Geçkinliğini genç tazelerle tuzlayıp
Sen, ey kalemini bar tüneklerinde konuşturan şair
Davet ettiğin kadar bembeyaz bir aşka
Esmer gecekondulardan da geç bir kalem
Zahmet olacak sana ama
Yüzüklü uzun parmaklarını çek şiirin ak göğsünden
‘İncelikli’ şeyler ruhunda var biliyorum ama
Heybendeki kıytırık imgelerle
Durmadan kanayan bir şeyleri
Hangi ayraçla ayırıyorsun
Karalama defterinde?
Ananın ak sütü kadar temizsin, tamam!
Fakat şeffaf değildir yıkılan duvarlar
Yorgun gecelerin sonunda
Doğrul uykundan
Daha güneş anasının karnındayken
Demirin ateşten tozunu, pamuğun yorgun beyazını
Al sayfanın en başına
Şiirini gölge et, işçilerin terli alınlarına
Çok mu şey istemiş oldum?
Affet, sen aşk tanrısıydın değil mi? Unutmuşum.
Bırak artık şu ağlak dizeleri
Ayrılık, yalnız senin atlasından geçmiyor
‘Kaybolan’ çocuklarının kemiklerine razı
Annelerin sızılayan acısını fısılda kalemine
Sonra da ışıldıyan bir mermi gibi
Sür cümleni
Zifir gecenin üstüne
Elbette aşk insanın en ölümcül yarasıdır, kabulümdür!
Bir de kömür madeninde
Tuzla’da tersanede
Kışın çareye kapanan yollarda
Zindanda bir deri bir kemik
Ölümü sına kaleminle!
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!