Sakin 3. Bölüm
” Tuzak kurmak, pislikle uğraşmak gibidir.
Ellerinizi yıkasanız da koku, bir süre havada kalır.
O koku da nasılsa ortaya çıkar… ”
Gözlerindeki acı ve kulağında çınlayan telefon zili ile doğruldu, –neredeyse– sızıp kaldığı kanepeden. Yatarken çıkarmadığı için canını yakan ve metal kordonun iz yaptığı bileğini çevirip, gevşek saatine baktı. İşaret ve başparmağı ile gözlerini ovalayıp, henüz kendine gelen bilinci ile odayı hızlıca tarayıp önceki geceyi anımsadı. Hatta önceki geceleri. Aylardır bu şekilde uyuyup, bu şekilde uyanıyordu. Kalkmadan, uzanıp sehpa üzerindeki sofrada dağılmış kadehini ve devrilmiş şişeyi düzeltti. Akşamdan kalmış yarım bardak suyu yüzüne vurup, kafasını salladı. Biraz daha iyiydi artık. Birden kulaklarındaki işkenceyi fark edip telefonuna uzandığında, ses kesildi; yetişemediği bir arama daha… Kalkıp, sarsak adımlarla banyoya gitti. Kazanın vanasını açıp içerisine su dolmaya başlamadan evvel, birkaç parça odun atıp sobayı tutuşturdu. Banyo kazanının sıcaklığı içeriye dolarken, yırtarcasına kıyafetlerinden kurtuldu. Tam tabureyi çekip oturduğunda yakaladı –bu kez- yalnızlık hissi. Ahsen’in artık ölü olduğu ve o banyodayken çapkın adımlarla yanına sokulmayacağı gerçeği. Maşrapa ile ilk suyu dökerken, hem Ahsen’in yokluğuna hem de haddinden fazla ısınmış olan suya küfretti.
Banyodan çıkıp üzerini giyinirken bir sigara yaktı. Telefonun altındaki defterden temizlikçi kadıncağızın numarasını ararken de kül tablasına bıraktı. Konuşma, Sakin’in kısa cümleleri ile bittiğinde, sigarasını kül tablasına basıp çıktı evden. Anahtarı, her zamanki yerine –saksının altına– bıraktı.
Saklandığı ev, bir zamanlar birlikte dolaştıkları –avlandıkları– eski bir dostunun eviydi. Sakin, tüm İstanbul’u karış karış ararken, buraya bakmayacaktı elbette. Zaten kimse de bilmiyordu bu evi; en azından Jilet, öyle sanıyordu. Dar kot pantolonunu giydi, beyaz ve yeşil renkteki spor ayakkabılarını ayağına geçirip, sokağı kolaçan ederek çıktı evden; onu bekleyen arabaya binmek üzere. Omar’ın adamı Serdar, onu eliyle koymuş gibi bulmuşsa Sakin de pek ala bulabilirdi. Serdar, ona bir iş vereceklerini söylemişti ve saklanmaktan bıkan Jilet, bu teklifi havada kapmıştı.Bu sabah buluşmak ve işi almak üzere onu almaya gelen Omar’ın adamlarının yanında Sakin ya da herhangi birisi, ona dokunamazdı. Zira Omar, İstanbul’da neredeyse karanlık bir tanrı gibi olduğundan, o istemedikçe bırak ona dokunmayı, kimse Jilet’i göremezdi bile. Dar gömleği ve ufaktan eskimiş kot montu ile arabaya bindiğinde arabadaki ifadesiz suratlı adamların dünyasından çok, diskolarda pistin tozunu attıran hippiler gibi hissetti kendisini. Kaldı ki Jilet, zaten diskolarda avlanırdı ve cidden iyi dans ederdi. İyi dans eden birinin –özellikle Sakin gibi- tehlikeli adamların mevkilerine göz dikmesi, kimsenin beklemediği bir şey olduğundan kolay yükselmiş; aranan bir tetikçi ve cazip bir maşa oluvermişti.
‘’Önce Sakin’i alt ederim, nasılsa gerisi gelir ve o nam kendiliğinden yürür.’’
Tüm planı, buydu işte. Bu yüzden Ahsen mi ne, o orospuyu öldürmüş, Sakin’i yerle bir etmişti. Ama planında olmayan şey, Sakin’in bu kadar çabuk toparlanıp peşine düşmesiydi. Omar ile iş birliği, bu yüzden önemli idi. Onun güvenini kazanırsa, değil Sakin, gökten Azrail gelse alamazdı onun canını.
Otomobil kaldırıma yanaşırken Serdar, iskemlesinden kalkıp bahçe kapısında bekleyen adamlarına işaret verdi. Açılan kapılardan inen diğer adamlarının arasında Jilet görününce, Omar’a baktı:
-Serdar, sen anlat şuna. Bu amına koyduğumun hippisi ile muhatap etme beni!
-Abi bırak elini öpsün, sonra sen konuşmazsın dilersen. Ben konuşurum tabii ki.
-İğrenç ağzının elime değmesi, neden önemli ki bu kadar?
-Abi, ‘İstanbul’un en önemli polisini öldür.’ diyeceğiz. Bırak, seni arkasında zannetsin.
Konuşmaları, Jilet’in çay bahçesinin içerisine girmesi ile kesilince Omar, elini uzattı. Büyük bir saygı ve eziklikle eğilip öptü, Jilet. Tiksinme ile karışık, küçümseyen bakışlarını o görmeden Serdar’a çevirdi Omar:
-Serdar, sana işi detayları ile anlatacak. Artık bana çalışıyorsun Jilet.
-Emredersin abi.
-Otur bakalım. (elini rast gele kaldırdı Serdar) Oğlum bira getirin Jilet’e, bana da bir çay.
Koşuşturan adamların itaatine hayretle baktı Jilet, arkalarından. O arada Serdar, konuya girdi zaten. Son zamanlarda gece hayatında iş yapan kim varsa peşine düşen ve çoğunu içeri tıkan İhsan başkomiserin kellesini istiyordu, o anlatırken konuşmadan uzaklara bakan Omar. Bu akşam nerede olacağını bile söylediklerine göre, hemen bu işi bitirmek zorundaydı. Kendi kendine ‘ne kadar çabuk o kadar iyi’ diye düşündü, uzatılan zarfı alıp cebine sokarken. İş bittikten sonra geri kalanını alacaktı zarftaki paranın. Koskoca Omar Yasin’in verdiği parayı, onun yanında sayacak kadar canına susamadığından ve zaten onların da böyle bir kurnazlığa tenezzül etmeyeceğinden bakmamıştı bile zarfın içine. Masanın üzerindeki fotoğrafa ve adrese bakıp onları da cebine tıktı:
-Nasıl olsun peki? Yani sessizce mi, ibretlik mi?
-Yarın gazetelerde bu ölüm haberini okuyan hiçbir polis, cesaret edemesin İhsan’ın giriştiği işlere, yeterli. Yakalanmamaya bak. Bu önemli. Lazımsın daha bize.
-Yok, beni kimse yakalayamaz da Serdar, alnının ortasından çakıyorum o zaman kurşunu.
-Bizim için sakıncası yok. Kaybol şimdi!
İkinci bir uyarı beklemeden fırladı ve Omar’ın eline uzandı. Kafasını bile çevirmeden elini uzatan Omar, Jilet gidince Serdar’ın gülümseyen yüzüne baktı:
-Hızlandırmak iyi mi oldu dersin abi?
-Güzel oldu, dua et de her şey yolunda gitsin Serdar. Sakin Jilet’in, Jilet İhsan’ın, İhsan Sakin’in peşinde. Bu akşam İhsan’dan kurtulalım da, Jilet mi sağ kalır Sakin mi; bizi ilgilendirmez. Hele bir polisten kurtulalım, elimiz boşa çıksın, kalanı da biz öldürürüz.
-Birini yollayayım mı?
-Ne için?
-Kalanı temizlesin.
-Acele etme, önce kimin kalacağını görelim. Açığa çıkma riskini almayalım. Bakarsın bu salak beceremez, boşu boşuna İhsan’ın dikkatini çekmeyelim.
-Haklısın abi.
Elindeki adrese ve sokağın başındaki tabelaya bakarak emin oldu Sakin, doğru yere geldiğinden. Ama içinde onu huzursuz eden ve göğsüne oturan sıkıntıdan da kurtulamıyordu. Bu yüzden yolunu değiştirip bir iki arka sokaktan yürümeye karar verdi. Kapıları süpüren ve akşam temizliklerini yapan kapıcıların kaba kahkahaları ile süsledikleri muhabbetlerinin arasında yürürken, sokağın ilerisinde park etmiş plakasız bir araç dikkatini çekti ve içerisinde karanlıkta oturanlar. Karşıdan gelen başka bir arabanın ışığı sayesinde içinde en az üç kişi olduğunu anladığı arabaya yaklaşırken, kapıcılardan birinin bahçe demirlerine bıraktığı kasketi alıp kafasına geçirdi. Boynunu omuzlarına gömüp yavaşladı yanlarından geçerken ve İhsan başkomiseri hemen tanıdı. Göz göze gelmemeye dikkat ederek ve arkasına bakmadan uzaklaşırken içerisindeki sıkıntı, biraz hafifledi. Tuzak! Bunları düşünürken birden kot montlu birisi yoluna çıktı ve az kalsın çarpışacaklarken adam, kendini çevik bir hareketle yana atıp birazdan dönmeyi planladığı sokağa girip kayboldu. Ona bu tuzağı kurabilecek ve başkomiser İhsan’ın kucağına atabilecek kadar ileri gidebilecek sadece bir kişi vardı: Jilet…
Baş komiser İhsan ve üç memurunun hararetli hararetli bir şeyler konuştuklarını sandığı araca bir daha baktı saklandığı köşeden. Belinden silahını çıkarıp namluyu kontrol etti ve yüksek bahçe duvarlarına neredeyse yapışarak araca doğru ilerlemeye başladı. Kot montunun altına sakladığı silahını kimseye göstermeden sokağın karşısına geçerken kasketli bir adamla çarpışmaktan son anda kurtuldu. Adamın suratına bile bakmadan diğer sokağın girişine attı kendini. Aslında planı, arabaya yaklaşıp camından içeri mermiyi basıp uzaklaşmaktı ama hem kapıların önünden birbirlerine bağıra bağıra sohbet eden kapıcılar, hem de az evvel çarpıştığı adam buna engel olmuştu. Hava zaten kararmıştı. Birazdan İhsan ve arkadaşları arabadan inerler, o da başka bir köşede onun kafasına sıkar ve uzaklaşırdı. Montunun altına sakladığı silahı, rahatça çıkarıp beline sokmak üzereyken bir el yapıştı bileğine.
Saatini kontrol edip Arman ve Rüveyda’ya baktı yeniden. Arka koltukta Rüveyda’nın yanında oturan Faruk ile de göz göze geldi. Son detayları konuşmak üzere ağzını açmıştı ki, o anda duydular peş peşe patlayan silahın sesini. İlk şaşkınlıkla bakakalmışlarken önce İhsan fırladı, açtığı kapıdan dışarı. Şoför koltuğundaki Arman ve diğerleri de onu takip etti, seslerin geldiğini tahmin ettiği yöne doğru koşarken. Karanlık sokakta birbirlerinin ardı sıra köşeyi dönerlerken gördü cesedi, İhsan. Boynundan, kafasından ve göğsünden altı kere vurulduğunu ise yaklaştıklarında anladılar. Arman ve Rüveyda hemen çevreye dağıldılar, Faruk ise ambulans ve destek istemek için arabaya koştu. Elinde silahı ile etrafına çaresizce bakan İhsan başkomiser, eğilip adamın yüzükoyun cesedini çevirdiğinde elini ağzına kapattı. Jilet… Onu çevirirken altı patlar revolver de tıkırdadı, düştüğü kaldırımın üzerinde. Namlusundan hala dumanlar çıkan tabancanın katile mi yoksa Jilet’e mi ait olduğunu anlayamadı. Emin olmak için hızlıca ceplerini aradı. Kimliğine, arka cebindeki cüzdanın içinde bulduktan sonra bakabildi ancak montunun ceplerinden de bir zarf dolusu para, bu geceki operasyonun adresi ve kendi fotoğrafını görünce yaşadı, asıl şoku. Namlı tetikçi Jilet, İhsan başkomiser için, yani bizzat kendisi gelmişti anlaşılan. Etraflarına toplanan kalabalığı yarıp, yanına gelen Arman’ın başkomiserin elindekileri gördüğünde tüyleri diken diken oldu.
-Bu ne demek oluyor İhsan abi?
-Beni öldürmeye gelmiş Arman. Bu yüzden isimsiz bir ihbar almışız. Hepsi tuzakmış.
-Kimin tuzağı?
-Bilmiyorum ve diğer bir soru, Jilet’i kim öldürdü?
Az evvel kendisine –neredeyse- çarpan adamın Jilet olduğunu anlaması, uzun sürmemişti Sakin’in. Eğer kafasını kaldırsa Jilet de onu tanıyacaktı ama kaldırmamıştı işte. Hemen peşine düşmüş, montuna sakladığı silahı çıkarıp beline sokarken de elinden alıp, silah boşa düşene kadar boşaltmıştı mermileri. Aslında İhsan başkomiser, bu kadar yakında olmasa Jilet’in bu kadar kolay ölmesine izin vermezdi ama kendiliğinden gelişen bu infaz da işini görmüştü sonuçta. Ahsen’in katilini öldürmek yetmezdi elbette ama şu an daha iyisi olamazdı. Silahı cesedin üzerine atarken uzaklaşmak istediyse de bir apartman boşluğuna dalmış, sonra da toplanan meraklı kalabalığın içine karışmıştı. Memur ile konuşan İhsan’ın sözlerini de bu sırada duydu. Bir tuzak vardı ortada ama ne Jilet ne de İhsan başkomiser değildi, bunu planlayan. Kararan ve soğuyan havanın da yardımıyla ceketinin yakalarını kaldırıp, kasketi alnına indirdi ve bir sokağa dalıp kayboldu.
Tuzak kurmak, pislikle uğraşmak gibidir. Ellerinizi yıkasanız da koku, bir süre havada kalır. O koku da nasılsa ortaya çıkar…
3. Bölümün Sonu…
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!