Gökyüzünün bulutlardan çipil çipil yere süzüldüğü bir gecenin sabahında, işler ne kadar kötü gidebilir ki? Kiminin kasvetinde kiminin neşesi gizli değil midir?
Bir adam yağmur dolu bir gecenin sabahına uyandığında, yeryüzünde güzel çirkin ne varsa hepsinin bulutlar tarafınca yıkandığını gördü. Bu adam yağmuru öyle severdi ki; hayatını evde geçirmesi karşılığında ona bir dilek hakkı verilseydi eğer, yağmurları evinde bulmayı dilerdi. Bu adam yağmuru öyle severdi ki; dünyası başına yıkılacak olsa, bunun yağmurlu bir günde olmasına isterdi.
Bu adam, yağmur yağarken pencereden dışarı bakmak yerine, dışarıda olan bitene dahil olmayı severdi. Dünya temizlenirken, şu pisliğe sebebiyet veren insanların kaçışmalarını izlerdi. Yağmur yağarken yeryüzünde hayat daha bir hızlanırdı onun için. Yağmur yağarken en çok da dışarıdaki tüm o kaçışmaların arasında yavaş yavaş yürümeyi severdi. Kemiklerine kadar ıslanmayı, kafasını havaya kaldırıp bulutlardan düşen tanecikleri yüzünde yumuşatmayı, bir süreliğine her şeyi ve herkesi unutup yağmurun olmayı severdi. – Yağmuru gerçekten sevenler, ıslanmaktan çekinmezler. Çünkü sevdaya düşen, derdi derman sanar.-
Henüz yeni güne uyandığında karşılaştığı manzara, onu öylesine mutlu etmişti ki; o an sur üflense, kıyamete kurban gitmeden önce son kez yağmura değmek için her şeyi unutup dışarı koşardı. Adam, o gün dışarı çıkmak üzere hazırlanmaya başlamıştı. Her yağmurlu günde olduğu gibi yine kalın giyinmedi, sevdasını bedeninde hissetmeye ihtiyacı vardı çünkü.Tam da dışarıya sevinç dolu adımlarının ilkini atmak üzereyken bir haber aldı. Açık kalmış televizyonun içinde bulunan küçük ve güzel giyimli bir kadın, ölümcül bir virüs salgını sebebiyle, sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini duyurmuştu. Üstelik tam da dışarda yeniden yağmur başlamışken. Adam, donakaldı. Sevdiği, ona geri dönmüştü ve bir cam ötesinde onu beklemekteydi. Adam bir anlık deli cesaretiyle midir bilinmez, sokağa koşmaya karar verdi. En azından iki dakika da olsa dokunsam diye düşündü. Ancak tüm bu sevdasına karşın, bencil bir kimse değildi. Hasta olup diğer insanların ölümüne sebebiyet vermek, ona göre bir davranış değildi. Adam sevdası uğruna ölümün her türlüsüne hazırdı elbet ama sevdasının başka insanların ölümüne dolaylı yoldan da olsa sebebiyet vermesine katlanamazdı. Eve kapanmıştı. Canını sıkan; ne ölüm tehlikesi, ne de eve hapsiydi. Gözlerindeki yaşlara hakim olma çabasıyla perdesiz camının önüne oturmuş, sevdiğine bakmakla yetiniyordu. Ölümcül virüs salgınını düşündü adam. ‘’Ama ben zaten sevdiğimden uzaktayken, yeterince ölü değil miyim?’’ diye de düşündü. Birçok faidesiz gitgelin ardından, ağlamaktan alıkoyamadı kendini. Bir an duraksayıp düşündü:
‘’Belki de gözlerim, evimin parkelerinde dolaşan bir karıncaya buluttur.’’
Daha mantıklı düşünmeye karar verdi sonra. Bu kararının üzerinden saatler geçtiğinde sevdiği, hala dışarıdaydı ve onu beklemekteydi. Bir anda bir çözüm bulduğunu düşündü ve heyecanla ayağa kalkarak camı araladı, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle ellerini dışarı uzattı. Saniyeler içinde adamın gülümsemesi yavaş yavaş soldu ve heyecanı, yerini şaşkınlıkla bezenmiş bir iç burkulmasına bıraktı. Eline değen tatlı esintiye rağmen herhangi bir ıslaklık sezemeyince farkediverdi ki; apartman çatısı, bu gibi kavuşmaları engellemek için görevlendirilmişti. Kafasını aşağı eğdi ve sevdiğinin onu her ziyaret edişinde temizlenen dünyada, temizlikle ödüllendirilmeyen tek yerin kendi penceresinin önü olduğunu gördü. Daha da hüzünlendi. O anda, ondan daha hüzünlü bir şeyin var olmasının imkanı yoktu. Çünkü çocuk günlerinden bu yana, ilk defa ona kasvet olmuştu yağmur. Saatler geçip yağmur semtten uzaklaştıkça ve güneş de göz kırpmaya başlayınca bir yerlerden, sevindi. Artık çaresizce izlemekle de meşgul olmayacaktı kavuşamadığını. Yine dokunamayacaktı belki ama bu kez, bir gün olup da geri döndüğünde ona sarılabilmesi umudu, içinde yeşererek ayakta tutacaktı kendisini. Çünkü onun nezdinde umut, insana yaşam katıyordu.
Adam, kırk beşli yaşlarındaydı. Bu zamana kadarki ömründe, ilk defa – onu sevdiğinden koparan – güneşi sevinçle karşıladı. Ömründe ilk defa sevdiğinin gidişi, içini hüznün aksine umutla kapladı. – Sevdada asıl olan umut etmek, kavuşmaları beklemekti. Umut, nefes aldığını fark etmekti. – Sevdasından uzaklaşırken içtenlikle gülmeye başladı. Çünkü en büyük mutlululuğumuz, en büyük hüznümüze dönüşebilir bir anda. Yokluğuna üzüldüğümüz, umuduyla yeşertebilir belki de içimizi, kim bilir…
Emir Şimşek
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!