VEDA
‘Yakamda bir kırmızı karanfil gibi taşıyacağım bu vedayı.
Zira gören, bu ayrılıkla tanısın beni…
Radyodaki eski bir şarkı gibi geçiyor gölgen, son kavgamızdan kalma kahve lekesinin Rorschach’ının üzerinden. Ve baktıkça sarılan aşıklar görüyorum, o lekeye. Her zamanki koltuğumda oturmuşum, valizini toplamanı bekliyorum. Ne kadar oldu sen kapıyı çarpıp odamıza kendini kilitleyeli ? Valizin açılan fermuarını duyalı mesela? Hani türkü olsa Neşet Ertaş söze başlamamıştı henüz. Burada, koltuğumda oturmuşum, ağzımdan çıkan her şeyin kalbime batışının kanamasını hissediyorum. Yazı kalıyor belki ama söz uçmuyor ve yaydan çıkan ok dönmezse de ağızdan çıkan söz pekala geri dönüyor, ok olup…
Bir yaprak, sonra bir yaprak daha
Sonbahar dediğin, hayatın kışa soyunması zaten…
Damağımda paslı tadı, seni seviyorum ’larımın. Demir bilye. Yutulmuyor, yutsam sindiremeyeceğim biliyorum. Çıkarsam öyle ulu orta, yakışmayacak kulağına; dudağıma artık, onun da farkındayım. İçimde dolanan bu rüzgar, hangi mevsimin? Soğuk! Ve uğultusu kulaklarımda, ağzını açıp gitme dememenin. Ne güzeldi bir kahve fincanı ile kapıma gelip, kahve soruşun. Ben aşk dilenirken yürüdüğün sokaktan, bastığın kaldırımdan. Az evvel o fincanı süpürdün, yerden. İçimde ne varsa bize dair, silip süpürdüğün gibi…
Ne ağır imtihandır yabancılık bundan sonra
Sen olup, ben olup, biz olamayacak olmak
Omzum, seni durduramamanın ağırlığından düşük. Sürükleniyorum peşinden, peşinde olduğumu bilmeden sen. Tıkırdarken taşların üzerinde valizinin tekerliği, topukların, geri kalan her şeyin sessizliği kulaklarımdan akıyor. Siyah beyaz bir katliam arefesi bu ve kırmızı paltonla sen manzarasındayım, yürüyorum. Elimde upuzun Schindler’in Listesi. En çok üzüldüğüm ama izlemeye doyamadığım…
Sesim de güzeldir bilirsin ki en çok sen beğenirdin, sana şiir okuduğum zamanlardan. Fakat çıkmıyor sindiği köşeden, korkudan belki işe yaramazsa. Sana gitme diyebilmek için vermiş Tanrı, insana konuşmak lütfunu ve benim ilk anne deyişim bile bu geceye hazırlıkmış, şimdi anlıyorum. Gel gör ki korkak gırtlağımda çırpınan harfler bu gece. Hani gitme desem ve gitmesen, yine kıracağım bir türlü içine sığamadığım kalbini. Bana da yazık… En çok sana!
Ne oldu çıkmaz sokaklarına, kalabalığına bu kentin?
Ne tarafa kaybolsam, sende buluyorum kendimi…
Elimde cam kenarı bir ayrılığın bileti. Sırtımda soğuğu, yanında öylece duruşunun. Durduracaksın sandım bir an karşımda belirince, gitme diyeceksin, tutup elimden evimize döneceğiz ve kahve lekesi sileceğim duvardan. İçimden seviyorum seni, nasıl affetmem repliğimi prova ederken izledim suskunluğunu. Sonra aktı gözlerinden seni seviyorum’un. Yanaklarından süzülmeye başladı sonra. Ayak ucuma düşen vedanı ise kim bilir kim ezip geçecek birazdan?
Gözyaşını elimle silişim, sana değil, kendime kıyamadığımdan. Çünkü sen arkanı dönünce öpeceğim, öpemediğim yanakların yerine gözyaşılarını. Cebimde çöpten aldığım fincanın birkaç parçası, elimde tuzun… elveda aşkım!
Güle güle dedi kadın
Sen bakarken söz dedi adam…
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!
Siyah beyaz bir katliam arefesi bu ve kırmızı paltonla sen manzarasındayım, yürüyorum. Elimde upuzun Schindler’in Listesi. En çok üzüldüğüm ama izlemeye doyamadığım… 👏👏👏👏
ne güzel ne ağır filmdir…. ve nasıl yer etmiş bende…