ilk fakülte kaydımı 2002′ de yerleştirme sınavından aldığım orta seviyeli puan sayesinde yaptırdım. ön kayıttan iki hafta sonra elimde evraklar, manasız bir bürokrasiyle cebelleşirken, bizim sokakta demir ve alüminyum doğrama atölyesi olan mehmet abinin anlattığı bir hikayeyle eğitim ve öğretim hayatıma son verdim. hikayeyi şuan tam olarak anımsamıyorum ama bildiğim bir şey varsa konumuzla hiçbir alakası olmadığıdır.
kendisiyle hiçbir gönül bağı kuramadığım ama sırf isminden dolayı terk edemediğim bir sevgilim vardı. ne zaman yan yana veya alt alta bir yere yazacak olsak uyumu bende müthiş bir hayranlık uyandırıyordu. tabii işin kötü tarafı bizim aramızdaki uyumun ve onun ismi tek başınayken ben dahil hiç kimsede bir hayranlık uyandırmayışıydı. şimdi telaffuz etmek istemiyorum yoksa yine ben dahil hepimiz aşağılık bir tebessümle karşılarız durumu.
kayıp zaman haritası denen bir şey var ki harita mühendisliği birkaç denek üzerinden yola çıkıp öyle bir çizim yapmaya kalksa önünüze serilen 70’e 50 dünya haritasından nauru’yu bulmaya çalışmak gibi haricinde kalan anları tespit etme zorluğuyla karşılaşırız. hepimiz tek bir güzel gün için yıllarca hazırlık yapabilen insanlarız.
babamın amcası rahmetli vehbi amca beş sene önce hac görevini yapmak için kutsal topraklara gitmiş, ancak gitmeden evvel maddi durumu çok iyi olmadığı için altı sene para biriktirmek zorunda kalmıştı. gitti bir hafta sonra, bir şişe su, birkaç hurma, bir tespihle geri döndü. oturduk evde sohbet ediyoruz, o ara henüz liseye hazırlanıyorum. hepiniz gidin, bunun mazereti yok. zaman filan demeyin topu topu bir hafta sürüyor dedi. matematik pratiğim oldukça iyidir. hayır yaklaşık 313 hafta dedim. suratıma doğrultulan vehbi amcanın anlamsız bakışı, babamın sen karışma eşşoğlueşek ifadesinden hiçbir şey anlamadıklarını anladım. daha fazla detaya girme gereği de hissetmedim. şimdi anımsadım, sanırım mehmet abinin anlattığı ve okulu bırakmama sebep olan hikaye buna benzer bir şeydi.
hangimiz hayatı doğru tarafından anladık ki. veya kaçımız doğru merhemi doğru yaranın üzerine tatbik etmeyi becerebiliyor. acılarımız biraz sebeplerden, biraz da çözüm için ürettiğimiz yanlış uygulamalardan böylesine dinmez bir hal alıyor.
alt komşumuz sevda ablanın kızının koluna ocaktaki çayın suyu devrilmiş. öğrendik hiç şaşırmadık. onun yaşındaki bir kızın hiçbir evlilik hazırlığının olmamasından -bunda hiç talip çıkmayışının payı çok büyük- ve size hala her ortamda bahsedeceği en son erkek arkadaşının ortaokulda aynı sınıfta okudukları biri olmasından, başına gelebilecek her husumette kendisinin bir kerameti olduğu sonucunu çıkartıyorsunuz. geçmiş olsuna gittik, aile üç gün önce husumete girdikleri demliklerle hukuku düzeltmişe benziyordu. sevda abla bize çay demleyip ikram etti. bizden önce gelenlerin birisi diş macunu sürün demiş, öteki patates bağlayın geceleri demiş, bir başkası zeytin ezip koyun demiş. dolapta bir kase zeytin varmış bir sonraki sabah kahvaltıda yemişler, patatesle akşama kül bastı yapmışlar, en uygun tercih evde en az kullanılan ve yine en az lazım olan diş macunu olmuş. bir sonraki gün sabah bir kalkmışlar ki kızın kolu mosmor. apar topar hastaneye gitmişler. doktor bir yanık kremi verip sakın başka bir şey sürmeyin kızın koluna, yaraya diş macunu mu sürülür yahu deyip biraz azarlayarak göndermiş bunları. olayı anlattılar, ben de kremle de artık dişlerinizi fırçalarsınız dedim. lise yıllarım olduğu için çocuk deyip gülseler mi, artık kocaman adam oldu deyip kızsalar mı bir türlü karar veremediler, sevda abla kalkıp çayları tazeledi zoraki bir tebessümle. ağzındaki dişlerin en az yarısı çürük ve dökülmüştü.
eve döndüğümüzde ne öğrendik bugün dedim kendime. koca bir hiç. insanın uçurumdan iteleyeni de kendisidir, yere çakılmadan onu kucaklayıp kurtaran süper kahramanı da meselesi dışında.
aynı gökyüzüne baka baka tamamlayacağız hepimiz ömrümüzü. ama öldükten sonra aynı yeryüzüne bakabilecek miyiz ondan müthiş kuşkuluyum. bir yıldız kaydığında onu görüp mutlu olan ve dilek tutan insana, o yıldızlar da bir insan öldüğünde mutlu olarak ve dilek tutarak cevap verse ne kadar hoşnut olurduk bu durumdan. elbette hiç. bütün sınırları, dinleri ve ırkları yok sayar, güç birleşimi yapıp onlara savaş açardık. belki o zaman tek bir insan bile bu meseleler yüzünden ölmezdi, durumu oradan kurtarırdık.
işte en acınası tarafımız bu. felaketin bile içinde iyimser bir yan arama çabamız. cenaze törenlerini, taziye ziyaretlerini düşünün. iyi temennilerin başında allah kalanlara uzun ömür versin geliyor. öyle ya ne kurtarırsak kar. olaya biraz daha iyi tarafından bakarsak, üstümüze devrilenlerin ağırlığını hafifletmiş oluyoruz.
bu yüzden daha sağlam bina inşa etmiyor, olası bir depremden masanın altına girmek, kapı kirişinde durmak gibi hayati önlemler icat ederek paçayı kurtarmayı tasarlıyoruz.
olayın üstünden epey bir zaman geçti. insan o birbirine kaynattığın demirler kadar sağlam değil, belki de kırıklarımızın tamiri bu yüzden bu kadar zor dedim. eskisinden daha sağlam oldu deyip direksiyonunu kaynattığı bisikleti başında heyecanla bekleyen çocuğa uzatıp yolcu etti. dönüp bana belki de dedi. kış yaklaşıyor bizim işler de açılır artık yavaş yavaş.
kış gelmeden tamir edilmesi gereken ne varsa yaptırmaya çalışıyor insanlar, bir nevi hazırlık.
şartlar ağırlaştıkça telaş artar, daha yürümeyi öğrenmeden ayakkabı kullanmaya başlayan şey, insan.
kaçından kurtulabiliyoruz veya kaçı bizi ıskalıyor.
hiçbiri. maksat o değil zaten, maksat daha az etkilenmek.
bak sana bir hikaye anlatayım.
hayır anlatma.
peki çay.
olur.
iki bardak boyunca sustuk. denk gelmiyor dedim. devamını bekler bir ifadeyle yüzüme baktı.
ne hikaye zamana, ne diş macunu yanık yarasına, ne kayıplar kazanca.
öyleyse.
bir haftaya altı sene gömülebilen bir kazanç ve kayıp ilişkim, yanlış yerde kullanıldığı için iyi gelmesi gereken yere faydası olamayan, kullanıldığı yeri de daha kötü yapan tedavi seçimlerim, bir hikayeyle sevgilisinden ayrılmak yerine okulu bırakmayı seçecek kadar çelişkili kararlarım var. ancak bunlardan sadece birisi benim, ben ise hepsiyim.
yani.
bir bardak daha çayını içerim.
kezban.
geçen hafta beni terk etti. hem de ad uyumu sıfır olan biri için.
belki kendi uyumları iyidir.
orası kesin.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!