[youtube url=”https://youtu.be/bag-4b-cybs” autoplay=”1″ hd=”1″]
YALNIZLIK ÜZERİNE BİRKAÇ CÜMLE
Önümden geçen yol tıkandı, çevremdeki bahçeler daraldı, içimde yaşayan insanlar azaldı: Yalnızlaştım
Oruç Aruoba
Farkında olmadan kamburlaşıyorum yürürken. Çünkü kaplumbağalar gibi sırtımda, tek başınalığım. Başımda kefiye ile zamanı boğazlıyorum, şu berideki sokakta. Ben kendim olarak, daima erken gitmişimdir randevulara. (randevu da nerden çıktı demeyin şimdi) Yani ellerimi ceplerimde oyalarım beklemekten. Evet yalnızdım doğrudur, şahittir ağlamaktan emekli bir kadın. Hem ne o öyle iki kişilik kalabalıklar, sarışmalar felan. Belki tembel, tekir bir kediydim. Ayrıca aşkın içinden geçen yolun karşısındaki bankta uyuyakalmıştım. (Olamaz mı?) Bir devenin hörgücüydüm, bir çölün kimsesiz rüzgarını taşırdım. Gökyüzünün mavimsi yalnızlıklarında tek bir, tek yıldıza takılı kalırdım.
Kim bilir nasıl yalnızdım? Kibritsiz bir cıgara, kuşsuz bir gökyüzüydüm. Nasıl mı? Ellerim yapyalnız kendi etimde terliyordur, iki kadeh tek içen oluyordur mesela. Berberden aceleyle çıkılmıyor, çiçekçinin önünden kuru bir selamla geçiliyordur yalnızca. Ceket cebinde kolalı bir mendil durmuyor. (ayrıca mendil taşımayı sevmem pek) Sahaflara ve bit pazarlarına gidiliyordur izinli günlerde. Sarışın bir çocuk, vitrinlerde umutsuz şiirler yakıştırıyordur üzerime. (eksik olmasın, çoğunluk yalnızlık şiirleridir yakıştırdığı)
Kalabalık ormanları düşünüyorum ara sıra. Sonra avluya gölgesi düşen tek başına, bir zerdali ağacına gözüm takılıyor. Gölgesi bile ne çok çiçek çiziyor avluya. İkindileri sokağa düşüyorum paldır küldür. Zakkumların kenarından geçiyor, parmaklarımı hissiz rakamlarla oyalıyorum. Anımsanması gerekenleri köşe başlarında terk ediyorum. (çok bir şey de yok öyle anımsanacak ya neyse) Parkların kuytu banklarına oturuyorum akşamüstleri. (geceye kalmam pek) Karbonatlı çay satan kahvehanelerde yüzüme esmer bir ton seçiyorum. İçkiyi aramıyorum pek.(ilginç değil mi?) Göz ucuyla bakıyorum, aydınlık bir sabah gibi gülen kadınların gamzelerine. Denk gelirse çocukları saçlarından öpüyorum.
Ucuz sigaralar içiyorum paket paket, gazetelerden çabuk sıkılıyor, magazin sayfalarına uğramıyorum bile. Kim kimi öptü uluorta yerde, ilgilenmiyorum. Yetimliğim düşüyor oğullu bir düş öncesi, biraz da uzaktan öksüzlüğüm. Dostlara uğramaktan, her seferinde vazgeçiyorum. Uğrasam yalnızlığıma, kör oluyorum. Sonra, sıcak öğle üstleri içimin serin mağarasına çekiliyorum; her gece yalnızlığımın kadınlarını seviyorum. (kimselersiz) Bazen öyle şaşkınlaşıyor ki ellerim, dağınık sözlerimi, eskiciye yok pahasına satıveriyorum.
Sonra dullar sokağına bir oğlan dadanıyor. Bir ah ediyor deniz kuşu. Utanıyorum gözümün çıplaklığından. Uzun süren yalnızlıkların yazısı da uzak olmalı diye, ‘kulağıma küpe olsun’a yelteniyorum. Unutmuşum! Şiddetle mutaassıptır bizim buralar. Hem yakışır mı yalnızlığı meslek edinen bir adama küpe takmak. Yeltenmekten vazgeçiyorum. Birden kendimi kalabalık insanların ağzına ökenirken buluyorum. (hiç huyum değildir oysa)Çarşıya indiğimde parke taşlarını sayıyorum. Beş, on, seksen, dokuz yüz yetmiş sekiz, ne zaman doğduğumu unutuveriyorum. Bin yaşında bir kestane bile daha eğlenceli geliyor kendimden. (garipsemeyin teşbihimi)
Merak ettiyseniz söyleyeyim. Yok! Yalnızlık düşündürmüyor adama intiharı. Ben bir tek Erzincan tugayında düşündüydüm o şeyi. Çocuk gibi bir şeydim o zaman. Çünkü, kafa kağıdım dört yaş büyütülmüş ; bilmem ki neden. Çok üşümüştüm ama çok, bakışlarım bile buz tutmuştu yani o kadar. Mesela ben hiçbir kediyi yalnızlığıma ortak etmedim. Kanaryaların hüzün sarısı kanatlarını da sokmadım eşikten içeri. Dalgaların çarpı çarpıverdiği bir iskelesi de yoktu kentin. Nehir vardı nehir, o da rutubetli akardı. Anlayacağın yalnızlığın tadı bile çıkmazdı. Ve ben o eski bahçemize giderdim , koyu esmer tenli bir dededen kalan. (tek bir resimden ve de kısaltılmış anılardan anımsıyorum) Söktürünce portakal ağaçlarını rahmetsiz amcam, içince mafya olan amcam hani. Sanki çocuksu yalnızlıklarımı söktürmüştü mendebur.
Nereye gitsem renkli bir topaç gibi dönüyor etrafımda yalnızlık. Üstelik bu ikinci el bir yalnızlıktı. Belki de babamdan kalmaydı üzerime uydurulan. Uyduruk tekerlemeler bilirdik ya eskiden, işte onlardan. Ben çocukken misal, eli yüzü yağlı küçücük bir çıraktım. Öğle paydoslarında, bir sinema önündeki kiralık çizgi romanlara sığınırdım. Yemek yemez, çizgilere doyamazdım. Bir keresinde bir roman atıvermiştim kocaman cebime, tezgahı kaldırım olan o yerden.Ne zaman o romanı karıştırsam, bir gelincik gölgesi düşüverir yanağıma.
Bir gün saçları uzunca saçaklı, aklı hep sevdada, yalnız bir kız sormuştu, ”aşk var mı?” diye. Bir yalnızın başka bir yalnıza sorabileceği en ayrıksı soruydu. O ara kapalı mekanlarda yasaklanmıştı çayın yanında sigara. Yoksa ben ağzımda gevelemeyip, deyiverecektim. Öğüt verir gibi öğretecektim ki; uzatmadım pek, yarım yamalak bir şeyler duydu saçlarının örttüğü kulaklarıyla. Geçenlerde duydum, hala saçlarını aşk gibi savuruyormuş. Ve yine tel teldökülüyormuş saçları yalnızlığından.
Yine bir gün (bitmedi şu bir günler, dediğinizi duydum) İstanbul kadar yorgun, Galata Kulesi gibi uzun saçlarıyla, gençten bir çocukla Fenerbahçe sahilinde, (çok sonra şarapla yıkamıştık saçlarını onun) ucuz şaraplı bol yalnızlı bir muhabbetin ortasında, ikimizin de içindeki yalnızlığı kaçıştıran darbukalarıyla geldiler kara kuru sabiler. Baktılar.Beklediler. Sonra bunlardan mangır çıkmaz, diyerek gittiler. Şayet yatırmasaydık cebimizdekileri son meteliğine kadar şaraba, marifetli kara kuru ellerinin hatırına alınlarından öpecek, yalnızlığımızı geri isteyecektik.
Hem bunca şikayet neden? Yalnızlıktan. Kalabalık olunca bir sürü ıvır zıvır doluyor plastik poşetlere. Ben kendim olarak yabani keşkeler büyütüyorum. Pencere önlerinde, balkonda, tek kişilik odamda hatta. Çayın içine bir tutam kimsesizlik ekliyorum ve mis gibi çekiyorum içime yalnızlığı. (burnum uzuyor yine yalan söylüyorum) Hiçbir şeyler, hiç kimseler yani onlar, kapı aralığında nöbette duranlar, karanlık perdeleri gölgeleyenler ve dahası tombul gevşek memelerini balkon demirinden sarkıtan, şüphe kumkumaları bile vazgeçiyorlar beklemekten. Onlar bile haberdar oldu demek, kimselerin gelmeyeceğinden. Gidip kalabalık yataklarına yalnız uyuyorlar sonra.
Aynalara konuşurken öğrendim. Size de öyle geldi sanırsam, burnum biraz büyük mü ne? (o koca burnumu niye soktuysam şimdi bu konuya) Simitli ve çaylı yalnızlık konulu toplantılarda, politik olmakla suçlanıyorum. Neymiş efendim çok içli dışlıymışım Hintlilerle.
Uzattıkça dağıtıyorum bu yazıyı. (farkındayım)
Mazur görün, uzattıkça kalabalıklaşacağımı sanıyorum….
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!
O galata kulesi gibi saçlar artık yok
Ama yalnızlığa devam
Öyle sizinkiler gibi daha iyi yenilgiler için denemelerle örülü
O incelmiş halleriyle değil sayın yazar
Bayağı bayağı en mekanik anlamıyla yalnızlık
Bu sebepten aranızda en rütbeli benim, biline
Yanlış olmasın, maksadım yalnızlık yarıştırmak değil
Ben benim yorgunluğu geçtim, yalnızlığın kendisi usandı
Ona mahcubiyetimden
🙂
Yeni şahaneler bekliyoruz
Rütben ve sen başımızın, gözümüzün üstündesin sayın yorumcu.. Saçlarının tekrar Galata Kulesi uzunluğuna gelme temennisiyle.. Sevgiler…