadi içeri girelim.
İçeride tablolara baktığımızda daha bir şaşırdık. Çünkü tablolardaki insanların yüzünü çizmemiş ressam ama tablolardaki insanlar giyinik. Ressamı bulup bir kısa sohbet gerçekleştiriyoruz :
-Merhaba sizi tanıyabilir miyiz?
-Merhaba ben Mahsun Art.
-Resimlerdeki insanlar neden giyinik ve neden yüzlerini çizilmemiş ?
-Çünkü, bu pozları veren insanlar yüzlerini gizlememi istedi. Biliyorsunuz ki, böyle giyinik insanları kimse sevmez. Yani toplum, barındırmak istemiyor onları.
-Peki neden çıplaklık? Yani insanlar neden çıplak geziyor ? Bu konuda kısa bir hatırlatma yapar mısınız?
-Tabiki de Adem ile Havva’ya duyulan saygı. Herkes onlar gibi geziyorlardı bir zamanlar ama artık yaprak bile çok gelmeye başladı insanlara.
İlginç gerçekten. Dışarı çıktık, gezimize devam ediyoruz. Ara sokakta, izbe bir köşede giyim mağazası buluyoruz. Hemen içeri gidip selam verdikten sonra :
-Nasıl gidiyor satışlar?
-Yeni açtık dükkanı ama çok iyi gidiyor. Böyle erotik şeyleri herkes almıyor tabi. Evde fantezi seven insanların uğrak noktası olduk.
-Nasıl yani, burası nasıl seks shop olabilir? Sadece kazak, mont, pantolon satıyorsunuz.
-Evet, bu sizce de fazlasıyla tahrik edici değil mi?
Değil ulan değil! Evet sevgili seyirciler, bu paralel evrenin en ilginç yanlarından biri de herkesin görsel ikizinin olması. Mesela her gün börek aldığımız Mahmut abi.. Adama karşı bir saygı oluştu içimizde. Ve onun için yanıp tutuştuğum Leyla; memeleri küçücük. Bu Leyla, bizim evrende hep destekli sütyen takıyor demekki sevgili izleyiciler..
Bir ses yankılandı kulağımızda ve bizi kendine çeken bir şey hissettik. Işık bizi çekti ve kendi evrenimize geldik. Gece olmuştu. Telefondan saate baktık, 02:45 olmuştu. Bize kartını veren Muhsin amcaya gidip, görüntüleri izlettik önce; çok sevindi ve bizi bu konuda uyarmadığını hatırladı. Gittiğimiz evrene göre saatler değişebilir. Yani diğer evrenlerdeki on dakikamız, kendi evrenimizde bir kaç gün bile sürebilirmiş. Tabi patron da mutlu oldu. İlk deneyimimiz bu kadar sevgili okur.En kısa sürede yeni paralel evrenlerde görüşmek üzere, hoşça kalın..
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!
Paralel Evren.. Bayılırım!