Koca bir anı ve koca bir kültürün aktarımı ile başlar yaşam. 1938 yılında doğmuş büyük bir üstadın titrek ses tellerinde ve toprak gibi bakan gözlerinden dinlersiniz bu türküyü. Kısa bir sessizlik ile ‘’Huma Kuşu’’ çalarken, kurduğunuz cümleyi bilemem ama kurmanız gereken cümleyi naçizane bir öneri ile sizlere sunabilirim: ‘’ Bu nasıl bir acı! ‘’
Erzurum’un Ilıca nahiyesine bağlı Tikkir (Çiğdemli) köyünde bir aşk var imiş. Mustafa ve Gülbahar, bilirler miydi ki koca Anadolu’nun besleyip büyüttüğü bu kültürün birer figürü olacaklarını? Hiç şaşar mı Türkiye’de ayrılığın nedeni? Elbet bir seferberlik ilan edilmiştir ve Mustafa, Gülbahar’ı geride bırakıp gitmiştir hiç ömründe görmediği topraklarda, ömründe görmediği insanları öldürmeye veya ömründe görmediği insanlar tarafından öldürülmeye… Gülbahar’ın ise gözlerindeki yaşlar, ses olup akmakta. Elbet akmakta. Instagram’da takip edememekte savaşı, ölümü, çok sevdiği Mustafa’sını. Hissettiği ve gördüğü Mustafa’sı belki de sonsuza dek gelmeyecekti. Twitter ile bir taga destek olup vicdanını sahteliğe peşkeş çekememekte Gülbahar. Gülbahar, askere uğurlamıştı Mustafa’yı ve Mustafa, – hep olduğu gibi – üsttekilerin pisliklerini temizlemek için bir Anadolu insanı olarak yola koyulmuş, geride bırakmıştı ailesini, sevdiceğini ve sadık yâri olan toprak uğruna gitmişti muharebeye. Gülbahar, perişan. Mustafa’nın annesi ve babası da. Bir umut ya… Mustafa’nın babası, Gülbahar’ın artık uçan kuştan haber istemesine dayanamaz. Bilinir ki Huma kuşu, çok yükseklerde günlerce uçan bir kuştur. Mustafa’nın babası oğlunun acısına mı yansın, Gülbahar’ın acısına mı yansın, torunlarının öksüz kalmasına mı yansın, bilinmez. Acı, bilinen bir tat olmanın çok ötesinde olalı ve insan acının özünü unutalı çok olmuş olsa gerek, Mustafa’nın babası yakar ağıdını:
Yavri Yavri Huma Kuşu
Yükseklerden seslenir,
Yar koynunda bir çift suna beslenir
Sen ağlama kirpiklerin ıslanır
Ben ağlim ki belki gönül ıslanır
Koca bir anı ve koca bir kültürün aktarımı ile başlar yaşam. 1938 yılında doğmuş büyük bir üstadın titrek ses tellerinde ve toprak gibi bakan gözlerinden dinlersiniz bu türküyü. Kısa bir sessizlik ile ‘’Huma Kuşu’’ çalarken, kurduğunuz cümleyi bilemem ama kurmanız gereken cümleyi naçizane bir öneri ile sizlere sunabilirim: ‘’ Bu nasıl bir acı! ‘’
Acıyı hissetiğiniz an, insan olduğunuzun farkına varırsınız. Mükerrem Kemertaş, bana insan olduğumu hatırlatan, hatta her bir hançere darbesi ile yüzüme yüzüme vurarak asla unutturmayan çok değerli bir insandır. Değerli bir insan olmak ise bu çağın bulunmaz madenlerindendir. Size hayatını anlatmayacağım elbet Mükerrem Kemertaş’ın ancak kültürsüzlüğe karşı oğlu Tuncay Kemertaş ile ciddi bir sivil itaatsizlik ile karşı duran muazzam iki insanın ortak acısı olan Huma Kuşu’ndan bahsedeceğim. Huma Kuşu, bu zamana kadar iki değerli üstat – Mükerrem Kemertaş ve Tuncay Kemertaş – sayesinde doğal ve tadında gelmiş bir gerçek. Gerçeğin türküsü.
Babadan oğula bir kültür aktarımı. Ne mutlu özünü unutmayan, çağını yaşayan insanlara! Ne mutlu, Mükerrem Kemertaş’a ve oğlu Tuncay Kemertaş’a. Ne mutlu, acıyı yıllar yıllar geçse de yaşayarak aktaran gönüllere. İnsan, duyguları ile var olmuş doğanın tamamlayıcı bir canlısı halinde gelmiştir fani dünyaya. Acısını, hüznünü, mutluluğunu, sevincini ve diğer tüm duygularını orantılı yaşamayı öğrendiğinde, tadını alabilecektir oksijenin. Bizlere bu kültürü aktararıp; özümüzü ve insan olduğumuzu hatırlatan Mükerrem Kemertaş ve oğlu Tuncay Kemertaş’a şimdiden binlerce kez teşekkür ederken, daha da ileride yüz binlerce kez teşekkür edeceğimi bildiğimden, milyonlarca kez teşekkür ediyorum.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!