Sensin
Sen
Büründüğün iklimde kanıyorsun,
Gözlerinden sızan şu siyah ton, rimelinin izi değil
İzi yok evet, dudağının kenarında bekleşen gülmelerin.
Parmaklarına yakışan o telkâri yüzükleri,
Hangi kırık sandığa kaldırdın?
Aşkta genç, şarkılarda geçkinsin. –bilmiyor muydun?-
Bir oğlana tutulmuşsun.
Öyleymiş!
Hep tutulurdun gerçi.
Bir söze, bir susuşa, aldanmaya, aldatmaya tutulurdun.
Eski Türkçeli dosyalarda geçen şaşkın saatlerindi, düştüğün.
Geceyse, çok içersen, saçlarını dökerdin, kırılırdı tırnakların.
Bir lojman griliğinde, ağır aksak günlerin
Ellerini yıkıyordun.
Ben gördüm.
Ben gördüm, yüreğini çuvaldıza bastırırken.
Şaşkın bir neşeydi gece, incecik dudaklarında.
–gece miydi, sabah mıydı çok içmiştik, o yanımdayken, gölgesi geçip gitmişti
dünyanın kıyısından.-
Sensin.
Çok yürüyorsun bugünlerde.
Yürümek, kimi zaman
Uzun, upuzun bulvarlarda ve çarşılarda
İnsanın kendini adımlamasıdır.
Fi tarihinden bir yalvaç söylemiş,
Yahut ben uydurdum ne önemi var?
Önemli olan değil mi ki;
Adımlanması, bir sorular yumağının?
Usulca yanan ve ayazda kalmış bir ateşi karıştırmak yani.
Tökezlenen her taş ucunda, keşkelerin çemberi kırılır çünkü.
Şimdi
Lacivert hüzünler eğiriyorsun yalnızlıklarına, biliyorum.
Bir sahil kasabası dikiyorsun üzerine,
Belki Ege’de, belki de Akdeniz’de.
Yalnız sana değil, hiç kimseye öğütleyemem
Uzun çöllerde susuzluğu ve içini dolduran anason kokusunu,
Yani aşka çaresizliğimizi…
Sanıyor musun dinlenilen her şarkı söylenebilir-miş?
Duyulan her aşk sözcüğü doğru mudur?
Her aşkın rüzgarı kendi ikliminde eser, bunu bilmiyor muydun?
Anlıyorum kırgın ve kızgınsın işleyen saatlere, kendini bir bir döken takvime.
Olmaz düşleri taşıyan bir nehirdin
Sana söylemedim bunu
Söylemedim, sustum.
Biliyorum, görüyorum, susuyorum
Şayet bir gölgeye karışmazsa gölgen
Yarın yeni bir aşka asacaksın kendini.
Bunu da biliyorum…
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!