Lacivert renkteki dolgun kalçalarını sağ ve sol tarafındaki görünmez noktalara değdirebilmek için kıvırtan kadın, krem rengi disket şapkası ile yürümekteydi. Giderek yaklaştıkça darlığından ikinci bir tene dönüşmüş lacivert tayyörü ve siyah topuklu ayakkabılarıyla giyim zevkinin yerlerde olduğu belirginleşiyordu. Tam karşıdaki bakımsız müstakil evden çıkmış olmalıydı. Evin sözde beyaz duvarları zeminden itibaren sarı yeşil yosunun yükselmesiyle oluşan rutubeti adeta anonim bir sanatçı tarafından görsel şölene dönüştürmüştü. Hatta tek katlı evin çatısının bir metre yukarısına demir atmış gri bulutlar, sanki nem kokusunu buram buram etrafa üflemekle görevlendirilmişlerdi. Balık etli kadının yürüdüğü yolun çamuru, siyah topuklu ayakkabılarına asla bulaşmıyor, kadın sanki yürümüyor, süzülüyordu.
Arkasından dürtülmek suretiyle Mustafa da çamurlu yolda bata çıka yürümeye koyulmuştu. Kadına yaklaştıkça başını diğer tarafa çevirme edasından, burnunun Kaf Dağı’nda ikamet ettiği aşikarlaşmıştı. Şapkasının altından görünmeyen gözlerinden ise zaten dönüp bakmaya tenezzül etmeyecek tıynette olduğu anlaşılıyordu. Kadının koluna doladığı tasmaya bağlı garip bir hayvan, daha da belirgin hale gelmeye başlamıştı. Somon renginde bir domuz. Hayır, yakınlaştıkça hayvanın ayaklarının güçlü birer pençe olduğu görülüyordu. İri gövdesine tezat, küçük kafasındaki birkaç tel tüy de sol tarafta dalgalanmaktaydı. Tasmayla gezdirilen bu ucube hayvanın tam yanı başından geçerken başını çevirip ona bakmasıyla korkudan ne yapacağını bilememişti. Küçük kafasının neredeyse yarısını kaplayan açık mavi rengi cam gibi parlayan gözlerini ayırmadan pür dikkat Mustafa’ya bakıyor olması ile yaşadığı korku, sıçrayıp uyanmasına sebep olmuştu.
Uyandığında kel tavanı gördüğüne sevinmişti. Birkaç saniye içinde hızla dönmeye başlayan tavan Mustafa’ya, saatlerce çektiği uykuya rağmen hala sarhoş olduğunu anımsattı. Odanın daha fazla dönmesine engel olmak için gözlerini kapamıştı. Rüyasında gördüğü vizyonlar sanki kaldığı yerden devam edeceklermiş gibi canlıydı. Bu görüntülerin sadece bir rüya olduğu gerçeği, ona derin bir iç çektirmişti. Gerilmiş tüm kaslarının her birini hissediyordu. Rahatlamak için bacaklarını yorganın altında ileri doğru esnetti. Ancak o ucube hayvanın gözleri, zihninde dört nala gezinip duruyordu. Işıl ışıl parlayan gözler adeta mavi bir yangın yeriydi. Hala üzerinde hissettiği o derin bakışlar, uzun bir süre aklından çıkmayacaktı.
Yastığın altında kaldığı için uyuşmuş olan kolunu kıpırdatmaya çalışmıştı. Elini oynattığında hissettiği rahatsızlığın sadece hareketsizlikten kaynaklanan bir karıncalanma olmadığını anladı. Avuç içi yastığa yapışmıştı. Elini hızlıca yastıktan çektiğinde akmaya başlayan kanı fark etti. Avuç içi yaralıydı ve nedeni hakkında en ufak bir fikri yoktu. Elinin kanayan tarafı, sabaha kadar yastığa temas etiği için kurumuştu. Yastık kılıfından elini çektiği anda yaranın kabuğunu kavlatmaya yetmişti. Azgınca kanamaya başlayan yarayı yıkayıp belki de oluş sebebini görebilme umuduyla banyoya seyirtti. Akan musluğun altına tuttuğu elinden oluk oluk akmakta olan kan, sanki yarayı göstermemeye yemin etmişti. Hızla kaybettiği kan, başını döndürüp gözlerine karanlık bir perde inmesine neden oldu. Tutunmaya çalışarak yere çöktü ve bir süre öylece kalakaldı. Rüyasında gördüğü ucube hayvanın cam gibi keskin gözleri, zihnine hücum etmişti. Kana bulanmış banyonun mavi fayanslı zeminine vücudunu sere serpe teslim edivermişti.
***
“Oğlum ben merak ediyorum yahu! Gidip bakacağım.”
“Saçmalama! Ellerimizle yatağına yatırdık, kapıyı çekip çıktık işte. Kanaması da durmuştu zaten.”
“Benim içime hiç sinmiyor. Söz veriyorum, dün gece olanlarla ilgili hiçbir şey konuşmayacağız. Zaten zom gibi sarhoştu, hatırlamıyordur. Kahve içmeye geldik deriz. Haydi, gidip bakalım.”
“İyi hoş gidelim de ya hatırlarsa… O zaman sen sağ, ben selamet. Kaçarım. Arkama bile bakmam yeminle!
“Vallahi hatırlamaz. Mustafa’yı bilmezmiş gibi konuşma. Bir bira bile içse hafızasını kaybediyor sanki.”
“Senin tuzun kuru tabi! Ben zaten şartlı tahliyedeyim. Bir vukuata daha karışırsam kim bilir kaç yıl içerde yatacağım…”
“İyi de sen bir şey yapmadın ki. Mustafa’ya ben bıçak çektim, o salak da güya elimden bıçağı almaya çalıştı.”
“Hep o sürtük karı yüzünden!”
“Sen gaza getirdin beni, elalemin karısının giydiği lacivert tayttan sanane!”
“Oğlum, sen iyice kafayı yedin herhalde! Ben sadece karının kalçalarına bak diye kolumla seni dürttüm. Sen de hıyar gibi laf attın: ‘ Vay yavrum bilmem ne!’ diye.”
“Nereden bileyim Mustafa’nın manitası olduğunu. ”
“ Özrün, kabahatinden beter. Mustafa, ‘Benim karıya iyi laf attın, aferin!’ mi diyecekti sana? Ne demeye bıçak çektin bir de? Hem suçlusun hem güçlü!”
Masmavi gözlerini kararlı bir şekilde arkadaşına doğru diken Erkan: “Ben gidiyorum! İster gel, ister gelme.” diyerek arkasını dönüp yürümeye koyulmuştu.
“Tamam yahu tamam. Seni yalnız bırakmayayım. Sen şimdi vicdan azabından şakır şakır ötmeye falan kalkarsın. Hiç değilse ben toparlarım, sana engel olurum.” diyerek hızlı adımlarla Erkan’a yetişmişti.
***
Çalmakta olan zilin sesiyle uyanan Mustafa, yalpalayarak kapıya zar zor varabilmişti. “Açmıyor işte, yürü gidelim.” seslerine anlam veremeden kapıyı açtı. Arkadaşlarını karşısında gördüğüne sevinmişti. İçeri girerlerken Mustafa’nın yarasına şaşırmış gibi davranıp ilgili görünerek yardım etmeye koyulmuşlardı. Yarasını temizleyip buldukları bir ütü beziyle sardıktan sonra sohbet etmeye başladılar.
“Oğlum sen de şu mereti ağzına içmiyorsun ki…”
“Ben sizinleyim sanmıştım. Nerede içip bu kadar sarhoş oldum ki? Nasıl yaralandım, ne zaman eve geldim, ne zaman yattım… Hiçbir şey hatırlamıyorum desem inanır mısınız?”
Mustafa’nın sözleri üzerine Erkan’ın çektiği derin ‘Ohh!’ nidası, odaya serin bir ürperti taşımıştı. Buz mavisi gözlerini Mustafa’dan kaçırmaya çalışan Erkan, arkadaşının sorularla dolu bakışlarından bihaberdi. Erkan’ı dürtükleyen Recai: “Haydi gidelim. Benim dükkanda işlerim var. Hem de Mustafa yatsın dinlesin, akşamdan kalma adam, ancak ayılır.” diyerek ayağa kalkmıştı. Bunun üzerine ayaklanan Erkan, Mustafa ile göz göze gelmişti. Erkan’ın mavi gözlerinin verdiği tanıdıklık hissi, sırtını ürpertmişti. “Haydi arkadaşım, sen yat da dinlen. Hiç rahatsız olma, biz kapıyı arkamızdan çekeriz.” diyen Erkan, gece düşündeki ne idüğü belirsiz hayvana dönüşüvermişti.
Nutku tutulmuş gibi arkalarından bakakalan Mustafa, oturduğu kanepenin kırlentine kafasını yasladı. Rüyasında o ucube hayvanın gözlerinin derinliklerinde ve baktığı her yere bulaştırdığı mavisinde kaybolacağını bile bile gözlerini yummuştu.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!