Uzunca bir süre sessiz kaldık, içimde kavgam sürüyordu. Bir adamın kanayan yerine basılan tampon görevinden başka bir fonksiyonu olmayan katlanmış gazlı bez parçası mıydım? Gökhan’ın sıcak ellerinden, ince parmaklarının arasından çektim elimi.
-Geç oldu, seni eve bırakayım.
-Olur.
Uzun bir gece geçirdiğimi, bütün lambaları söndürüp karanlıkta mumların ortasında oturduğumu, müzik bile dinleyemediğimi, uykusuz kaldığımı detaylıca anlatmayacağım fakat uzunca bir süre Gökhan ile görüşmedim, cevap vermedim, geçebileceğini düşündüğüm her yoldan kaçtım. Fakat kaçmak ile karşılaşmalar geciktirilemiyor, bu da öyle bir şeydi.
***
Dışarı çıktım, demir kapıyı alışılmış bıkkınlıkla kapatıp, zinciri ufak demirlerden geçirdim, asma kilidi takıp kapının arkasına salladım. Arkamı döndüğümde, kahverengi parkasıyla karşımdaydı Gökhan. Bütün geceyi burada geçirip, bilmem kaç sigarayla kendini tükettiğine kanıt onlarca izmarit, yerde duruyordu. Arkamı dönüp gitmek istedim. Karşımda neden kaçtığımı soran kanlı gözleri ile duruyordu, kirli siyah sakallarının arkasına sakladığı çocuk yüzü silinmişti ve dertten ölüyor gibiydi. Kaç gece uykusuz kalmıştı kim bilir… Ne diyecektim?
‘’ Bir başka kadının yaktığı külleri süpürmemi bekleme benden, ben birini unutabilmek için yüreğine basacağın teselli cümlesi değilim. Sırf seni iyileştireceğime inandığın için karşımdasın, kalbinde yer ettiğim için değil. ‘’ diyecektim.
Bazen, konuşmamak en iyisiydi. Kelimeleri saçmamak lazımdı sağa sola, sonra değersizleşiyordu çünkü. Sustum, alınabilecek en derin nefesi ciğerlerime doldurup yanından geçtim. Taş döşenmiş yolda, yüksek topuklarım taşların aralarına ilişiyordu, bileğimin burkulmasına aldırmadım fakat o benden daha hızlı yürüyüp yetişmişti bana.
-Allah’ın cezası, nereye gidiyorsun nefes alamıyorum, nereye gidiyorsun?
-…
-Bir kelime et, neden kaçıyorsun? Beni bu belirsizlikte bırakma.
-…
–Ezgi!
Durdum, ona doğru dönüp yüzüne baktım. Endişeli, üzgün ve telaşlıydı. Yüzünden okuyabildiğim bütün duyguları, hafızama kaydediyordum gizli bir fotoğraf ile.
-Ben, birini unutabilmek için kalbine basacağın bir teselli cümlesi olmak istemiyorum. Sen bana karşı hiçbir şey hissetmiyorsun, sen beni yarana bastırmak istiyorsun.
-Bu mu bütün mesele?
-Yetmez mi?
-Sen benim için o girdapsın anlıyor musun? Boğsan sen boğarsın, boğulduğum bir başka yer yok, bildiğim bir başka adres yok.
–Şevval ile konuşmanı tavsiye ederim, belki yeniden anlaşırsınız. Eminim o da senin için üzülüyordur. Hoşça kal!
Yanından geçip gittim fakat içimde hala dönüp dönüp arkaya bakan bir şeyler vardı. Gökhan da görmüş olmalıydı, kendisine bakan yanımı.
-Şevval, bir ölü! Bir hayalete koşamam, bir hayalete sarılamam, bir hortlağa ağlayamam. Şevval bir ölü, o gece hayaletini serbest bıraktım, artık sen vardın, bir hayaletin hatırasını sana karıştıramazdım.
***
İki elimle tuttuğum büyük cam bardakta duran çay, buz gibi olmuştu. Gözlerimin nereye daldığını bilmeden bakıyordum. Bazı şeyleri irdelememek gerekiyordu fakat bilemiyordu insan, kaldırdığı taşın altından ne çıkacağını. Bir insan iki kişiyi aynı anda sevemezdi. Uyuyacağı kalpte bir başkasının kalıntısını kaldıramıyordu bir kadın. Yerim dar olurdu, ben misafir sevmezdim, kimse sevmezdi.
Şevval, bir meydan patlamasında şah damarına saplanan bir parça ile oracıkta ölmüştü. Yolda bile yürüyemiyordu insanlar, kimi zaman. Bunu adı kader değildi. Bunun adı, hiçbir yere sığamayan insanoğlunun sebebini kendisinin bile bilmediği anlamsız bir savaştı. Dünya kocamandı, su hepimize yeterdi, ağaçlar herkese yetecek kadar nefes verirdi gökyüzüne, hepimize yetecek kadar balık vardı, herkesi doyuracak kadar yiyecek; sınırlar ve silahlar anlamsızdı. Niyeydi yaşatmak için bir çaba göstermeyen insanların, yok etmek için bir araya gelmesi? Yaşam kutsaldı -böyle öğrenmiştik- fakat ölüm nefes kadar yakındı. Sorduğuma da soracağıma da cevap aldığıma da bin pişmandım. Bayat balıklar gibi kokuyordu bakışlarım; bön, ölü, hissiz…
Bir daha asla açılmadı bu konu, hiçbir şey sormadım, ağzımı bile açmadım insanlık namına. Şevval, benim de ağrım olmuştu.
***
-Sana bir sürprizim var.
Gökhan gözleri parlayarak, tüm neşesiyle söylüyordu bunları:
-Ee, sormayacak mısın?
-Hayır canım, çünkü sürprizler söylenmez.
-Eee, ama böyle olmayacaktı ki…
Gülümsedim, uzun zamandır heyecanlanmak işime gelmiyordu; heyecanlanmayı sevmiyordum ve sürprizleri de merak etmiyordum. Bu kendimce geliştirdiğim bir kalkandı, her sürpriz iyi gelmiyor ve her heyecanın sonu güzel bitmiyordu.
-Hafta sonu gezmeye gidiyoruz, bir planınız varsa iptal etmelisiniz hanımefendi. Çünkü oldukça yakışıklı bir beyefendi ile randevunuz var, ajandanıza not almamı ister misiniz?
-Oldukça yakışıklı demek…
-Tabi ki.
-Egoist seni!
Gülüşmelerimize kırmızı bir papağan da eşlik ediyordu. Ben ömür boyu sürecek sancımı bulurken, o , hayat bulmuştu. Hafta sonu buluşmak üzere sözleşip ayrıldık. Onun peşinde koşması gereken bir işi, benim ise çalışmam gereken derslerim vardı.
***
-Ben acıktım.
-Yola çıkalı yarım saat olmadı, az önce koca ekmeği yutan sen değil miydin? Obur musun sen?
Benimle deli gibi dalga geçiyordu, neşesi beni de yutuyordu.
-Ben çok acıkıyorum yola çıkınca, ne yapayım?
-Tamam bir şey demedim, şimdi seni çok seveceğin bir yere götüreceğim ve bayılacaksın . Orada yemek yeriz, anlaştık mı?
Bu öneriye memnun olmuştum fakat huysuz bir yanım vardı. Gideceğimiz yerin kalabalık olmasını istemiyordum, kalabalık olma fikri ile sırtım terlemeye başlamıştı bile. Toprak yola saptık, yol, tarlayı belleyen traktörlerin kalın lastik izleri belirlenmişti. Kıvrılıyor, düzeliyordu durmaksızın. Bir ağaç bile yoktu, bazı bazı önümüze inekler çıkıyor, çoğu zaman yağmur birikintisiyle ıslanmış çamura saplanıp kalıyorduk. Alçak kerpiç evlerle kurulmuş bir köye varmıştık, boyunlarını uzatarak öten horozlar dikleniyordu, paytak paytak koşturuyordu ördekler, birkaç tavuk toprağı eşeliyordu . Bir eşek, bir kapının önünde duruyordu, kirpiklerine ufak sinekler konmuştu. Köyün çıkışına en yakın ve en fakir görünen, taş duvarları toz gibi duran garip bir boya ile boyanmış bir eve vardık. Eskimekten dökülen kapısının önünde durduk. İki ağacın arasında birer taburede oturan yaşlı karı-koca, ufak semaverlerinde kaynattıkları çayı yudumluyor, nehirde yıkanan ördeklerini izliyorlardı. Bahçelerine girip tavukları bağırta bağırta kaçıran arabanın kime ait olduğunu anlamak ister gibi bakıyor fakat rahatlarını da bozmuyorlardı. Gökhan, kontağı kapatıp indi. Ben de ilgiyle ve başıma gelecek her sürprizi içime sindirerek indim. Kapıları sert kapatma huyum vardı, olabildiğine sert çarptığım kapının camı parçalandı. O kadar dağıldı ki ne kadar döküldü sayamadım. Ellerimi ağzıma kapatıp, kendi sesimin en yüksek tonuyla seslendim:
-Ayyy!
Başımı kaldırdığımda sakarlığıma kızamayan bakışları ile gülümsüyordu:
-Üzme kendini, hallederiz. Haydi gel.
Mahcubiyetimi sağ cebime, güzel bütün hislerimi de sol cebime doldurup yürüdüm. Yaşlı karı- koca, merakla bize bakmaya devam ediyordu:
-Selamünaleyküm.
-Ve aleykümselam yeğenim.
-Nasılsın emmi?
-İste, nasıl görüyorsan öyle. Siz nerelisiniz?
-Biz dünyalıyız be dayı. Hava güzel, buradan geçiyorduk, baktık dere geçiyor kapının önünden. Bir parça su dolduralım bulağından, bir parça temiz hava görelim diye indik. Rahatsız etmedik değil mi?
– Yok yavrum, hiç rahatsız eder misiniz? Zaten biz de bir başımızayız. Hoş gelmişsiniz, gelin oturun. Bir yudum çay için, soluklanın.
Yaşlı adam, yerinden çevik bir şekilde kalkıp yer vermişti bize. Fakat ben Gökhan’ın bulak dediği küçük çeşmenin yanında dizili yüksek taş yığınlarından birinin üzerine ilişmiştim. Yaşlı kadın, bize de birer bardak çay doldurup yeniden taburesine oturmuştu. Gökhan, tek yudumda içmişti çayını. Bardağını bana uzatıyordu:
-Bana çay doldurur musun?
Hiçbir karşılık vermeden elinden aldım bardağı fakat içimde bir huzursuzluk vardı. Bir başkasının evine gelmiş çay içiyorduk, üstelik ben bir başkasının demliğinden çay alacaktım, izin almalı mıydım? Bugüne kadar misafirliğe, birinin evine öylesine oturmaya bile gitmemiştim. Yapılması gereken bir şeyler vardı da herkes biliyordu ben mi bilmiyordum? Yaşlı kadın, evine gelen misafire yeterli hürmeti gösterememek endişesiyle bardağı elimden kapmaya çalıştı fakat vermedim.
-Sana da çay doldurayım mı teyze?
-Zahmet olmasın .
-Teyze sen bize doldurunca olmuyor da biz doldurunca mı zahmet olacak? Öyle düşünme.
Yaşlı kadının boşalan bardağının dibinde kalan demi döküp, sıcak çay doldurdum. Yaşlı kadın, ufak bardağını göz hizasına kaldırıp güneşe doğru tuttu ve kikirdemeye başladı:
-Ayy kızım, bu çok açık olmuş. Biz, eski adamlarız. İmamin abdest suyu gelir bu bize.
Ayağa kalktı, aksayan bacağını güçlükle kaldırarak semaverin bulunduğu düz kayanın yanına gidip yere çöktü. Hırkasının uçları, yere değiyordu. Az önce orada eşelenen tavukların kurumuş gübreleri eteğini sarartmıştı. Oldukça koyu bir çay doldurdu ufak bardağına. Bir işe yarayamamak, daima gereksiz biri olduğumu hissettirirdi. Herkes mükemmeldi de ben aksakmışım gibime gelirdi. Oysa kusursuz değildi, karınca bile. Gökhan kulaklarıma kadar kızardığımı görmüştü. Böyle durumlarda beni fazla zorlamazdı orada uzun süre kalmak için.
-O zaman bize müsaade dayı, sofranız şen olsun.
Peşine ben de kalktım. Yaşlı kadın:
-Eee, kalsaydınız bu gece.Saat çok geç oldu. Nereye gideceksiniz?
-Yolumuz çok uzun teyzem, ufaktan gitmek lazım. Yüreğine kurban olayım, dedi Gökhan.
Teyzenin samimiyeti ile sevgi dolmuştum; korktuğum örümcekleri, şu bahçedeki pasaklı tavukları bile sevebilecek kadar genişlemişti hislerim. Bizi tanımadığı halde peşimize bir kova su serpen insanlara karşı başka bir şey hissetmek, çok da mümkün değildi.
Gökhan, anahtarı kontağa takıp çevirdi. Ufak bir cızırtı sesi geliyordu fakat araba çalışmıyordu. Gidemiyorduk, artık kontağı zorlamayı bırakıp:
-Herhalde, akü boşaldı.
-Ne olacak peki?
-Olacak şu ki, burada kalmak zorundayız.
İçimde beliren sıkıntıyı anlatmam mümkün değil, daha önceden evim dışında bir yerde bir defa bile kalmışlığım olmadı; kendini başka insanlara yük görmek de başka bir ağırlık. Fakat bir başka çare yoktu. Yaşlı adam, arabanın camını tıklattı. Gökhan, kapıyı açtı:
-Dayı, araba çalışmadı.
– Olsun oğlum, üzülme. Hanım kızım bizim de kızımız , onu burada bırakırsın. İlçe, buraya çok uzak değil, yarım saat mesafede. Oraya gidip bir usta alıp gelirsin. Bu gece dur, yarın erkenden gider ustayı alır gelirsin.
-Yük olmayalım dayı, ben şimdi gider bulurum.
-Ne yükü be oğlum? Bir adam boyu yorgan var yüklükte, sana da yeter bana da. Kapatmıştır usta dükkanı, bulamazsın.
Gökhan, yarın sabah erkenden ilçeye gidip bir tamirci getirecekti. Bu gece buradaydık.
-Biraz yürüyelim Ezgi, köyü tanıyalım.
-Olur.
Ayaklarımız, durmaksızın ineklerin tezeklerine saplanıp kalıyordu. Kimi zaman da ayakkabılarımız ayağımızdan çıkıyordu. Islak tezeğin içinden ayakkabılarımızı kurtarıp devam ediyorduk. Köy bakkalını bulduk. İçeride şapkası eğri oturtulmuş, mavi gömlekli, kavruk tenli göbeği can simidi gibi bütün gövdesini kaplayan bir adam oturuyordu. Biz içeri girince de istifini bozmadı, köyün muhtarı da oymuş. Gökhan, alacağı şeyleri sıraladı. Muhtar da kalkıp istenilenleri tartarak poşetlere doldurdu. Elimiz kolumuz dolu hâlde eve geri dönüyorduk. Poşetimizde ne kadar süredir rafta durduğunu kestiremediğimiz koli halinde bisküvi, pirinç ve bir eve lazım olabilecek birtakım yiyecek vardı. Gökhan, yük olmamak istiyordu sanırım. Neden buraya geldik, kimdi bu insanlar, neden alışveriş yapmıştık? Hiçbir şey sormuyordum. Mutlaka bir gerekçesi vardı her şeyin. Yaşlı kadın, elimizde poşetleri görünce kızdı bize:
-Biz aç mı bırakacaktık sizi, bizim evimizde her şey var bolca. Ayıp ettiniz.
-Birlikte yiyelim diye aldık teyzem, elbette bahçedeki domatesle beslersin biliyorum.Yanlış anlama bizi.
– İyi, peki.
….
Tavan taşları hafif kaymış bir odada gökteki yıldızları görebileceğim bir vaziyette sırtüstü uzanıp, karanlığın huzurunu hissetmeye çalışıyordum. Başka zamanlar ecel gibi korktuğum karanlığın, beni çepeçevre sarmasına ses etmiyordum. Ay ışığı, öylesine dolduruyordu ki odayı mum, gece lambası sönük kalıyordu. Duvarlarda geyikli duvar halıları vardı. Amcamın Ecevit şapkasını astığı çivili duvarında da böyle bir halı vardı. Eski radyosu, hâlâ çalışıyordu.
-Ezgi, uyudun mu?
-Uyuyamadım, sen niye uyumadın?
– Çok of çekiyorsun, uyutmadın. Ne düşünüyorsun?
-Aslında hiçbir şey, ama her şey.
-Etrafına bak, hayat hikayelerinden bir umut derle kendine. Tek derdin yabancı bir yerde kalmak mı? Birinin hayatına konuk oldun, insanlar tanıdın. Fark etmen gerekiyor masasına oturduğun insanların kileri bile bomboş olması rağmen hiç tanımadığı insanlara kucak açabilecek kadar gönüllerinin engin olduğunu. Sana evlâdım diyorlar, bakış açını değiştir artık, bardağın boş tarafını, çatlak tarafını görmeyi bırak.
…..
Havalar ısınmıştı fakat sabah yine de soba yakılıyordu. Köze atılmış patateslerin üzerinde küller bekliyordu. Isıtılmış ekmekler, taze kaynatılmış süt… İnsanlar çalışkan ve cömertti, erkenden uyanırlardı. Sofralar bereketliydi. Uykumdan utandım. Yaşlı kadının sobaya atmaya çalıştığı birkaç parça inek tezeğini elinden kapıp, teneke sobaya attım. Gün boyu yaşlı kadına -ismi Kadife idi- yardım ettim. Yorulmasını istemiyordum. Gökhan da birkaç işe koştu, ilçede ustayı yine yakalayamadık. O gece, annesizliğimin bütün kinini sobanın ateşine atıp başımı Kadife Teyze’nin dizlerine dayadım. Saçlarımı okşadı uzun uzun. Uyuyakalmışım. Sırtım ağrımış, farkında değilim. Kadife Teyze, saçlarımı okşayarak uyandırdı beni. Yağmur yağıyordu, yüzüme damlamasına ses çıkarmadım. Ruhumun yıkanmasını istiyordum. Üşümek istiyordum, başka bir kadın olarak uyanmak istiyordum.
….
Gökhan arabanın kontak anahtarını çevirdikten sonra, birkaç homurtudan sonra çalıştı araba. Ardımızdan su serpen yaşlı karı-kocaya minnet duyuyordum.
-İyi ki bozulmuş araba.
-Geçen gün böyle demiyordun.
-O zaman, bir aile edinmemiştim daha. Şimdi bir ailem oldu.
-Sana bir şey itiraf etmek zorundayım.
-…
-Araba hiç bozulmadı.
-?
-Ben yalan söyledim.
-Neden?
-Çünkü sana saatlerce konuşsam anlatamazdım fakat şimdi yaşıyorsun, insanların hepsi kötü değildir. Halk budur işte, sofrasına oturtur seni, sen doy, sen gül diye kendini paralar. Halkını tanımıyorsun, tanı istedim.
Kafam çok karışmıştı, ne hissedeceğimi bilmiyordum, düşünemiyordum.
Halkımı tanımak, halkı tanımak…
Halk…
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!