Gözlerini açar açmaz, yatağın yanındaki sandalyenin üstünde duran sigarasına gitti eli. Sol omzundan güç alarak doğrulup, sırtını karyolasının arkalığına yasladı. Kibritin ilk sürtünüşte yanmayıp kırılan çöpünü, kül tablasına bıraktı. İkinci çöp alev almış ve sigarası yanmıştı. İlk nefesi çekmesiyle birlikte bir öksürük krizine tutuldu. Bu, sigara ve öksürük babamdan kalan yegane şey diye düşündü. Kalkıp su içmeye eriniyordu, akşam kaç bira içtiğini hatırlamıyordu. Rakı içemiyordu, midesi bulanıyor ve gece uyutmuyordu o üzüm artığı meret. Ama bira öyle değildi, en fazla sık sık işemek zorunda kalıyordu. Sonra babasının da sürekli bira içtiğini anımsadı ve kendi kendine :
“ Ulan bu adamdan da iyi bir alışkanlık kalmamış bana, anasını satayım. ” diye söylendi.
İdrar torbası doluydu ama ısrarla sigarasını bitirmek derdindeydi. Sigarasını cam küllüğe bastırıp söndürdü ve yataktan kalkıp banyoya gitti. Uzun uzun işerken, bugün bayram olduğunu geldi aklına. Çocukluğunun silik hatıralarında geçen üç beş çocukluk anısı hariç, bayram sabahlarını hiç sevmediğini düşündü. “ Şimdi işin yoksa giyin, koduğumun mahallesinde kaynaşan akrabalarına git, ayrı ayrı el öp, türlü türlü hikaye dinle. ” Bir yandan söyleniyor, diğer yandan da yüzünü yıkamaya çalışıyordu. Halbuki şu bayram zıkkımı olmasa direkt kahvehaneye gider, bir simitle karnını doyurur, akşama kadar da arkadaşlarıyla zaman geçirebilirdi. En azından anne tarafından büyük teyzeme gider, baba tarafından da yalnızca halamı ziyaret ederim fikrine sıcak yaklaştı. Diğerleriyle bayramlaşmasa da olurdu. Her iki tarafın da büyükleri, teyzesi ve halasıydı. İyi kötü ütülediği gömleği ve pantolonunu giydi; tam kapıdan çıkacağı vakit, sigarasını unuttuğunu ayrımsadı. Telaşla geri dönüp sigara paketini ve kibritini gömlek cebine yerleştirdi ve ilk istikamet olarak anne tarafında karar kıldı. Çünkü baba tarafından tek akrabası olan halası, kahvehaneye yakın oturuyordu. “Halamın elini öper, oradan da kahveye geçerim. ” diye düşündü. Teyzesinin elini öpüp, bütün ısrarlarına rağmen ne kahve içti ne de şeker aldı. Derdi, bir an önce halasını da aradan çıkartıp kahveye yetişmekti. Ama halasının yanında işinin çok zor olduğunu biliyordu. Yine aynı mevzuyu açacak, babasının mezarına gidip gitmediğini soracaktı. İçinden “Ne yapalım, bu kadının da modeli böyle, idare edeceğiz.’’ deyip halasının evine yollandı.
Kapıdan girip yaşlı halasının elini öpmesiyle, tahmin ettiği soru cümlesiyle yüz yüze gelmesi bir oldu. “Oğlum, gittiniz mi babanın mezarına?” Sorudaki çoğul ekinin yalnızca kendisini kapsadığını biliyordu. Çünkü annesi ve kardeşlerinin biri, başka bir memleketteydi. Diğer kardeşi ise sürekli seyahat halindeydi. Geriye – sorunun muhatabı olarak – sadece kendisi kalıyordu. Bu boktan mahallede oturmakta ısrar edişine, bayram ziyaretlerinin gerekliliğine, halasının her bayram babasının mezarına gidip gitmediğini sormasına, vefasızlığını durmadan yüzüne vurmasına kızdı. Ama yine de halasını anladı, zaten her haltı anlayışla karşılamaya alışıktı. Kendisini ve başkalarını, sürekli anladığı ya da anlamaya çalıştığı için kendine kızdı yeniden. Her bayram, aynı sitemkar cümleyi duymaktan sıkılmıştı ama yine de ses etmedi. Karşısında siyah şalvarı, kat kat elbiseleri, eskimiş hardal rengi yeleği, sararmış yüzünde vefasız yeğenini suçlar bir ifadeyle kafasını durmadan sallayıp “Ah! Kadersiz kardeşim. ” deyip duran halasından bakışlarını kaçırıp duruyordu. Sıkıldığını belli etmemeye çalışarak konuyu değiştirmeye yeltendi. Fakat halası kararlıydı, belli ki önceki bayramlarda yaptığı gibi bu bayram ziyaretini de zehir edecekti kendisine.
Gözlerini ayaklarında bir noktaya sabitlemeye çalıştı. Ucuz ev terliği ve yeşil çorabının uyumsuzluğuna takıldı. Ötekisi durmadan sitem ediyor ve babasının çocuklarını ne kadar çok sevdiğinden bahsediyordu. Aslında ikisi de bunun böyle olmadığını biliyordu. Ama ne var ki kadın, kardeşine toz kondurmuyor ve “Kör ölür, badem gözlü olur.” cümlesini bizzat hayata geçiriyordu. Bir çıkış yolu bulmalıydı. Gözlerini ucuz ev terliğinden ve çoraplarından kaldırıp “Tamam gideceğim hala, şu birinci gün bir geçsin hele, yarın mutlaka ziyaret edeceğim babamın mezarını. ” Gitmeyeceğini kendisi de biliyordu bilmesine ama halasından kurtulmanın başka yolu olmadığının da farkındaydı. Kendisine, babasına benzerliğine, bayram ziyaretlerine, akrabalık müessesinin gereksizliğine, ucuz ev terliğine, ayağındaki çoraba sövdü. “ Ulan ne diye geldim ki bu kadının yanına şimdi! ” diyerek kendisine ağır bir küfür savurdu yeniden. Arada, mahalle bakkalından alınmış ve yanındaki bacağı eğri olan sehpanın üstündeki paslı şekerlikten lokum ve bayram şekeri ikram eden halasının durmadan devinen ağzına ve ellerine baktı.
Halasının küçük oğlu, karısını ve çocuklarını alarak kaynanasına bayram ziyaretine gitmemiş olsaydı, onunla sohbet etmek ya da sigara içme bahanesiyle dışarıya çıkabilir ve bir süre kurtulabilirdi bu eziyetten. Ama yoktu işte. Yine içinden “ Şansımı sikeyim! ” diye sövdü. Sonra içinden de olsa ne kadar çok küfredip kızdığının ayrımına varıp, babasından kalma bu alışkanlığına şaşırdı. Babası; bir erkeğe göre çelimsiz bedeni, zayıf suratı, suratına büyük gelen kahverengi gözleri ve uzun boynundaki adem elmasıyla sabah, akşam, sofrada, bahçede, evde durmadan her şeye söven bir adamdı. Allah’a, kitaba, ekmeğe, kadere, feleğe durmadan bir şeyler sokup duran o adamdan küfürler de miras kalmıştı.
Hem mezarlığa gidince ne olacaktı ki? Etrafı briketle örülü, ortası yer yer çökmüş, yer darlığından diğer mezarlarla iç içe duran, halasından başka pek kimsenin uğramadığı o mezarın bir yere gittiği yoktu, orada öylece duruyordu. Bayram gününün sıkıntılı havası ve halasının suçlayıcı sitemleri, iyice bunalttı adamı. Müthiş bir sigara içme isteği duydu, semt pazarından alınma ucuz gömlek cebindeki sigarayı yokladı. Saygı filan değildi de yine de halasının karşısında sigara içmenin, yeni bir sitem salvosuna dönüşmesinden çekinerek tutuyordu kendini. Ama sonra dayanamayıp kalkmaya yeltendi. Halası, kaçın kurasıydı ve adamı bırakmaya da niyeti yoktu. “ Hayırdır sigara mı içeceksin? İç oğlum iç, benim oğlan da içiyor zaten. ” deyip, ağrıyan bacaklarının üstünde ağır adımlarla mutfağa gidip plastik bir kül tablasıyla döndü. Adamın az da olsa nefes alacağı, bir sigara içimlik zamanını da gasp etti.
Oturduğu eski kanepenin üzerinde, gömlek cebinden çıkarttığı Samsun sigarasını kibrit kutusundan aldığı çöple yaktı. Eski bir alışkanlık üzere, hala Samsun marka sigara içiyor ve kükürtlü çöpün yanarken çıkarttığı kokuyu seviyordu. Halası ise onun dinleyip dinlemediğine bakmaksızın, sürekli konuşuyor, dilinin kıvrak hamleleriyle de sözü döndürüp dolaştırıp konuyu babasının mezarına ve mezara neden gidilmesi gerektiğine bağlıyordu. Derince çektiği ilk nefesten sonra halasının anlattıklarından sıyrılıp, ölümünden bu yana geçen yirmi sekiz senede ancak dört – beş kez gittiği babasının mezarını düşündü. İçinde kemik parçaları ve Amerikan bezinden yapılma kefeninin kalıntıları olan mezarın, kendisi için hiçbir anlam ifade etmediğine, babasından kalan birkaç iyimser sisli anıyı, bu anıları yaşattığı müddetçe mezarını ziyaret etmekten daha makbule geçeceğine, bayramdan bayrama hatırlanan ölmüşlerin buna üzülüp üzülmediklerine, tanrının var olup olmadığı çelişkisine takılan aklına kızıp tövbe estağfurullah çekti.
Kafasında devinip duran düşüncelerden, sigarasının uzamış külü pantolonunun bacak bölümüne düştüğünde sıyrıldı. Halasına çaktırmamaya çalışarak külü parmaklarıyla fiskeleyip eskimiş makine halısının üstüne düşürdü. Sonra da külün görülme ihtimalini hesaba katarak, işaret parmağını diliyle ıslattıktan sonra eğildi ve parmak ucuyla aldığı külü, kül tablasının kenarına bıraktı. Geleli bir saati geçmişti ve mezarlık, vefa, hayırlı evlatlık, hiç olmazsa bir Fatiha okunması gibi telkin ve sitem karışımı tek taraflı sohbet, belli edemese de onu iyice germişti. Adam boncuk boncuk terliyor, halası durmadan konuşuyor, adamsa kısa cümlelerle yanıt verip, durmadan gözlerini kaçırıyordu.
İkinci sigarası da bitince halasının bütün ısrarlarına karşın, kalkıp kapıya yöneldi. Saygılı bir şekilde elini öpüp başına koydu. Hızlıca ayakkabısını giyip kendini avluya attığında, kendi kendine “Olsun.” dedi, “Ne kadar kafa sikerse siksin, sonuçta üzerimizde emeği var bu kadının. ” deyip kendini bu düşünceye daha yatkın buldu. Ve kolay kolay gitmeyeceği babasının mezarını boş verip yeni bir sigara daha ekledi dudaklarına. Kibrit çöpünü kutunun zımpara tarafına sürtüp yaktı ve ilk nefesi ciğerlerine iyice çektikten sonra, bir sonraki bayrama kadar mezarlık mevzusunun açılmayacağına şükredip kahvehanenin yolunu tuttu.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!