Temizlikçinin terk ettiği evine girdiğinde, havada hala asılı duran lavanta kokusu ile ferahladı Sakin. Gelirken bakkala uğrayıp aldığı rakıyı, kağıt keseden çıkarıp sehpaya bıraktı ve mutfağa yürüdü. Yeni yıkanmış bulaşıkların arasından iki bardak aldı önce. Sonra kavunu ve beyaz peyniri çıkardı kağıt keseden. Hızlıca ve özensizce dilimlediği kavunu koyduğu tabağı, suyunu ve bardakları alıp yeniden sehpanın ardındaki kanepeye yerleşti. Uzanıp telefonun ahizesini kaldırdı ve boşa bıraktı. Kimsenin sesini duymak istemiyordu. Sonra kalkıp –nedensiz- radyoyu aldı cam kenarından. O arada da küllüğünü de alıp camı açtı. Asırlık Bizans’ın gece hayatının gürültüsü, gecenin serinliği ile odaya dolarken yeniden kanepeye oturup radyoyu açtı. Birazdan başlayacağını tahmin ettiği ajans için doğru frekansı buldu. Ceketinin cebinden sigarasını, çakmağını ve Ahsen’in –yara gibi- gülümsediği fotoğrafını çıkardı. Sehpa üzerine bıraktığı radyoya yaslayıp, rakısını ve suyunu doldurdu. İlk yudumu alırken, Ahsen’in kanlar içindeki görüntüsü yerine bu kez şaşkınlıktan gözleri yerinden uğramış olan Jilet’in suratı geldi gözlerinin önüne. Fotoğrafa bakmaktan olsa gerek, yine buruk yuttu mayhoş yudumu ama biraz da –intikam almış olmanın verdiği- keyifle.
İkinci sigarayı da kül tablasına basarken aklına yeniden hücum etti, tilkiler. Jilet, İhsan Başkomiser’i öldürmeye gelmişti. Hem de kendisine gelen ve kesinlikle –kendi mıntıkasında- yasakladığı afyon değiş tokuşunun olduğu zaman, mekanda olmuştu bu. Tesadüf olamayacak kadar planlı, dedi kendince. Haberi getiren sansarı bulmak istediyse de böyle bir tezgahı kuran, onu çoktan kaybetmiştir diyerek bu beyhude uğraşa kafa yormadı. Sonra aklına başka bir şey –eve girmeden önce yolladığı garson- geldi. Uzanıp telefonun ahizesini aldı bıraktığı yerden ve cüzdanına tıktığı kağıtların içinden bir numara bulup çevirdi numaraları.
-Alo? Başkomiser İhsan, ben.
-Sakin, ben. Nasılsın başkomiserim?
-Ensendeyim Sakin ve bu, beni iyi hissettiriyor.
-Belli ki birileri de sizin ensenizde.
-Bu konuda bildiğin bir şey var mı Sakin, yoksa geçmiş olsun demek için mi zahmet ettin?
-Orada ne işiniz vardı Başkomiserim?
-Demek sen de oradaydın, o halde Jilet’in katilini aramak için zahmet etmeyeyim. Elimde sana göre kelepçeler var. Denemek istersen beklerim.
-İstanbul küçük, malum. Tesadüfen oradaydım diyelim. Bak başkomiser, birileri hem sana hem bana tuzak kuruyor. Ben bu akşam…
Sen bu akşam, -ne zaman bulaştığını bilmiyorum ama- uyuşturucunu almaya ve parasını vermeye gelmiştin. Ben de o yüzden oradaydım.
O sırada açılan kapı ve içeri girenlerin konuşmaları girdi araya. Başkomiserin ve diğer memurların sesinden yolladığı garsonun oraya geldiğini anladı Sakin. Sonra konuşmaya ilk dönen başkomiser oldu:
-Nedir bunlar? Garson çocuk, iyi bir kuryeymiş bu arada.
-Karşı masadan gelen ikrama bir teşekkür beklerdim ama neyse. Bu gece benim mıntıkamda uyuşturucu işi yapacak birilerinin peşine gelmiştim.
-Sen o ticaretin tarafı değil misin?
-Elbette değildim.
-Bana da senin bu gece orada bu ticaretin tarafı olarak bulunacağın ihbarı geldi.
-Bak başkomiser, hakkımda ne biliyorsun ya da ne düşünüyorsun, bilmiyorum. Açıkçası şu an için önemli de değil benim için. Sadece şunu bil. Bu gece beni de seni de oraya çekmek için tuzak kurdular. Yani ya sen beni yakalayacaktın, ya da Jilet seni haklayacaktı.
-Görünen o (O sırada içeri giren Arman ve Rüveyda’ya sessizce oturmalarını işaret etti.) Hangisi önce olursa olsun, birilerine faydası olacaktı olacaktı diyorsun.
-Sen beni yakalardın, peşinde olduğum Jilet de rahatlardı. Jilet seni öldürürdü, peşinde olduğun insanlar rahatlardı.
-Sonra senin uyuşturucu işi ile alakanı kimse ispatlayamayacağı için sen dışarı çıkar, Jilet’i ortadan kaldırırdın.
-Kusura bakma, o salak müdürünüzün sandığından daha zekisin başkomiser. Umarım bir gün senin de müdür olduğunu görürüz ama önce yapmak gereken tüm bu planın kimin işine yarayacağını bulmak.
-Aklında kim var?
-Benim aklımda birileri var.
-Benim de var ama hiçbirine şimdilik dokunamayacağımı biliyorsun. Zira, hep maşalarını ya da ayakçılarını veriyorlar elime.
-Aynı taraftayız demek ki başkomiser. Çünkü düşmanlarımız aynı artık. Sana hepsini vereceğim. Asmalı Mescit’te Rauf’un meyhanesinden geldi o garson sana. Bana ulaşmak istersen ona söyle, o, beni bulur. Ama rica ediyorum, o zamana kadar saçma sapan kuruntuların için peşime düşme.
-Saçma sapan mı? Sakin, sen bu şehrin sokaklarında kaçak göçek işler yapan sıçanlardan sadece birisin. Nasıl peşine…
-Şşş… O dediklerin, eskidendi. Şimdi İstanbul için başka planlarım var. (Kısa bir sessizlik oldu ve derin bir nefes aldı Sakin.)Ya da sen bilirsin, nasıl biliyorsan öyle yap. Ben, aklındaki herkesi -peşine düştüğün kim varsa- kapına bırakacağım.
-Jilet’i kimin öldürdüğünü biliyor musun?
-O, en son konuşacağımız konu. Merak etme onu da alacaksın.
-Bak Sakin, benim polis olduğumu unutma ve sakın kanuna aykırı…. Yüzüme kapattı piç!
Kırarcasına bıraktı telefonu elinden ve merakla yüzüne bakan arkadaşlarına döndü:
-Neler oluyor başkomiserim?
-Çok kan akacak Arman ama işlerin sanki dilediğimiz gibi olacağına dair bir rahatlık var içimde. Nedenini bilmiyorum ama öyle hissediyorum.
Kısaca Sakin’in söylediklerini ve karşılıklı çıkarımlarını anlattı ekibine. Kendi aralarında da bir süre tartıştılar, dün geceyi ve öncesini. Ebru’nun Sakin hakkında söylediklerini düşündü İhsan. O ara başlayan sessizliği, Rüveyda böldü:
-Jilet’i Sakin mi öldürmüş yoksa?
-Bence öyle ama ispatlayamadıktan sonra bir şey yapamayız.
-Adamın en bilinen hasmı, o. Tek yapmamız gereken, her taşın altına bakıp Sakin’i saklandığı delikten çıkarmak. O değilse bile başka bir ton şey için içeri tıkabiliriz onu.
-Dur bakalım Rüveyda. Sakin, haklı gibi görünüyor. Ortak düşmanlarımız var. Yani ne zaman istesek bu dediklerini yapabiliriz. Önce Sakin’e bir şans verelim bakalım, ne olacak…
-Ya dediğiniz gibi olur ve çok kan dökülürse?
-Her şekilde yılanı, akrebe kırdırmış oluruz. Yılan kazanırsa akrepten, akrep kazanırsa yılandan kurtuluruz.
Bu gönderiye abone olarak, gelecek yeni güncellemelerle ilgili ilk siz haberdar olabilirsiniz!