Her an, başka bir anın peşinden sürüklenir. Her anın her kısmı, bir parça gerçeklikle kapına dayanır. Değiştiremediğin düşünceleri, geliştirmeye de yeltenemezsin. Neresinden tutarsan tut, bu eğikleşen gökyüzüne göstereceğin milyon çabaya rağmen; sabitlenir tüm evren. Ben duyduğum her sesten uzaklaşarak bu ciğerime saplanan boşluğu doldurmak ve tavanın ardındakileri görebilmek için çabaladıkça – değil boşluk, değil görüntülerin flu hâle bürünüşü – istediğim her netliğin sonunda kapıma yine aynı hüzün çıkıyor. Kilitlediğim bütün kapıların anahtarlarını parçaladığım halde istediğim ilk an, çıkabiliyordum. Eğer kapanların ve kafeslerin kendilerince bir dili olsaydı, biliyordum ki onlar da bu düşüşlere bir tekme vurma gayretinde olmazlardı. Bilseydim, yaşanılanların görüntüsü ve gürültüsünde parçalanacaktı tüm anılarım ve kaybolacaktı kaybetmekten korktuklarım; yanaşmazdım hiçbir uçuruma. Uzatmazdım ayaklarımı suya, bağırmazdım ses tellerimden utana sıkıla ve dayanmazdım bunca zorluğa inat yaşamaya. Birikerek ilerleyen bir kar kütlesinin ortasında çalkanıp sonumu göremeden giderken; çarpma etkisine takılmadım hiç. Ben kütlemin büyümesine, büyüdükçe her şeyden daha çok uzak kalmaya, uzaklaştırılmaya ve uzak durulacak hale geliyor oluşuma takıldım. Bir balığın kancasından, bir kuşun bağrından ya da bir çiçeğin en zarif dalından geriye kalınca bir parça acı, bir parça sancı; hangi kütleyle, hangi sona yaklaştığımın önemi kalmıyor. Önceleri, kendi asırlarımdan, aklımın şafağa başkaldırışından, geceyi tenhalaştırmalarından çok önceleri tüm bunların sonunu ve başını kestirebiliyordum. Ortalara geldikçe bocalıyordum, sonlara doğru dağılıyordum, başlangıcı göremeden yitiyordum. Şimdi artık hiçbir şeyden emin değilim. Kök salsam yeryüzüne çürür giderim. Yeşerip uzasam kesilir en keskin yerinden bileklerim. İnsan kendine biçtiği kaftanı giyebilme cesaretini göstermek istiyor tüm mağlubiyetlere nazaran; çöken bütün kara bulutlara bir aydınlık aydınlatmak istiyor. Ben tekerleri patlamış araba gibi, ben kütlesi gitgide büyüyen kar taneleri gibi, yokuşun yokuşundan inerek hızlanan tüm acılar gibi sıyrıldım her şeyden. Sıyrıldım kendimden, kendime olan güvencimden, inancımdan, inancıma ket vurulan kederlerden, kederimi süsleyen keşkelerden ve keşkelerimi her daim sırtıma vuran kamberliğimden öte bir köy yok. Varıyla yoğuyla şu karmaşık ve karamsar ruhuma ektiğim tüm ekinler, hasadı gelmeden kesilmeye mahkûm. İyisi mi, iyisini düşünmeye yeltenmeden, rotayı da belirlemeden, demirleri de hiçbir zaman denize indirmeden gitmek. Gökyüzünün yeryüzünü sıkıştırdığı, güneşin dağları kaldırdığı, suyun denizi öptüğü, umudun ayağına sıkıldığı, geminin dümenini söküldüğü düzenden, öylece gitmek.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!