Bu adı, daha önceden duymamıştım ve oldukça zengin olduğunu düşündüğüm kütüphanemde Ginsberg’e ait hiçbir şey yoktu. Ertesi gün kitapçımı ve birçok kitapçıyı gezmiş olmama karşın, Ginsberg’e ait hiçbir şey bulamadım. Ve sonunda Adam Yayınları’nın çıkarmış olduğu ‘Çağdaş Amerikan Şairler Antolojisi’ne ulaştım. Sayfaları telaşla karıştırıp, bu şairi aradım.
Irwin Allen Ginsberg, Amerikalı şair ve şavaş karşıtı. Beat Kuşağı‘nın en önemli şairi olarak tanınan Ginsberg, Columbia Üniversitesi’nde geçirdiği öğrencilik yıllarında Jack Kerouac, William S. Burroughs ve Neal Cassady ile tanışmıştır.
1980’lerin sonlarında Ginsberg’i ilk bu bilgilerle tanıdım ve onun ‘’Amerika, her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim’’ diye başlayan ‘Amerika’ adlı şiirini okudum ilk olarak. O gün bugündür vazgeçemediğim bir şairdir. Böylesine ilgimi çeken bu şairi, daha da yakından tanımak ve yaşam öyküsü hakkında bilgi edinmek için kitapçıları dolaşmaya başladım yeniden. Bende hep böyledir bu, sevdiğim şair ve yazarların yaşam öykülerine özel bir ilgi duyarım, hatta varsa özel mektuplarına kadar araştırırım. Ginsberg’le ilgili edindiğim bilgiler, beni hayli şaşırtıp bu olağanüstü şaire ilgimi şüphesiz artırdı. Ve Amerika’ya geldiğim ilk aylarda şairin New Jersey’de doğduğu eve, sonrasında da New York’un doğu yakasında öldüğü eve gidecektim…
1926’da New Jersey’de doğan Ginsberg’in utangaç ve karmaşık çocukluğu, Peterson’da geçti. Bütün çocukluk öyküsü, annesiyle ilgili tuhaf ve korkulu bölümlerle doludur. Annesi tehlikeli bir paranoyaktı. Bu özellikler haliyle Ginsberg’de de vardı ve hayatını, şiirini çok etkilemiştir. Walt Whitman’ın şiirlerini lise yıllarında keşfetti ve o yıllarda şiire merak sardı, hiçbir zaman da Whitman’dan etkilendiğini inkar etmediği gibi Whitman için ‘Kaliforniya’da Bir Supermarket’ adlı şiirini yazmıştır:
‘’Seninle ilgili neler geçiyor aklımdan, Walt Whitman,
baş ağrısıyla yürürken kenar mahallelerde ağaçların altından,
ürkekçe seyrederek dolunayı.
Açgözlü bitkinliğimle satın alacak imgeler aranırken neon’’
diye giden dizelerin sonlarında Whitman’a hayranlığını şöyle sürdürür:
‘’ Ah, sevgili atam benim, kır sakallı, yalnız ve yaşlı cesaret hocası. ‘’
Birçok şair ve yazar gibi, o da çok farklı işlerde çalıştı: Denizci, bulaşıkcı, kaynakçı ve gece bekçisi gibi. Fakat aylak olmayı tercih etti, daha çok. Şiirlerinde, bireyi ve bireyin iç hesaplaşmalarını yazdı. Toplumu ve kendisini sorguladı sürekli. ‘’Bir ülkenin kötü durumu yüzünden politikacıları suçlayamayız. Suçlu olan, şairlerdir. Çünkü politikacıların bir ülkenin durumu hakkında bilinçleri ve kapasiteleri yoktur ama şairlerin vardır.” derken şairliği nereye koyduğu açıktır.
Ancak babasının önerisiyle hukuk okumaya karar verdi. Ama Columbia Üniversitesi’nin ilk yıllarında karşılaştığı ‘’Vahşi Ruhlar’’ grubuna katıldı. Columbia’da başlayan üniversite öğrenimi, kısa sürede son buldu. Ve Ginsberg, kendini Times Meydanı’nda eroinmanlar ve daha çok Burroughs’un arkadaşları olan hırsızlarla birlikte, benzedrin ve marihuana üzerine deneyler yaparken buldu. Elbette bütün bu süreçte ‘Yeni Bakış’ adlı bir edebi akım üzerinde çalıştığına ikna olmuştu.
Ginsberg’in şehir arkadaşlarının neşeli delilikleri sürerken, annesinin deliliği pek de neşeli olmayan bir biçimde ilerliyordu. Ailesindeki herkes delilikle o kadar çok ilgileniyordu ki, herkes abartılmış bir biçimde normal olmaya çalışıyordu. Ama Ginsberg, tam da ters yöne gitti ve kendini temelde deli olarak tanımlayıp, tuhaflığı bir hayat biçimi olarak seçti; annesinin düştüğü uçurumun kenarında yürümeyi sevdi. Ve 1949 yılında akıl hastanesine yatmak zorunda kaldı. Ve aşk… Aşk, onun en çok kanadığı yeriydi. Yalnızdı, ruhun ve tenin dayanılmaz acılarındaydı; çünkü bir eş cinseldi. En çok, tenin değil ruhun yalnızlığıydı, yaşadıkları. Fakat bunu şiirlerinde gizlemeyi pek başaramadı. Aşkı, dünyanın ağırlığı olarak görüyordu ve öylesine içine işlemişti ki; bir şiirinde bunu dile getirecekti:
“ dünyanın ağırlığı
aşktır.
yalnızlığın yükü
altında,
hoşnutsuzluğun yükü
altında,
o ağırlık
taşıdığımız o ağırlık
aşktır. ”
Dünyayı gezip Budizm’i keşfettikten ve sonraki otuz yılda sürecek bir dostluk demek olan, Peter Orlovsky‘ye aşkından sonra, daha da olgunlaştı. Bu aşk onu hırpaladığı kadar, şiirini hiç kuşkusuz beslemiştir. Diğer yandan gerek yaşamı gerek şiirleri, sürekli bir bunalımı ve bir arayışı yansıttı. Neredeyse epik şiire yönelmeler söz konusu olsa da asıl şiirini lirizmden besledi fakat çoğu zaman günlük konuşma dilinin elemanlarına yasladı şiirini. Bunun nedeni ise usta – çırak ilişkisine girdiği, şair William Carlos Williams’dan etkilenmesidir.
Fakat şiirini eleştirenlere şöyle yanıt verecektir: “ Kendini bilmez bir yığın cahil cühela, korkak ve can sıkıcı herif, kalkıp şiire saldırıyorlar, şiirin nasıl yaratıldığını bilmeden. ’’ Ve bir başka yerde: “ Benim şiirim çılgınlıktır, meleksel çılgınlık! Tamam mı? Benim şiirimin, kimin kime ateş etmesi gerektiği konusundaki materyalist önerilerle hiçbir ilgisi yoktur. ‘’ diyerek olası bir tartışmayı kesiveriyor.
Yaşamı boyunca uyuşturucu kullanan şair, kendisini, Küba’daki marihuana yasağını eleştirdiği için oradan kovdurmuştur. Huzur aradığı Çekoslavakya’dan da ahlaki bozukluğu var diye kovulmuştur. Daha sonraki süreçte iyice yalnızlaşan Ginsberg, bir düşünceden bir harekete, sonra da bir klik’e dönüşürken kendini hippilerin arasına attı.
1965’de İngiltere’de Royal Albert Hall’de diğer ‘beatnik’ lerle okuduğu şiirler, daha sonra bünyesinden Pink Floyd ve The Soft Machine gibi grupları çıkaracak olan ‘İngiliz Underground’ unun ilk sesleridir. Bob Dylan, Ginsberg’i ‘dayanabildiği’ az sayıda edebiyatçıdan biri saydı. Ginsberg, daha sonra Dylan’ın “Subterranean Homesick Blues” adlı video filminde arkada göründü ve Dylan’ın 1977’de çektiği ‘Renaldo ve Clara’ adlı filminde büyükçe bir rol aldı.
Daha sonra ‘Kerouac’a Yolda’ adlı kitabı yazdıracak olan ülke gezilerine başlayan Ginsberg’in Türk şairlerine de özel bir ilgisi vardı. 1970’li yıllarda Dağlarca ile çekilmiş bir fotoğrafından haberdarım. 1990′da Türkiye‘ye de gelen Ginsberg, Can Yücel ile Kumkapı’da buluştu ve rakı masasına oturdular. Bu buluşmada birbirlerine birer şiir yazdılar. Ginsberg’in yazdığı ‘Can Yücel’ adlı şiir aşağıdadır:
CAN YÜCEL
Aynalar insan değil
Aynalar insan
Hem de ikisi
Hem insan hem ayna
İster Manhattan’ın doğu yakasında
İster boğaz şehrinin Kumkapı’sında
Herkes yalanları söyler
Doğruları söyleyerek
Yeni rakı masasındaki sarhoş ağızlar bile
Ginsberg’in asıl çıkış noktası, ’Uluma’ dır. ‘Uluma’nın yayınlanmasıyla, Beat Kuşağı’nın en önemli sembollerinden biri haline geldi. Ve son temsilcisi… Bugün bütün dünyada okunan bir şair olmasını; ne deliliği, ne savruk yaşamı, ne eş cinsel oluşu ne de dünyaya kafa tutuşu engelleyemedi.
Ginsberg, son güne kadar eylemin, şiirin ve müziğin içinde kaldı. Brooklyn College’de ve Naropa’da öğretmenliğini sürdürdü.
Çok sevdiği Amerika’da 5 Nisan 1997 tarihinde saat 02:39’da öldüğünde, arkadaşı Bill Morgan‘a ait olan New York’taki bir apartman dairesinde, arkadaşlarının ve ailesinin yanındaydı.
Mustafa Suphi
Fotoğrafta: Sağda Mustafa Suphi, solda Arif Damar ( 2007 – Ali Haydar Yeşilyurt)
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!