Geometrisi, siyahın tabasına kaçan o hırkamı giyemediğimden oldu tüm olanlar. Gözlerimden akan uykulara direndiğimden ve ekemediğimden aldığım tohumları. Lehçesi kırılmıştı Türkçe’nin, özünü sorguluyorken nice filologlar. Bir lodos aralığından doğruldum sigaramı yakmaya. Yapım eklerinin ötekileştirildiği dil bilgisi kitaplarına sinirlenmeye başladım sonra, zaten pek de diri sayılmazdı Türkçe öğretmenlerine duyduğum sevgi. Kahvenin soğuğunu döküp seramik bir nesneye, beynimin ağrıdığını hissediyorum birkaç adımla varmaya çalışırken balkon demirlerine. ‘’Avucumu kapatıyorum, herkes mum diksin.’’ cümlesine yetişemeyendim hep. Okul kapısının sararan macunlarını söküp, silgime eklemek gibi bir gerzekliği çalıp dururdu kulaklarım. Defter kaplarının parlak jelatinlerinden sökülürdü ”Neden buradayım?” lar. Şimdi sorgularken hayatı üryanlığın yirmi sekizinci boğumunda, kasıklarımı zıngıldatıyor kin. Dibine çekilmiş telve sinikliği ile selamlıyorum apartman girişini kolaçan eden Koca Kafa ve Fındık’ı. Saksıya ekemediğim buğday tohumlarını savuruyorum, elektrik tellerine sıralanmış kargalara. Karnımda bir sıcaklık. İlk kez regl olmuş bir kızıllık kusuyorum soğuk balkon taşlarına. Bodrumdan yükselen bir is kokusu sıvazlıyor sırtımı. Tansiyonu düşük ve karbonhidratı fazla bir menopoz kadar geçkin kılınıyor içim. Altındaki plastik beyaz sandalyeye yapışıyor kıçım.
Zeytin karasıyla resmetmişti gözlerimi tanrı. Psikozlarımın riyayı sayıkladığı yok ama sanrılarım artıyor sabaha domaldığında yıldız kümeleri. Azrail’den erken gelecek ölüm, kırbacı ile okşayacak göğüs kıllarını. Tahrikine kapılıp gidersem ansızın, sadece annem bağışlasın beni. Hele ki yeni dişlenmiş ölü topraklarını tattırıyorsa ruhunun, gerek duymaz yasımı tutanlar kefen ve tabuta. Yazılır bir mermere: ‘’ Özgürlük tarafından emildi ruhu, bir taşa asıldı cüssesi bir parça pamukla.‘’
‘’ güzlerimi aştı
yirmi yerinden bıçaklanan ölüme güzelleme
genzimi yakan bir tütün harmanında
ekseriyetle çaldı tüm liberal sevişmeler ‘’
Gecenin biri olan Perşembelerin birinde not found ile demlenmişti muhabbet. Tamamdırla tamamlananın, tamamda şüpheyi tetiklediği kanısına varmıştık üstelik. Ve yeryüzünde hiçbir kanı, bu kadar haklı değildi. Soğumuş çay bardağı, dalgınlıkla yutulan tortu ve Jean Paul Sartre. ”Kitap arası çakı yer misin?’’ e uzattığım merhaba tarafından süperlenmişti insanlığım ve siktir etmiştim çoktan fibromiyaljimi. Öksürüğümle kesiliyordu Bach’ın ‘Serenad’ ı. Bilincin özgürlüğe çektiği bıçak, ilk olarak İstiklal Caddesi’ni doğramış gibi konuşuyordu. Haklıydı da belki. Barbaros çocuğu olduğumdan, aklım ermiyordu metropol sevdalarına. Raksa devam ederse yağmur, Akdeniz’de yaşayan bir canlı türü olarak anılacaktı altı hecesiyle.
Sabaha üç varken istenmiş bir siyah beyaz portredir fahr, majüskül harfler kadar kahr eden.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!