Sıkıntının kabuğunu esnetmek, bir iç boğuntuyu bastırmak ve en azından yalnızlığıma hava aldırmak adına kendimi şehrin kirli gürültüsüne karıştırıyorum bazen. Mevsimlerden hangisi, günlerden ne olduğu fark etmiyor benim için. Yaşamak ağrısı ve göğsümde sessiz bir ağıt gibi asılı sıkıntıyı bastırmak ancak yürümekle aşılır zannediyorum. Her adımda bir keşkenin çemberine çomak soktuğum hissine kapılıyorum.Yürürken insanlara bakıyor, izliyor ve onların inceliksiz, kirli ve sırıtkan bir akışkanlıkla kurulan cümlesizlikleri arasından geçiyorum.İnsanlar doğanın uyumlu senfonisine inat kalın bi çizgi çekiyorlar doğayla aralarına – bunu farkediyorum – kaba çoğulluğun içinden geçerken incelikli şeylerin naif sessizliğini düşünüyorum; bunu seviyorum.
Yürürken, beton blokların, insan kalabalığının ve araç homurtularının arasında sıkışmış doğaya dalıyorum. Doğa, dağılmış bütünlüğünün ve daralmış yaşam alanın içerisinde bile bir yaşamak türküsünü inatla, bağırmadan, usul usul söyleyegeliyor. Kediler kediliğin umursamaz havalarında, ağaçlar toprağa olabildiğince kök salmak ve gökyüzüne kollarını uzatmak derdindeler. Kuşlar masmavi bir atlasın kanatları olan bulutlarla oynaşmak ve mevsimleri koşmak gayretindeler. Çiçekler ah o yüreğimizi renkleriyle ırgalayan, binbir türlü duygumuza el veren şahaneler. Onlar da kendi kokularını sürünüp renklerini sessiz sedasız oradan oraya taşıyıp duruyorlar. Tek derdi var doğa da nefes alıp veren herşeyin. Toprağın, gökyüzünün ve suyun özümsenmesi ve bu özümsenmenin karşılığında doğaya mutlak surette bir armağanlarının olması kah rengini kanından sürüp yaprağına taşıyarak, kah bulutlarla oynaşarak ya da doğanın sırnaşık çocukları olan kediler gibi her bir şeylere sürtünerek.
Doğa ve üzerinde yaşayan canlıların özümsediği şey (biz insanlar hariç) , toprağın doğurganlığı, suyun varlığı ve gökyüzünün sonsuzluğudur. Bir yaşam uğraşı onların ki, iz bırakma telaşı. Toprağa tohum, gökyüzüne kanatlarıyla bir çığlık resmi çizme derdi. Doğanın canlıları bunca yaşama telaşıyla meşgulken, biz insanlar sıkılmaya bunca vakti nereden buluyoruz diye düşünüyorum. İnsan evlatları hariç tüm canlılar yaşadığı iklimin rengini bürünür ve mevsimsel şarkılar söylerken, oysa biz suni sıkıntılar ve şımarık dertler yaratıyoruz kendimize. Elbet insanın soluğunu tıkayan yine insandan kaynaklı acılarımız var ve durmadan da oluyor.( O konu başka bir lisanı ve yazıyı gerektiriyor.) İnsanlığın taa mağara dönemlerine kadar gidiyor düşüncelerim. Kalbimle ve bilincimle hatta her yerlerimle sorunun cevabını biliyorum fakat, bir motor sesiyle irkiliyorum. (düşünmekten de vazgeçiyorum)
Yeniden, biz insanlar diyorum, bunca sıkılmaya türlü meşgaleler bulurken, kimse kimsenin yarasından haberdar değilken üzerimize biçimlenen sıkıntı ve dertlerle boğuşup duruyoruz. Herkes sığındığı bir gölgenin ardından sesleniyor birbirine. Ve ne kadar çok kalabalığa sokulunursa o kadar güvende olacağını zannediyor insanlar. Oysa, ben ya da biz gibi bir avuç insanı kalabalık ve kalabalığın kaba homurtuları ürkütüp incitiyor. Sığınmak diyoruz birkaç güzel ve incelikli şeye. Dostlara, sevilere ve kalbimizin taze kalmaya çabalayan teleklerine sığınmak. Kitaplara, müziğe, yaşam çabamızın inceltici devinimi olan şiire ve insanoğlunun merhametinin köşe taşı hüzne sığınmak. Uzunca sustuktan ve kısa adımlarla yürüyorken, kendimize varıyoruz sonra.
Bunca kaba gürültünün arasında bütün bunları düşünebilmeyi başarısız bir başarı sayıyorum.
Ve sonra;
Sıkıntının kabuğuna sarınıp, yalnızlığıma geri dönüyorum..
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!
Düz yazı sıkıcılığında da değil şiir ağırlığında da değil. Ama bir şairin kaleminden çıktığı çok belli olan ritmik ve akışkan bir yazı. Şahane.
(bakıyor, izliyor ve diğer tertemiz ve sırıtkan bir akışkanlıkla kurulan cümlelerin arasından akıp geçmeyi bekliyoruz)
Değerli yorumun için teşekkür ederim güzel dost..