uzağımdaki her şey, yalnızlık ismiyle tanınıyor.
birileri için peşinden koştuğum sokaklara,
adını verip de kayboluyorum/doğrusu kaçıyorum.
imtina edilmiş hayatlar biliyorum, kuru ve yassı,
tertemiz perşembelere muhtacız diye böyle
diye böle böle yeniden ansıyorum, sensizlik bilimiyle ters yüz olmuş aksanımı.
sanki konuştukça daha çok susuyorum.
eskiden olsaydı başka olacak cümlelerle konuşuyor olurdum,
bir yolu olmasa da yürüyordum, uzun bir sessizliğe.
perişanlık çağı da bu ya, eliyle susturduğu ağzından fırlarken mermiler,
sözcükleri yaralamaktan başka,
ikimize bir yara almaktan başka
neye yarıyor olacaktık ki?
belki de hiç.
ama yine de bir öznenin bir özneye özel olmasını artık anlıyorum,
üstüne çok fazla konuşuyor olmasam da.
içlerinden birilerinin içleriyle derinleştiğim şehirler buluyorum, gözüm kapalı.
bir sıfat arıyorum, iliştirmek için sıfat ardıma, ama yok.
yok ki, her düştüğüm yer aynıymış gibi geliyor.
ögelerini şaşırdığım cümlelerden biliyorum, her düştüğüm yer aynıymış,
gibi geliyor.
bunların başını kaçırınca anlıyorum, sonunda varılacak bir yerleri olanlardan alınmış,
ödünç hikayeleri hep sen sanıyorum, bir geçmiş zamanı görmesem de duyarak
aramızdaki bağ, ayaklarımıza iyi oturuyor.
başladığım her şey gibi oluyor, şahısların tekilken tekin olmadığı sabahlar yani,
batınımda sahibinden yerleştirilme ikinci heves,
önceleri olsa çok gülerdim, şimdi uzağımda her şey; sen gibi.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!