sene 2012. ilk kitabım kırık bej’i basıma hazırlıyoruz. ilk baskı maliyeti elbette yazardan. üç aylık bir finans hesabı yapmışım aklın durur. maaşların sabit giderler içinden çıkıldıktan sonra kalanları üst üste konacak ve üç ay sonra gereken meblağ yayıncıya teslim edilecek. sonra cepte yemek yiyecek para dahi kalmayacak ama olsun. para bu, yine kazanılır.
iki ay hiçbir pürüz çıkmadı. pürüzden kasıt elbette ekstra bir masraf filan. üçüncü ay maaşı çektim eve gittim. dolapta bir önceki günden kalma taze fasulye var. hesabıma göre bir tabak çıkar çıkmaz. ısıtıp yiyeceğim, sonra basım ücretini takdim etmeye gideceğim. dolabın kapağını açtım, tencereyi aldığım gibi ocağın üstüne koydum. har ateşte iki tur çevirip bir elimde ekmek sepeti ötekinde tencere kuruldum masanın başına. ilk lokmayı ağzıma almamla, eğilip tencerenin içine boşaltmam bir oldu. meğer zaten ekşi de kokuyormuş o an fark ettim. aklıma gelen başıma gelmiş, bir yıldır ha bozuldum ha bozulacağım diyerek pancar motoru gibi sesler çıkaran emektar dolabım faal çalışma hayatına son vermişti. koştum kapağını açtım, içerisi en az 22 derece. pişmiş fasulye bozulmuş çok mu, çiğ koysak pişecekmiş.
nusret’i aradım. ev arkadaşım. acı haberi verdim. metanetle karşıladı. üzgündü ama yapacak bir şey de yoktu. tüpünü doldurt, contalarını değiştir derken bu zamana kadar zaten ittire ittire getirmiştik. ”mandalinalar” dedi. ”mandalinalar çürümüş mü? ”çürümüş” dedim. ”o zaman elmalar kesin çürümüştür” dedi. evet, onlar da diyemedim. telefonu kapattık.
bir saat sonra taksimde, salih’in ocakta buluştuk. evinde çalışan bir dolabı olmayan ama çalışır bir dolabı peşin alabilecek kadar parası olan biri olarak çektim sandalyeyi oturdum karşısına. daha kaba etimle sandalye henüz buluşmuştu ki beklemediğim yerden lafa girdi. ”dolap alalım” dedi, ”parayla dolap alalım.” müdafaa şarttı, net bir blokla kestim atağı. ”olmaz” dedim, ”söz verdim. çalışmalar başladı adamlar parayı bekliyor. başka bir şey daha dedim ama şu an tam olarak anımsamıyorum. gönlü razı gelmese de rıza gösterdi. birkaç saat sonra yayıncıyla buluştuk, parayı takdim ettim. kitap satarsa alacağım telifle dolap alırız fantezisiyle birlikte eve döndük.
tam altı ay dolap alamadık. tabii telif de. eve yiyecek adına ne koyduysak çürüdü. en çok mandalinalar. elbette elmalar da. baktık zaten telif filan alabileceğimiz yok, yedinci ay maaşını da gittik dolaba yatırdık. bu sefer de içine koyacak yiyecek alamıyoruz. dolabın üçüncü günü yani yeni maaşa yirmi yedi gün var daha evde oturuyoruz, nusret açlıktan üstünde yattığı kanepeyi kemirmeye karar vermeden hemen evvel gözleriyle orta sehpanın üstünde duran kitabımı işaret ederek, ”şuna yatırmasaydın parayı, şimdi hem dolabımız vardı hem de içinde yiyeceğimiz” deyiverdi. ”o kitabın içinde şu son yedi ayımızı izah edecek tek bir cümle var mı” deyiverdi.’ ‘ihtiyaçla fanteziyi önem derecesine göre sıralamak senin için sahiden bu kadar zor mu?” deyiverdi.
”meyvelerden evvel insanlık çürümesin istedim” diyemedim. bu lafı dolap almayı reddettiğim gün demiştim şimdi hatırladım. çünkü çürürdü, zaten çürüdü de biliyordum. mandalinalar gibi, elmalar gibi, insanlık da. hatta en çok insanlık. o gün bu gündür dolaplarla kitapların kapağını, aynı buruklukla açıyorum.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!