sene 96 veya 97, ılık bir nisan akşamı küçük mahallemizin hırsızlık yapmayan prensipli torbacısı cafer abiyle hırsızlık mı daha ahlaksızca bir davranıştır yoksa torbacılık mı üzerine tartışıyoruz. insan hırsızlık yapacaksa çaldığı şey hayatını kurtarmalı. ben mesela bir defa hırsızlık yaptım, feride’nin kalbini çaldım, o da hayatımı değiştirdi dedi.
çocuk yaşlarımız tabi. kafamızda çizilen hırsızlık imajı üç gün sonra yerini eylem girişimine bıraktı.
bizim okul yolu üzerinde, sıraselvilere spar adında büyükçe bir market açıldı. madem market büyük neden ilk faaliyetimizi orada yapmıyoruz dedik. bir sabah okula giderken üç kafadar daldık otomatik sürgülü kapıdan içeri.
ilk on dakika keşifle geçti. kasaların bulunduğu bölümün solunda kocaman bir kırtasiye reyonu, onun hemen yanında kör noktada da kitap satılan bir bölüm vardı. bizimkiler girdi kırtasiye reyonuna, sağı solu keserek ne buldularsa çantalara dolduruyorlar. ben de erketeye yatmışım, ortalıkta dolanan reyon görevlilerini kesiyorum.
ayhan, hadi sen de dedi. gittim yanlarına. tam uzandım bir avuç kalem alacağım birden nabzım yükseldi, soluk alış verişim değişti. geri çektim elimi. az daha ilerleyip elime geçen üç kitabı aldım, soktum çantamın içine.
o zamanlar tabi alarmlı barkod, x-ray filan yok, attık kendimizi dışarı. okula varana kadar dalga geçti benimle ikisi. kalemleri alsan kullanırdın, kitabı ne yapacaksın deyip durdular. ödlekliğim kısa zamanda bütün okula yayıldı.
kitaplardan ikisi tam neydi, okudum mu hatırlamıyorum ama bir tanesi necati cumalı’nın, yağmurlar ve topraklar romanıydı. cumalı anlatımından kıskanarak ilk hikayelerimi yazmaya başlamam o olaydan sonraydı.
kalemi onlar çalmıştı ama yazı bana miras kalmıştı. cafer haklıydı.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!