Gecenin biri, yine uykusuzum. Yalnızlığım, telvesi az kahvem, sönmeye yüz tutmuş sobam ve ben. Aklımda tuhaf sorular. Ben ne zaman doğdum? Nasıl büyüdüm? Acaba her çocuk gibi bisikletten düşmüş müydüm? Ya da belki de hiç bisikletim olmamıştır.
Dışarıda keskin bir ayaz var. Çocuklarım, çoktan uyudular. Sessizce öpüyorum. Mutlu kokularını kana kana içime çekerek.
Çok soğuk, kış uzun. Kovada kalan son kömüre, ‘’Ne olur bitme…“ dercesine yalvararak bakıyorum. Evin içinde amaçsızca dolanıyorum. Vestiyerde çocukların küçülmüş, yer yer erimiş montları… Çizmelerimi alıp, açılan tabanlarımı – onlarca kez yaptığım gibi – yine ve yeniden yapıştırıyorum. Yarın işe gideceğim.
Bir odun atıp, kuru fasulye koyuyorum sobanın üstüne. Gözlerim, soğuktan çatlamış ellerime takılıyor. Kanamış çatlaklar, ellerime düşmüş yıldırımlar gibi duruyor. Uyumak istiyorum, gözlerim uykusuzluktan acıyor. Aklımda, yarın ödemem gereken faturalar.
-Anneee! Yanımda yatsana.
Kızım… Rüyasında korktu sanırım. Önce oğlumu öpüyorum. Yanakları pembe pembe, gülümsüyor uykusunda. Gidip kızımın yanına kıvrılıyorum. Sarılıyor küçücük kollarıyla.
“ Şükürler olsun.” diyorum. “ Benden zengini yok.”
Uyuyoruz.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!
sıcacık.. 🙂