duygularınla düşüncelerinin arasında karşılıklı bir memnuniyet varsa ya kalbinin farkında değilsindir ya da yeterince yanılmamışsındır. insanın hem talihle hem de tarihle mutabık olmasının başka hiçbir açıklaması olamaz. çünkü dünya hayal ettiğimiz gibi bir yer olmaktan fazla uzak. bunu anlamak için kendi sorularını üretmeyi bırakıp hayatın sana yönelttiği soruları muhatap alman kafi.
iki sene evvel adana otogarında sırtımı beyaz kireç bir duvara dayamış otobüs saatini bekliyorum. elinde tepsisiyle masadan masaya savrulan kahveciye uzaktan el hareketiyle bir çay söyledim. yanıma yirmili yaşlarda üstü kir pas içinde bir çocuk sokuldu. abi bir liran var mı dedi. ne yapacaksın bir lirayı dedim. altın bu ara düşüşte, akıllıca bir yatırım sayılmaz. çok güven teşkil etmese de repo yapmayı düşünüyorum dedi. kahkaha attım. oturup benimle bir çay içersen veririm dedim. güzel teklif deyip çekti sandalyeyi karşıma oturdu.
benim çay geldi. çaycıya bir çay daha getirmesini söyleyip önüme bıraktığı bardağı aldım, az evvel edindiğim girişimci arkadaşımın önüne koydum. olur mu abi sen iç çayını zamanın yoktur belki dedi. var var dedim, bende zamandan bol bir şey yok. abi şimdi burada bolluk yokluk hesabı yaparak mevzuyu zaman para paradoksuna bağlayıp benim bir liranın üstüne yatarsan ayıp edersin dedi. tebessüm ettim, merak etme bende bir lira da çok dedim. şekerleri alıp masanın üstüne koydu. şekersiz çayını yudumlarken ne yapıyorsun burada dedim. başladı anlatmaya.
dört sene evvel afyon’da okuduğu okul bir istanbul gezisi tertip ediyor. çocukları ayasofya, topkapı sarayı derken birkaç gün dolaştırıp geri götürecekler. ilk gün kaldıkları otelde yine okuluyla geziye gelen adanalı bir kızla tanışıyor. kahvaltıyı birlikte yapalım, akşam yemeğine beraber katılalım derken birbirlerine aşık oluyorlar. gezinin son günü bizimki bu sene sınava gireceğim, kazanırsam ilk tercihim çukurova olacak diyor, ayrılıyorlar. iletişimleri kesilmiyor tabi. sınav tarihi geliyor, iyi bir puan alıyor. tek tercih yapıyor. üç ay sonra hazırlıyor bavulu atıyor kendini adana’ya.
ilk sene hiçbir sorun çıkmıyor. bizimkinin dersler orta karar, kızla zaman buldukça buluşuyorlar, güzel zaman geçiriyorlar filan.
ikinci senenin hemen başı kızla bir kafede otururken kızın bir akrabası denk geliyor bunlara. ailesi öğrenmiş oluyor böylece. kızı eve kapatıp başlıyorlar bunu aramaya. bulmaları çok sürmüyor tabi. kızın abisi ve kuzenleri bir akşam yurda dönerken önünü kesiyor bunun. tek kelime etmesine fırsat vermeden saldırıyorlar üstüne.
bu kısmı kahkahalarla anlattı. abi dedi, bir dayak yemişim oturup yazsam adam dövme sanatı diye kitap çıkartırım. sanki önceden çalışıp gelmiş herifler. bir yandan dayak yiyor, bir yandan da ortaya çıkardıkları performansa bakıyorum. kesinlikle doğaçlama değil. sanki dördü gelmeden evvel kağıt üstünde birer mevki belirlemişler kendilerine. herkes işini o kadar iyi yapıyor ki tekrara da düşmüyorlar. sürekli yeni bir şey deniyorlar.
o ara yüzü düştü. kendimden geçmişim dedi. bilinci kapanınca bunu kaldırıma atmışlar, orada sabahlamış. zorlukla ayağa kalkıp aksaya aksaya yurda dönmüş. bir ayda ancak kendine gelmiş.
rahat bırakmamışlar tabi. bir süre okula gidememiş, sürekli tehdit telefonları almış. tabi devamsızlık sınavları kaçır filan derken okulla da arası açılmış.
iki sene böyle geçti abi dedi. niye iki sene dedim. kızı evlendirip benim peşimi bıraktılar dedi. bizimkiler filan da öğrendiler durumu, iki sene gitmeyince eve sonra da yüzüm tutmadı, zaten beni görmek istediklerini de pek sanmıyorum dedi.
eve dönemeyeceği için adana’da yaşamaya karar veriyor. barlarda garsonluktan, konfeksiyonda ortacılığa kadar tonla işe girip çıkıyor. bir zaman önce de aynı bekar evini paylaştığı arkadaşından sağlam bir kazık yiyip alacaklılar sıkıştırınca da sokaklara düşüyor.
bir haftadır buradayım, daha bir bilet parası toplayamadım abi dedi. nasıl toplayamadın oğlum bir bilet kaç para dedim. abi topladığım yediğimi içtiğimi ancak karşılıyor, bak şu karşı büfede bir karışık tost bir ananaslı soğuk çay on lira dedi. ‘tostu karışık yeme kaşarlı ye, çayı da soğuk çay içmeyip normal çay iç belki birikir o zaman dedim. abi kaşarları kötü, yanında sucuk olunca gidiyor da, diğer türlü tadı tuzu olmuyor dedi. hem bu sıcakta, tost sıcak çay sıcak olur mu, bari çay soğuk olsun istiyor insan dedi. senin gitmeye niyetin yok bence dedim gülerek. evet abi yok, nereye gideceğim ki zaten dedi.
bir ara gözü masanın üstünde duran bilete kaydı. abi senin saat gelmiş, geç kalma istersen dedi. topladım eşyalarımı, çay tabaklarından birine çay parasını bırakıp kendisine söz verdiğim bir lirayı da uzattım. aldı.
giderken bana gösterdiği büfeye uğradım. on lira uzattım. hala masada oturup etrafı seyreden afyonluyu işaret edip, acıktığında bir tost bir de ananaslı soğuk çay verin ona dedim. bir haftadır buralarda, akşama gelir, veririm abi dedi büfeci. perona geçip otobüse bindim.
aradan birkaç ay geçti. bir akşam yorgunluktan bitkin bir vaziyette evde oturuyorum, bir mesaj aldım. bizimki afyona dönmüş. sosyal hizmetlerde bir pozisyon ayarlamışlar buna. beni de o gün adana otogarında otururken biletteki ismimden bulmuş. biraz sohbet ettik. bir süre devam etti iletişimimiz.
o sıra antalya’da kitap kafe işletiyorum. bir akşamüstü arkadaşlarla oturduk sohbet ediyoruz bahçede. tişörtünde çalıştığı yerin logosu olan bir paket servisçi geldi. kazım baran yılmaz dedi. benim dedim. bu sizin dedi. masaya bıraktı gitti. paketi açtım. içinden bir karışık tost, bir de ananaslı soğuk çay çıktı.
meğer bizimki internet sitesinden kafenin adresini alıyor. bir yemek sipariş uygulamasından kredi kartıyla ödemesini yapıp bizim yakınlardaki bir tostçudan bana karışık tost ve ananaslı çay sipariş veriyor.
içime bir şey oturdu ama masadakilere belli etmedim. adam kafe işletiyor ama kendine tost yapmaya üşenip tostu başka yerden sipariş ediyor deyip yarım saat dalga geçtiler.
telefonu elime aldım. mesaj uygulamasına girdim. bizimki hesabı dondurup sırra kadem basmış. sipariş notuna gözüm ilişti. sipariş saati 16:45. benim adana’daki otobüs hareket saati.
neden bilmiyorum bahar geldi aklıma. birkaç yıl evvel hayatımdan sen beni veya başka herhangi bir şeyi değil, sadece ilkelerini seviyorsun diyerek hayatımdan kayıp giden bahar. sen aklınla da kalbinle de mutabık olmayı seviyorsun diyen bahar. sen ne aklınla ne de kalbinle dövüşebilecek kadar cesur değilsin diyen bahar.
o gün adana otogarda otururken ben de biraz bahardan söz etmiştim, o an hatırladım. bizim afyonlu da bana bu gibi hikayelerin kazananı yoktur, çünkü ne kazandığın değil ne kaybettiğin daima daha mühimdir, yanılıyor muyum abi diye sormuştu. benden cevap alamayınca bunu evet olarak kabul ediyorum der gibi bileti işaret edip saat geldi abi diyerek sohbeti sonlandırmıştı.
şimdi yeni yeni anlıyorum, hayatla yüzleşmekten hiçbir otobüse binerek kaçamıyorsun. ve artık biliyorum, aklınla ve kalbinle dövüşmeyi göze alamadığın yerde hiç yara almıyorsun ama hükmen mağlup sayılıyorsun.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!